Bazı maçlar vardır; bir dakika içinde bir hata yaparsınız, 89 dakika altından kalkamazsınız... Galatasaray’da maça, kötü değil, “feci kötü” başladı... İlk 10 dakikada fırtınaya tutulmuş tekne gibiydi... Sağa sola yalpa yapıp durdu... Nitekim Kopenhag’ın golü de, direkten dönen topu da bu 10 dakika içinde geldi...
Galatasaray geride kalan 80 dakikada topuyla tüfeğiyle saldırdı, maçı tek kaleye çevirdi. Galatasaray yarı sahası, adeta trafiğe kapandı... Ama Galatasaray ilk 10 dakikadaki faturanın bedelini sonraki 80 dakikada “canını dişine takmasına” rağmen ödeyemedi...
Kopenhag golüne suçlu arayanlar sakın “gariban” diye Aydın’ı “kurban” seçmesinler... Aydın rakibi ile mücadele etti, topu kaybetti... Sonrasında Riera kademeye girmekte zorlandı, gol pasına izin verdi... Sırasıyla Semih, Chedjou, Eboue, önlerinden tıngır-mıngır giden topa müdahale edemediler... O Aydın ki , ilk yarıda önce Burak’ın kafasına, sonra Drogba’nın ayağına kelimenin tam anlamıyla “adrese teslim” iki orta gönderdi... Burak da, Drogba da gözü kapalı gol yapacakları bu iki pozisyonu kalitelerine, golcülerine yakışmayacak şekilde kaçırdı...
Aslında ikinci yarıdaki tek kale maçta, Kopenhag takımı aşırı bunalmasına, aşırı baskı yemesine rağmen, paniklemedi, soğukkanlı kaldı. Allah’ı var, savunmasının göbeği de kusursuz oynadı...
Galatasaray savunmasına kalesine tıngır- mıngır gelen ortayı gol olarak ağlarından çıkartırken, Kopenhag savunması kusursuz oynadı... Zaten öyle olmasa, Galatasaray ne kadar beceriksiz olursa olsun, gol yemeden bu maçı bitiremezdi... Genç Eray, golü atan Braaten’in mutlak bir pozisyonunu önlerken yere yattı, bir daha yere yatmadı... Çünkü top gelmedi...
Peki Galatasaray, bu kadar baskıya rağmen niye gol atamadı... Çok çalışmalarına rağmen, Burak da, Drogba da “beceri” olarak
kalitelerinin çok gerisinde kaldı... Melo gene “aslanlar” gibi oynadı... Bruma hareketliydi ama etkisiz kaldı...
Mancini’nin “bir puana üzülmem” ifadesine sinirleniyordum, “sıfır” çektik... Oysa şu maçı kazansak, şu maçtan üç puanı kapsak, bir üst tur için bileti cebimize koymaya hazırlanıyor olacaktık... Juventus ile belki de formalite maçı oynuyor olacaktık, şimdi final maçı oynayacağız...
Parken Arena’da bu Galatasaray’ı görünce 2000’in 17 Mayıs akşamındaki Galatasaray’ı andım... Hatıralar dört bir yanımı sardı, mutlulukla sarsıldım... Teselli aradım ama ortada, sıradan bir takım karşısında alınan 1-0’lık yenilginin taze gerçeği vardı...
Keşke Parken Arena’daki bu Galatasaray, 2000 yılının O Galatasaray’ı olsaydı ...