Aklın yolu Denizli... Otoriteyi kurmak, Florya’da düzeni sağlamak ve en önemlisi futbolculara kaybettikleri özgüveni kazandırmak adına Denizli’den daha iyisi olmaz. Kupalara alışkındır ama bana göre bu sezon üç kupa çok zor
Ligden bir hafta uzaklaştık, bir anda nelerle karşılaştık. Üç kupa kazandıran, dördüncü yıldızı getiren Galatasaray’ın medar-ı iftiharı Hamza Hamzaoğlu gitti, diğer gururu Mustafa Denizli geldi.
Duayenimiz Şansal Büyüka ile söyleşimize başlarken, ilk sorumuz, Hamzaoğlu için oldu. Bir Umut mu buralara getirdi bu işi!
Sevgili Bilal “ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane” diye meşhur bir özdeyiş var. Hamza Hoca’nın ayrılışında da Umut meselesi falan bahane... Hoca’nın dik duruşu, yönetime rağmen bazı açıklamalar yapması, özellikle yönetimdeki genç kuşağın isteklerini görmezden gelmesi ipleri kopardı. Galatasaray’ın son dört hocası Fatih Terim, Mancini, Prandelli ve son olarak Hamza Hamzaoğlu görev sürelerini tamamlamadan ayrılmak zorunda kalıyorlarsa, demek ki Galatasaray Yönetimi adına yanlış giden şeyler var.
Bütün kabahat bu giden hocalarda mı? Herkes yanlış, herkes suçlu da, bir yönetim mi kusursuz... Hocalar gidebilir, futbolun doğasında var bu... Ama Galatasaray vizyonu, Galatasaray kalitesi nerede kaldı? Hamza Hoca üzülmesin... Aslan’ın tarihine Aslan gibi “üç kupalı hoca” diye adını yazdırdı. İsteseler de silemezler... Hamza Hoca’yı gönderenleri yarın hatırlayan olmaz ama Hamza Hoca’nın üç kupalı şampiyonluğunu on yıl, yirmi yıl sonra da konuşur, mutluluktan kendinizden geçersiniz. Bu miras Hamza Hoca’ya yeter...
Ve gelelim Mustafa Denizli’ye... Galatasaray’da ne yapar, ne yapamaz? Sarı-kırmızılılar yine üç kupa beklesin mi?
Mustafa Denizli tartışmasız doğru bir seçim... Yabancı gelse ne yapacak? Türkiye’yi tanımaz, ligi bilmez, futbolcuları bilmez, Florya’da düzeni ve otoriteyi sağlayamaz. Sonuçta “Aklın yolu Denizli...” Mustafa Hoca, Galatasaray’ın sadece hocası olmaz adeta CEO’su olur... Otoriteyi kurmak, Florya’da düzeni sağlamak ve en önemlisi futbolculara kaybettikleri özgüveni kazandırmak adına Denizli’den daha iyisi olmaz. Unutulmasın, Fatih Terim’siz ya da Ali Dürüst-Abdurrahim Albayrak’sız, Florya’da düzen asla kurulamadı. Sevgi, saygı, düzen ve otorite asla oluşmadı.
Ateş çemberinde
Denizli üç kupayı da alır mı sorusuna gelince; Denizli kupalara alışkındır ama bana göre bu sezon üç kupa çok zor... Şu unutulmasın, geçen sezon son haftalara beş puan önde girip panik yapan bir Beşiktaş ve futbolcu düzenine teslim olan bir Fenerbahçe vardı. Bu sezon pabuç pahalı... Şu görüntü ile Beşiktaş ve Fenerbahçe bu işin peşini bırakmaz. Ayrıca umarım geçen yıl Denizli’ye pankart açanlar, açtıranlar bu yeni dönemde köstek olmazlar. Unutulmasın, camialar özellikle son yirmi yılda çok değişti ve her camiada “hoşgörü” yerini ciddi bir “acımasızlığa” bıraktı. Sıradaki üç maç da Kasımpaşa, Bursaspor, Beşiktaş... Anlayacağınız Denizli, daha ilk adımında “Ateş çemberi”nde...
Antalya maçını konuşmak gereksiz. Bugün bir Atletico Madrid karşılaşması var ve takımı yine Orhan Atik ile Taffarel çıkaracak. Denizli, bu maça çıkmayarak neyi düşünmüş olabilir. Malum Şampiyonlar Ligi’nde Galatasaray’ın en önemli karşılaşması...
