9 Aralık 2000’den bu yana... Tam 14 yıl... Bu iş alışkanlığı geçti, adeta “gelenek” oldu... Bu 15 yıla yaklaşan sürede Fatih Terimler, Lucescular, diğerleri...
Çok hoca geldi geçti...
Görev Mancini’ye geldi...
Ama Fenerbahçe hiçbirine izin vermedi...
Aslında maça baktığınızda; pozisyonu yoktu...
Ben bu yazıyı yazarken, 85. dakika oynanıyordu, Galatasaray’ın bir Drogba şutu... Bir de Burak Yılmaz’ın kaleci Volkan pozisyonu... Fenerbahçe’ye baktığınızda da farklı değildi...
Buna rağmen kazanmayı başardı Fenerbahçe...
Bazı maçlar vardır; bir dakika içinde bir hata yaparsınız, 89 dakika altından kalkamazsınız... Galatasaray’da maça, kötü değil, “feci kötü” başladı... İlk 10 dakikada fırtınaya tutulmuş tekne gibiydi... Sağa sola yalpa yapıp durdu... Nitekim Kopenhag’ın golü de, direkten dönen topu da bu 10 dakika içinde geldi...
Galatasaray geride kalan 80 dakikada topuyla tüfeğiyle saldırdı, maçı tek kaleye çevirdi. Galatasaray yarı sahası, adeta trafiğe kapandı... Ama Galatasaray ilk 10 dakikadaki faturanın bedelini sonraki 80 dakikada “canını dişine takmasına” rağmen ödeyemedi...
Kopenhag golüne suçlu arayanlar sakın “gariban” diye Aydın’ı “kurban” seçmesinler... Aydın rakibi ile mücadele etti, topu kaybetti... Sonrasında Riera kademeye girmekte zorlandı, gol pasına izin verdi... Sırasıyla Semih, Chedjou, Eboue, önlerinden tıngır-mıngır giden topa müdahale edemediler... O Aydın ki , ilk yarıda önce Burak’ın kafasına, sonra Drogba’nın ayağına kelimenin tam anlamıyla “adrese teslim” iki orta gönderdi... Burak da, Drogba da gözü kapalı gol yapacakları bu iki pozisyonu kalitelerine, golcülerine yakışmayacak şekilde kaçırdı...
Aslında ikinci yarıdaki tek kale maçta, Kopenhag takımı aşırı
Mancini geldiğinden beri Galatasaray iyi bir istitkrar yakaladı. Kopenhag maçını bir tarafa koyarsak, Mancini sonrası Galatasaray'ın istikrarı çok açık biçimde belli:
"Kötü futbola, iyi sonuç..."
Bu da bir başarı... Aslında futbola nereden baktığınıza bağlı... Bir Galatasaraylı olarak "iyi oynayıp elim boş kalacağına, kötü oynayayım, yeter ki puan kaybetmeyeyim" diyorsanız, sorun yok... İstediğiniz Galatasaray karşınızda...
Ama şartlar ne olursa olsun, birisi bana maç öncesi "Konyaspor, Galatasaray ceza alanı çevresinde cirit atacak" dese "hadi be" diye terslerdim...
Hadi Galatasaray olarak ilk yarıda uzatmanın son saniyesine kadar pozisyona bile giremedin, bunu da kabul edelim de, bu kadar pozisyonu nasıl verirsin, onu kabul etmek mümkün değil...
Hadi Konya golünde Muslera hatalı... Bir yaptı, iki yaptı, üçüncüsünde takımını yaktı da, diğer oyuncular ne yaptı, rakibe bu kadar pozisyonu nasıl verdi...
İşin gerçeği apaçık ortada... Galatasaray orta alanını Melo ile Selçuk'a teslim ederken, Konyaspor bu alanı en az beş futbolcu ile kontrol etti...
Fenerbahçe’nin coşkusunu, iştahını, baskısını anlatmak için başka ifade bulamıyorum... Maç başladı, Fenerbahçe adeta “aç kurtlar” gibi saldırdı...
Gaziantep şaşırdı, bocaladı, panikledi, kendine gelene kadar, “geçmiş olsun”, Fenerbahçe ilk pençeyi attı...
Fenerbahçe’yi bu sezon farklı kılan galiba şu; rakibin topu almasına izin vermiyorlar... Mutlaka hamle üstünlüğünü alıyorlar, ilk topa müdahale ediyorlar... Böylece rakibe top yapma, oyun kurma, nefes alma şansını vermiyorlar...
Fenerbahçe’nin en büyük şanslarından biri de, Alper ve Salih gibi, çok genç, ayağına çok hakim, müthiş adam eksilten olağanüstü yeteneklere sahip iki futbolcusunun olması...
Nitekim gollerin başlangıcına baktığımızda önce Alper’i, sonra Salih’i gördük...
Bir başka şans; Sow gibi. Emenike gibi ele-avuca sığmaz iki hücum adamına sahip oluşu... Emenike’yi, özellikle Sow’u kendi ceza alanından top çıkartırken de, rakibi kovalarken de, golü atarken de gördük... Hani “herşey dahil” modası var ya, tıpkı öyle... Savunma deseniz var, hücum deseniz var, gol deseniz, zaten Allah’ın emri...
Amaaa... Kocaman bir de ama var... Hazıra dağ dayanmıyor... İlk yarıdaki oyunu ve sonucu yeterli görürsen böyle
Ersun Yanal, her galibiyetten sonra “biz 24 kişiyiz” diyor... Sayısal olarak düşündüğünüzde haklı... Ama oynamayanlarla, onların yerine oynayanlara baktığınızda ortaya ciddi bir sorun çıkıyor... Kalitede sorun çıkıyor, en önemlisi oyun anlayışında sorun çıkıyor...
