Herkesin her konuda uzman olduğu bu devirde sıkça tartışılanlardan birisi de “ilişkinizi uzun ömürlü tutmak için ne yapmalısınız, evlilik aşkı öldürür mü, öldürmese de süründürür mü” tarzı sorular etrafında şekillenen “ilişkiler” konusudur. Benim neyim eksik diyerek, konuyla ilgili kişisel görüşlerimi paylaşmak istedim.
Şahsi kanaatim her ilişkiyi kendi dinamikleri içerisinde değerlendirmek gerektiği yönünde. Burada anlatmak istediğim birbirinden bağımsız iki kişi arasında ortak bir ilişki oluşurken birçok faktörün devreye girdiği. Aynı her insanın birbirine benzemeyeceği gibi, ilişkiler de birbirinden tamamen farklı şekillenir. Her birinin farklı ihtiyaçları vardır, dolayısıyla karşılaşılan sorunlarda uygulanacak yaklaşımlar da farklı olmalıdır.
Evlilik ise toplumsal gerekliliklerden dolayı oluşmuş bir kurumdur. Bu kurumun ilişki ile uzaktan yakından alakası yoktur. Eğer ilişki bu kuruma dayandırılırsa sonu kaçınılmazdır. Evlilik olmamalı demiyorum. Mevcut sistem ve koşullar gereği evlilik var olması gereken bir kurumdur. Özellikle çalışmayan ya da “çalıştırılmayan” kadınlar için bir güvencedir, olmalıdır. Ancak genellikle ilişki olarak adlandırılan durum, evlilik adı verilen kurum
Son zamanlarda bu konuda fazlaca soru almaya başladım. O nedenle bu yazıyı yazmaya karar verdim. Mümkün olduğunca tıbbi detaylardan ve anlamakta zorlanacağınız kelimeleri kullanmaktan kaçınacağım ama arada mecbur kalabilirim, mazur görünüz.
Dünya üzerinde özellikle ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde Alzheimer hastalığını önceden tanımanın yolları üzerinde birçok çalışma yapılıyor. Birkaç yöntem üzerinde duruluyor. Bunlardan birisi görüntüleme yöntemleri, diğeri beyin omurilik sıvısında bakılan bazı biyomarkerlar ve bir diğeri de kan tetkikleri. Az evvel size iki farklı tıbbi terimden bahsettim. Önce ilkini açıklayayım yani “beyin omurilik sıvısı”nı. Beyin omurilik sıvısı, beyindeki bazı özel bölgelerde üretilen bir sıvıdır. Beyin içerisinde bazı boşlukları doldurduğu gibi, beynin ve omuriliğin de etrafını sararak su dolu bir yastık görevi yapar. Mevcut şekilde bu sıvının dolaşım şeması görülmektedir. Peki bizim için bu sıvının anlamı nedir? Beyinde oluşan değişimleri en iyi gözlemleyebildiğimiz ve nispeten kolay ulaşabildiğimiz bir alandadır. Yani beyinde anormal bir olay olduğunda, gelişen olayın habercileri bu sıvı içerisine de geçer. İşte biz bu habercilere “biyomarker” deriz.