Sevgili Denizli “maçtan daha önemli işlerimiz var” dedi ama Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki “Devam mı, tamam mı” kararının belirleneceği maçtan daha önemli ne olabilir ki... Ancak Burak yok, Selçuk yok, takım iyi değil, Denizli henüz yüzde yüz kontrolü altına almadığı bir takımla sahaya çıkıp olası bir yenilgi ile işe başlamak istemez ki, bu da doğal... Ayrıca bu sezon Avrupa Ligi’nde devam etmek, gerçekçi olmak gerekirse hem Galatasaray’ın, hem Denizli’nin daha çok işine gelir.
Küçük dokunuşlar!
Gazetelere baktıkça şunu hissediyorum; Başkan Aziz Yıldırım takıma ve oyun anlayışına, şu anda kimseye rahatsızlık vermeyecek küçük dokunuşlar yapmaya başladı sanki... Telkinler, nasihatler, yüreklendirmeler, doğru kadroyu bulma konusunda görüşler...
Fenerbahçe gelenekleri(!) bozdu ve bu sezon ilk kez üç gol birden atma başarısını gösterdi. Bunun yanında Beşiktaş’ı takibe devam etti.
Milli maç arasının ardından Fenerbahçeliler mi çok değişti, yoksa karşısında Mersin İdman Yurdu gibi bir rakibin bulunması mı etkiliydi?
Mersin’in kötülüğü, Fenerbahçe’nin iyi oyununu gölgeleyemez. Çünkü Fenerbahçe’nin bu maçta futbol aklını değiştirdiğini gördük... Neydi onlar? 1. Hızlı hücum etti. 2. Nani, çalım illetini bırakıp tek topa döndü. 3. Diego sorumluluk aldı ve adam eksiltti. 4. Alper dikine oyunu ve rakip eksiltişiyle hücuma zenginlik kattı. 5. Şimdiye kadar savunmaya gömülen iki ön libero Mehmet Topal ile Souza bu kez hücumu da hatırladı. 6. Bütün bunların sonucunda Fenerbahçe’nin futbolu “hiç pozisyon vermedik” ten , “ne çok pozisyona girdik” e döndü...
Sarı-lacivertlilerin fark bulmasına rağmen taktik değişiklik olmadığını görüyoruz. Anlaşılan Pereira böyle devam edecek, bildiği doğrudan şaşmayacak.
Sevgili Bilal, Pereira için kullandığın “bildiğinden şaşmayacak” ifadesine katılmam. Fenerbahçe, Mersin maçında ezber bozdu ve gerçek kimliği olan hızlı hücuma, dikine oyuna ve bol pozisyon yaratma anlayışına döndü. Ancak bildiğim en ufak birşey olmamasına rağmen, gazetelere baktıkça şunu hissediyorum; Başkan Aziz Yıldırım takıma ve oyun anlayışına, şu anda kimseye rahatsızlık vermeyecek küçük dokunuşlar yapmaya başladı sanki... Telkinler, nasihatler, yüreklendirmeler, doğru kadroyu bulma konusunda görüşler...
Topal bir numara
Karşılaşmanın en iyisi olarak görülen Mehmet Topal’a ayrı bir paragraf açmak gerek herhalde...
Mehmet Topal için herkes ayrı bir paragraf açabilir ama ben açmam. Zaten Mehmet Topal için bende o paragraf tam iki yıldır açık... Her programda, her yazımda öne çıkarıyorum... Bizim ligin en istikrarlı, en yararlı bir numaralı oyuncusu... Son Mersin maçında şu da dikkatimi çekti; Mersin golünden sonra Kjaer, Mehmet Topal’a söyleniyor, dönüp bakmıyor bile... Kjaer maç sonu söylenmeye gene devam ediyor, Topal oralı bile olmuyor...
İyi oyunculuğu, istikrarı bir yana, adamlığı, kalitesi de ciddi anlamda öne çıkıyor.
