Son zamanlarda sık sık “Sen çok değiştin” lafını duyar oldum. Ben de farkındayım değiştiğimin. Bu değişimin içinde; Benjamin Franklin’in dediği gibi yirmi yaşında isteğinin, otuz yaşında zekanın, kırk yaşında aklın önemli olması meselesi de var, evrilmek için gösterdiğim çabanın da, aklımın başıma hep sonradan gelişinin de, entelektüel malvarlığıma katkıda bulunma çabalarımın da, merakımın da payı var.
Ama asıl meselem, değişimimin sadece dışarıdan gözle göründüğü kadar olmayışı. Mesela haklı olmaktan vazgeçtim mutlu olma peşindeyim artık. Hissettiklerimi yaşamanın, hissettiğim gibi yaşamanın varoluşum için ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini biliyorum. Tesadüfleri seven ve değerlendiren, hesaplı kitaplı bir kadın oluşumun avantajları ile çıktığım hayat yolculuğumda fantezi yönetimi yapabildiğim kadar derin gerçekliğim ile de yüzleşebiliyorum artık.
Zaten değişen bir tek ben değilim ki… 5 yıl önce neydiniz ve şimdi ne oldunuz hiç düşündünüz mü? Söyle bir gözünüzü kapasanız önce kendinizi, sonrada etrafınızda ki insanların değişim yolculuğunu bir düşünseniz. Nelerin farkına varacaksınız kim bilir?
Kuşkusuz değişim ve dönüşümün kaçınılmaz olduğu bir çağda yaşıyoruz. Etrafımızdaki yüzlerce uyarıcı sayesinde zamanla yarışırcasına başkalaşıyoruz. Doğru bildiğimiz bazı şeylerin yanlış olduğunun farkına varırken, yanlışlarımıza tövbe ettiğimiz oluyor. Ya da bile bile menfaatlerimiz uğruna, işimize öyle geldiği için görmezden gelip aynen devam ettirdiklerimiz. Kimimiz daha erdemli değişimler geçirir iken kimimiz erozyona uğruyor. Ya yaşadığımız olaylardan dersler alıp biraz daha evriliyoruz ya da tüm bunlar bizi nispeten daha kötü birer insan yapıyor. Ve bu değişim hiç durmaksızın devam ediyor, üstelik geçmişe oranla daha hızlı bir şekilde.
İnsanları tanımaya sanat deniyor. Kolay da bir sanat değil bu. Bunca değişimin, erozyonun içinde büyük bir ustalık gerektiriyor. Gerçekten mi değişmiş acaba? Yoksa bir ayıbı örtbas etmek için, çıkar ilişkisi sona erdiği için ya da devir onu gerektirdiği için mi böyle davranılıyor kolay kolay çözemiyorsunuz. İşte tam bu noktada devreye, bize hayatı görünürde kolaylaştıran, aslına bakılırsa zorlaştıran önyargılarımız ve inançlarımız giriyor. Bazen bu önyargılar ve inançlar bizi büyük tehlikelerden bile korurken bazen de karşımızdakine ve kendimize haksızlık etmemize neden oluyor. Pek çok fırsatı kaçırttıkları bile oluyor bize.
İşte bu nedenle ben artık TERZİSİNİ SEVEN ADAMLARI SEVİYORUM ve HAYATA TERZİLERİN GÖZLERİNDEN BAKIYORUM.
Ne mi demek istiyorum;
Bir arife sormuşlar: “Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?”
“Terzimi severim” diye cevap vermiş.
Şaşırmışlar, “Aman efendim, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken, terzi de kim oluyor?” demişler.
Arif: “Evet, dostlarım, ben en çok terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde ölçümü yeniden alır. Diğerleri öyle değil. Bir kez hakkımda karar verdiler mi, ölünceye kadar bana hep aynı ölçü nazarıyla bakarlar” demiş.
Bu dünyada gören gözlerle kör gibi yaşamamak için sanırım bu arife kulak vermek ve terzinin gözlerinden dünyaya bakmak gerekiyor. Değişimin kaçınılmaz olduğu ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, görünen ötesini görebilmenin icap ettiği bir dünyada yaşarken yapılabilecek en iyi şey bu olsa gerek. İnsanların niyetlerini anlamak konusunda gayret gösterişimiz bizi insanları okumaya hazır hale getiriyor.
Sizlere de kendinizi ve insanları okuma mücadelenizde bol şanslar diliyorum.
Benim gibi aklınız başınıza hep sonradan gelmesin.