Nitekim Emre ile Selçuk Şahin, iki oynamayan Mehmet Topal ile Meireles’in yerini doldurmakta zorlandılar. Uzun süredir oynamayan Cristian’ın da katılımı, Fenerbahçe’nin geçmiş yıllardaki “yan pas” illetini hatırlattı... Emre’nin gayretine ve zorlamasına rağmen hatırlattı...
Aslında ilk yirmi dakikada mükemmel bir başlangıç yapıp, mükemmel bir gol attı Fenerbahçe... Ancak Azofeifa’nın göz kamaştıran frikik golünden sonra ciddi biçimde bocalamaya başladı Fenerbahçe...
Hattı hızlı Erciyes ataklarında bazen iki-üç adamla yakalandı... Ama Egemen başta olmak üzere çok kritik müdahaleler, yeni tehlikeleri doğmadan bitirdi...
Bu maçın en dramatik tarafı, hiç kuşkusuz hakem Halis Özkahya ile ilgiliydi...Gözünün önünde Caner’i atamadı, O’nun yapamadığını hocası Ersun Yanal yapıp Caner‘i hemen oyundan aldı... Devrenin bitmesine iki dakika vardı, onu bile beklemedi Ersun Hoca...
Ersun Hoca bir anlamda hakeme “sen
Milli Takımı hasta ettik, komaya soktuk, baktık “Allah’tan umut kesilmez” noktasına geldi, “kurtar bizi hoca” diye Fatih Terim’e sarıldık... Allahı var, Hoca sihirli dokunuşlar yaptı... Altı maçta sadece yedi puan toplayan milli takıma, üç maçta dokuz puan kazandırdı... Milli takımı çok kısa sürede bambaşka bir havaya soktu...
Ama hataları düzeltseniz bile, bıraktığı izleri yok edemiyorsunuz... Açtığı yaraları hemen kapatamıyorsunuz...
Unutmayalım, bu takım kendi sahasında, kendi ülkesinde Macaristan gibi, Romanya gibi sıradan takımları yenilmese, Hollanda mağlubiyetine rağmen Play-Off oynamaya çoktan hak kazanmıştı...
Sonuçta milli takım dün akşam kaybetmedi... “Şimdiki zamana” değil, “geçmiş zamana” kaybetti...
Ama yeni turnuvalarda, yeni ıskalar geçmemek için gözümüzün içine batanları söylemeliyiz... Milli takımın iştahına, mücadelesine sözüm yok...
Ancaaak... Allah aşkına yediğimiz gollere bakın... İlk golde Robben’den armut gibi bir frikik atışı, yumuşacık bir top, iki stoperimizden önce Semih, sonra Ömer ıskaladı...
İddia ediyorum dün akşam U20’ler, A takımları dahil, oynanan 40-50 maçta böyle bir gol yiyen ikinci bir takım bulamazsınız... Hollanda antrenman
Juventus maçından sonra yorum yazarken “Gelen gideni arattı mı” diye başlık atmıştım... Şimdi Akhisar maçından sonra diyorum ki, “Gelen gideni arattı... Hem de çok arattı...”
Fatih Terim takımı, önlem alır ama korkmazdı... Fatih Terim takımı kötü oynasa da yürüyerek oynamazdı... Fatih Terim takımı tempo yapmadan maç tamamlamazdı... Fatih Terim takımı, atamasa da, pozisyona girmeden maç bitirmezdi...
Bir de Akhisar maçına bakın... Rakip takıma saygılar, sevgiler de, Juventus’la mı oynuyorsun be kardeşim... Orta alanın bir yanında Sabri, diğer yanında Ceyhun... Bu ne korku böyle... Sonra tek pozisyona girmeden, abartısız tek pozisyona girmeden devreyi tamamlıyorsun...
Galatasaray takımının bir maça yürüyerek başlayıp, yürüyerek bitirdiğine ilk defa tanık oluyorum... Kardeşim maçtasın maçta... Kendini “Pazar günü sağlıklı spor yürüyüşünde mi” sanıyorsun...
İşin en kötü tarafı... Berabere kaldığı maçlar dahil, Galatasaray’ın futbolunun keyifli bir tarafı vardı... O da elimizden avucumuzdan uçtu gitti... Sonuç deseniz yok, heyecan deseniz yok, pozisyon deseniz hiç yok...
Galatasaray seyircisi, Galatasaray camiası böyle bir futbol anlayışını kabul etmez, haberiniz
Gidenin arkasından bakarsan, geleni göremezsin... Giden, Fatih Terim ise elbette bakacaksın, belki için için yanacaksın... Ama gelen de “sinek ikilisi” değil ki... Avrupa’nın iddialı takımlarının iddialı hocalarından biri olan Mancini...
Fatih Hoca’nın Real Madrid karşısına çıkardığı “ intihar mangası “na benzeyen on birin aksine, Mancini “Duvar örecek” bir takımla sahaya çıktı...
İki bekin önüne Riera ile Bruma yerleştirmesi akıllı bir tercihti... Galatasaray’ın bugüne kadar denemediği bir anlayıştı...
Ama kabul edelim ki, Riera etkisiz kaldı, Bruma, savunma anlayışında çok görünmedi... Hele Eboue ile Hakan Balta çok içeri girince, Galatasaray’ın kanatlarından orta üstüne orta geldi...
Bereket, savunmanın göbeğinde kusursuz oynayan Chedjou ile, Semih şanssızlığından oyuna giren ve iyi oynayan Gökhan Zan vardı...
Maç boyunca göbeğin içine gömülen Melo ile Selçuk’un hakkını da teslim etmeliyiz...
Bazı maçlar vardır, hücum ederek kazanırsınız, bazı maçlar vardır, savunma anlayışıyla zaferi yakalarsınız...