Alzh
Gün karanlıktı, gün hep karanlıktı emekçi kadınlara. Kadın demek zaten emekçi demek değil miydi? Emeklerinin karşılığı ezilmekti, dövülmekti, öldürülmekti. Hem de kimler tarafından biliyor musunuz? 'Analarının ayaklarının altını kutsal sayıp öpenler' tarafından. O kadar alışmışlardı ki kadın cinsiyetini her konuda aşağı görmeye, mevkice kendilerinden yüksek ya da meslek sahibi kadınlara da dayanamıyorlardı. Misal kadın doktora ameliyat olmak istemiyorlardı. Nasıl yani, bir kadın mı onu kesecek ve tedavi edecek? Halbuki kadının elleri ince işlere her zaman daha yatkındı. Soğan doğrarken bunu hatırlayan adam, iş kendini doğramaya gelince ille de erkek olsun istiyordu! Ya da kadın patron! Nasıl olur da bir kadın onlara iş verebilirdi? Bu konuda duyduğum bir hikaye, beni şaşkına çevirmişti. Oldukça başarılı bir iş kadını ve kendi şirketinin sahibi bir arkadaşım var. Şirket gezilerinden birisinde, yanında çalışan müdürlerden biri onunla görüşmek istediğini belirtince, elbette iş ile ilgili bir durum olduğunu sanmış. Sonrasında duyduklarını hayretler içerisinde aktardı. Arkadaşım evli değildi. Yanında çalışan erkek müdür, ona bir iyilikte bulunmak iştemiş. Bekar olduğu için bazı
Sizin de son birkaç yıldır çocuklarımıza nasıl davranmamız gerektiğini anlatan insanları dinlerken kafanız karışmıyor mu? 'çocuğunuza sakın şöyle davranmayın!', ' böyle davranırsanız öz güvenli olur', 'aman sevginizi belli ederken çok dikkatli davranın. Sevginizi bilmem ne yaparak belli edin!'. Bunları her duyduğumda içimden geçeni sizlere söyleyeyim mi? 'Yeteeeeeeeeeer' diye çığlık atmak! Aynı tornadan çıkmış bir gelecek nesil mi istiyoruz biz?
Gözlemlerime dayanarak bu konu ile ilgili size biraz analiz yapacağım. Nöroloji doktoru olduğum için naçizane çıkarsamalarım biraz da profesyonel bakış içermekte. Elbette ki eğitimci değilim. Ancak henüz 7 yaşını bitirmiş bir kızım var. İki yaşında okumaya başlayıp, normalin dışında bazı davranışlar da sergileyince zeka testi yaptırmak durumunda kaldık. IQ’sunun dahi düzeyinde (Toplumda görülen % 0.01’lik bir dilim) olduğunu öğrendikten sonra yaşadıklarımız bize öğretti ki, eğitim sistemimiz bu çocukları bile aptallaştırma eğiliminde. Gittiğimiz her okul bize 'bireysel eğitim' uyguladığından bahsediyor ancak çocuk okula başladığında fark ediyoruz ki, bizim anladığımız bireysel eğitim ile onların uyguladığı aynı değilmiş. Kızım iki
Buradaki ilk yazımda size, yakın zamanda insanoğlu için ciddi tehdit oluşturacağı bilinen, aynı zamanda profesyoneli olduğum Alzheimer hastalığından bahsedeceğim. Yıllardır uğraş verdiğim bu alanda hala daha bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Bu konuda en büyük tedavi çalışmaları ABD'de yapılmaktadır. Çünkü bu tür çalışmaları yapabilmek için ciddi bütçeler gereklidir. Sonuca baktığımızda, henüz ortada elle tutulur bir tedavi şekli bulunmamaktadır. Hepinizin bildiği üzere mevcut tedavi ile ancak hastalığın gidişi bir miktar yavaşlatılabilir. Umudumuz, en kısa zamanda etkili bir tedavi şekli bulunması.
Peki o zamana kadar bu hastalığı yok mu sayalım? Aslında hastalar kadar yok sayılan bir grup daha var ki, ben en çok onların üzerinde duruyorum; hasta yakınları. Alzheimer hasta yakını olmak nedir, inanın yaşamadan bilrmezsiniz. Gözünüzün önünde sevdiğinizin anıları tek tek silinmektedir. Buna sizinle birlikte olan anıları da dahil...
Eskiden bunama olarak bilinen bir durumun artık bir hastalık olduğunun kabul edilmesi zaman alacaktı elbette ki ama bizim ülkemizde bu zaman biraz uzadı mı ne? Hala daha hastalar çok ileri evrede doktora getiriliyor. Hala daha bu tür hastası