Bildiğiniz üzere birkaç gün sonra14 Şubat. Bu nedenle gündemimiz AŞK. Olan var, olmayan var diyelim. Aşka düşmüş olanlar için zaten çok şey yazılıp çizilecek. Bense bu hafta aşka hasret olanlar için, kalbi kırık ve boş kalanlar yazmak istedim.
Tarihçiler, mutlaka her şeyin başlangıcını ve bitişini tarihlemek zorunda hissederler kendilerini. Bilim adamları da bu başlangıç ve bitiş sürecindeki tüm gelişmelere hâkim olmak, neden-sonuç ilişkisi kurmak ve teoriler üretmek zorunda hissederler. Ama incelenen bir olay, illa o zaman mı başlamıştır, onu söylemek pek mümkün değildir, hele ki konu aşk ise... Aşkın ne zaman başladığını kestirmek daha kolay olsa da, bitiş tarihini saptamak kesinlikle mümkün değildir. İlk kavgalarla mıdır, kavgaların artık tahammül edilmez hal aldığı zaman mı, yoksa her şeyin dorukta görüldüğü anda şöyle bir belli belirsiz hissedilen kanıksama, bıkkınlık duygusu mudur sonun ilk bitiş tohumlarının düştüğü an?
İnsanoğlu, her şeyi ölçer, biçer, numaralar, tarihlerken asıl önemli başlangıç ve bitişlere bir türlü hâkim olamaz. Aşk da bunların en belirsiz olanıdır. Ama bir gün eninde sonunda biter.
Kendimizi kandırırız
Pek çok filme, diziye, masala baktığınızda senaryonun âşıkların kavuşmasıyla son bulduğunu görürsünüz. Bu sihirli duygunun nasıl geliştiğini izlemek, insanı büyülerde nasıl normal hayat içinde adapte olduğu, bir aşkın gidişatını hangi bireysel ve ilişkisel şemaların nasıl etkilediği, aşkın nasıl sona yaklaştığı ve yeni bir aşk özleminin ve ihtiyacının nasıl doğduğu, kısaca aşkın bitiş halleri o kadar ilgi çekmez. Romantik büyülü bir hikâyeden bir trajediye geçiş asla o kadar gişe yapmaz.
İşin aslı, sözün özü aşk, biten bir duygudur. Ama biz kendimizi kandırmak ve hiç bitmeyecek gibi yaşamak zorundayız. Nedenine gelince, güvenli bağlanma en temel ruhsal gereksinimlerimizden biridir de ondan. Sırf bu yüzden aşkın ömrünü uzatmaya çalışır, hiç bitmeyecek varsayarız. Güven ve emniyet hissi veren, rutinlerle bezeli bir aşk ilişkisi, bir süre sonra anne-baba evinde yaşadığımız ergen can sıkıntısını çağrıştırmaya başlar. İşte o zaman da kaçıp kurtulmak isteriz.
Aşk mı? İhtiyaçlar mı? konusunda maalesef yalnızca akla yakın spekülasyon yapmakla yetinebiliriz. Bu konunun mutlak bir doğrusu yoktur. Ama bana soracak olursanız, bu işin doğrusu sadece insanın kendini iyi hissetmesi refleksiyle alakalıdır. O da kişiden kişiye değişir. İnanmak istediğim şeyi sorarsanız da, ‘aşk ihtimali’ demek isterim. Bundan da “Bir aşk sona erdiğinde yeni bir aşka yönelmelidir” gibi bir çıkarım elbette ki yapılmamalıdır.
Risk almadan olmaz
Aşk sona yaklaştığında ve bittiğinde, geride mutlaka yeniden tatmin edilmeyi bekleyen duygular bırakır. Aşkın ardında bıraktığı duygular acı, öfke, hayal kırıklığı, terk edilmişlik, haksızlığa uğramışlık duygusu, belki intikam hissi, arzulanmıyor-istenmiyor olma, kendini değersiz bulma gibi olumsuz duygular, aslında tatmin edilmekten daha ziyade başa çıkılması gereken duygulardır.
Kurumsallaşmış, yani aile olmuş bir ilişkide, aşkın bitişiyle bu ihtiyaç nereye saklanır, ertelenir mi? İlişkinin çeşitli tatminlerle yürüdüğü durumda yeni bir aşk, pusuda bekleyen bir tehlike mi, yoksa kapılması gereken bir yenilenme fırsatı mıdır? Bu sorunun cevabı 20’li yaşlarda başkadır, 40’lı yaşlardan sonra başka. 20’li yaşlarda mümkün olduğu kadar çok âşık olunmasında fayda vardır. Acı çekmekten korkulmamalıdır, risk almadan güzel bir şey yaşamak pek olası değildir.
Ama hayat, durmaksızın aşkın peşinden koşularak harcanarak geçirilecek bir süreç de değildir. Orta yaşları gerilerde bırakmış ve artık biraz yorulmuşsanız, aynı şeyleri defalarca yaşamaktan kaçınmaya başlarsınız. Ama yine de bir gün öyle bir aşk çıkagelebilir ki size yeniden, yenilenme fırsatı tanır. O zaman da kaçmanız imkânsızdır. Bir gün biteceğini bilseniz de artık aşka düşmüşsünüzdür bir kere...