Reklamlardan da anlaşılacağı üzere geldi yine bir 14 Şubat. Sevgililer günü arifesinde aşk üzerine yazmamak olmazdı elbette.
Aşkı, sevdayı dizilere, filmlere mi bıraktık artık?
İster aksiyon olsun, ister korku, polisiye ya da romantik hiç fark etmez her senaryoda aşk yok mudur?
İçinde aşkın sevdanın olmadığı bir hayat düşünebilir mi?
Ama vazgeçtik! Yaşam öykümüzün tuzu, biberi, acısı, tadı olan aşkı filmlere, dizilere bıraktık... Hiç canımız yanmasın diye yalnızlık senfonimizi yaşıyoruz. Çoğu zaman tercihler artık “Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli” oldu. Evli olanlar birer birer boşanıyor. Her gün yeni bir ayrılık haberi duyuyorum. Ardından “Bir daha mı? Asla evlenmem” cümlelerini. Sobadan eli yanan çocuk misali bırakın tekrar evlenmeyi, aşka düşmeye korkar oluyorlar.
Henüz hiç evlenmemiş, genç nesil ise asla evlenmek istemiyor. Evlilik bir yana ilişki dedin mi köşe bucak kaçıyorlar. Zaten onlar için ilişkinin anlamı sosyal medyada birlikte birkaç fotoğraf paylaşımı, hatta ona bile gerek duymadan karşılıklı fotoğraflara yapılan beğeni ya da birkaç kalp ikonlu yorumdan ibaret. İlişkiler de zaten sosyal medyada başlayıp, sosyal medyada bitip arkadaş listesinde yedekte bekleyen bir yenisi ile devam ediyor.
Kadınlar için ise durum her ne kadar belli etmemeye çalışlar da tam da böyle değil aslında. Onlar içgüdüsel olarak, günün birinde anne olup, çocuk doğuracağım dürtüsüne yenik düşüyorlar. Sadece, bu neden için bir gün evlenirim diyorlar. Bir de parmaklarına çok yakışan tek taş mevzu var tabii. Ama buna da öyle eskisi kadar hevesli değiller. Önce biraz can yakalım sonra sıra ona da gelecek, ama ne zaman bilinmez felsefesindeler.
Romantizm deseniz arkasına bakmadan kaçacak herkes... Aman diyeyim duygusal bir şey yaşamayalım, “Ne sen üzül ne ben, zaten bitecek yakında...” Hem sonrasında bir de aşk acısı çekmek var. “Ben hiç almayayım, alana da mani olmayayım sen aşkı başkalarında ara” modu hakim.
Bunlar sadece benim gözlemlerimde değil. Araştırmalara göre de geçtiğimiz yıllara oranla boşanmalar hızla artarken, evlilikler azalıyor. Geldiğimiz nokta; “Yanlızlık Sefonimiz”i çalar, dinler olduk. Git gide bireyselleşiyoruz.
Aşka, sevdaya isyan bayrağı açıp hayır demenin, dizilerde izleyerek tatmin olmanın iki basit nedeni var; hayat zaten zor, kendine anca yetebilecekken bir başkasının sorumluluğunu almak istememek ve aşk acısı. Sonrasında üzülmeyi göze alamamak.
Oysa Sezen Aksu’nun yazdığı Sertab Erener’in söylediği şarkının sözlerindeki gibi; “Alışır her insan alışır zamanla kırılıp incinmeye, Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak.”
İşte bu nedenlerden, aşka kalbimizi kapatıyoruz. Yalnızlık sanki çok kolay bir şeymiş gibi! Günü birlik ya da yüzeysel ilişkilerin bedenlerde ve ruhlarda bıraktığı ‘İnsan izleri’ ile baş etmek çok kolaymış gibi. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya gidiliyor...
Varsın sevdalar canınızı yaksın. Aşkın acısı da güzel. Zaten, her aşk acısı bir gün mutlaka biter. Yeter ki siz aşkı hakkını vererek yaşayın. Kimseler bilmese de olur. Sevmekten korkmayın, kendi efsanevi aşkınızı kendi dünyanızda yaşayın.
Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Sevmek saatlerce öpüşmek değil, öpmek için saatlerce düşünmektir.” Varsın elalem şekil ya da skor peşinde koşsun, siz kalbinizin kapılarını gerçek aşka açın. Seçilmiş yalnızlık halleri ile kendini avutan bireylerden olmayın.
Size ilham vereceğini düşündüğüm unutulmaz aşklardan bazılarından örnekler vermek istiyorum. Korkunun ecele faydası yok nasılsa; Aşk bizim kaderimiz, hayatın bir parçası. Kaçmayı denesek de beceremeyeceğimiz, uzak durmaya çalışsak da bir gün fark etmeden içine düşeceğimiz... Sizin aşkınız hangisi gibi olacak, onu da zaman gösterecek elbette...
Haremde Aşk: Kanuni Sultan Süleyman-Hürrem Sultan; İnternet de Aşk: Meg Ryan-Tom Hanks ( You’ ve Got Mail); Gururlu aşk: Scarlett O Hara-Rhet Butter (Rüzgar Gibi Geçti).