Haftanın takımı: Fenerbahçe
Haftanın futbolcusu: Oğuzhan (Beşiktaş), Alper, Mehmet Topal (F.Bahçe)
Haftanın teknik direktörü: Cihat Arslan (Akhisar)
Haftanın hakemi: Onur Karabaş (Konya-Eskişehir), Ali Palabıyık (Galatasaray-Antalya)
Yarın çok geç olmasın
Trabzonspor’da sürpriz bir çıkış oldu, Şota Arveladze evinin yolunu tuttu. Bu takım dört hafta sonra Sadi Tekelioğlu ile kazandı. Sadi Hoca’nın, kendilerine güvenilmemesi hakkında söylediklerini yorumlasak...
Sadi Hoca’yı bu kuşaklar tanımaz. Gerçek bir Trabzonspor sevdalısıdır... Katıksız bir Trabzonsporludur... İthal Trabzonsporlulara benzemez. Karadenizli zekasının tüm inceliklerine sahiptir. “Üç puan değil, 33 puan aldık” ifadesi, bugüne kadar Trabzonspor gerçeğini anlatmak adına kurulmuş en güzel cümledir...
Şota’nın gitmesine gelince... Trabzonspor’da her üç beş ayda bir hoca değişiyor ama sonuçta bir şey değişmiyor. Demek ki, Trabzonspor’da değişmesi gereken başka şeyler var. Sürekli değiştiriyorlar ama değiştirilemiyorlar. Çok ilginç...
Bordo-mavilileri seçimlerde nasıl bir yönetim, nasıl bir başkan bekliyor. Bu düzen böyle devam eder mi, yoksa yeni bir sayfa mı açılır?
Trabzonspor camiası doğru yolu bulmuşa benzemiyor. Aralık ayındaki genel kurul sanki yeni bir karambolün, kaosun, çıkmazın habercisi gibi... Trabzon’da çok eski, çok köklü dostlarım var. Bunlar Trabzonspor’u Trabzonspor yapan adamlar... Parasal durum için “felaket” diyorlar. Daha kongreye üç hafta var, şimdiden silahlar patlamaya başladı bile... Beyler ne oluyoruz, Trabzonspor’un saygınlığına hiç mi saygınız yok... Kültür kenti, medeniyetler kenti, hoşgörü kenti, zekanın, hırsın başkenti Trabzon nasıl oldu da böyle silahlarla anılır bir şehir haline geldi? Akil adamlar Trabzon’un ve Trabzonspor’un saygınlığı adına lütfen iş başına... Artık “Ben” demeyi bırakın “Biz” anlayışının etrafında toparlanın... Yarın çok geç olmadan, Trabzonspor elden gitmeden...
Güneş niye gergin?
Şenol Hoca’da ligin başladığından bu yana bir gerginlik görüyorum. İşler çok iyi gitmesine rağmen bu gerginliği üstünden atamıyor. Bu gerginlik devam eder ve ligin sonlarına doğru takıma da yansırsa hem Beşiktaş’a, hem Şenol Hoca’ya yazık olur
Beşiktaş’ın zirveyi kolay kolay bırakmaya niyeti yok. İyi de oynasa, kötü de oynasa bir şekilde kazanmayı başarıyorlar. Sivas karşısında da bu gerçekleşti. Rakip de fırsatlar buldu ama Kartal’ın istediği oldu.
Siyah-beyazlılarda diğer kulüplerde olmayan bir ahenk var sanki... Az ve öz futbolcuyla oynuyor ama görev alanlar sistematik bir düzenin dışına çıkmıyor.
Beşiktaş’ın az oyuncuyla oynadığı görüşüne katılmam. Çok ciddi bir yedek kulübesi var... Zaman geliyor Q7 oturuyor, bazen Olcay, bazen Gökhan... Sosa bile çok maçta oturdu. Kerim sonradan oyuna girdiği her maçta harikalar yaratıyor. Necip öyle... Mustafa Pektemek daha forma şansı bulamadı. Cenk Tosun, milli takımın iki golcüsünden biri ama Beşiktaş’ta Gomez’in arkasında bekliyor. Üstelik daha hesapta olmayan Tolgay, Veli var. Beşiktaş’ın kadrosu kısıtlı değil, aksine ligin en zengin, birbirini en iyi tamamlayan kadrolarından biri...
Beşiktaş yedek kulübesinde, birçok takımı kıskandıracak kalitede isimler bulunuyor. Şenol Güneş bunları nasıl hazır tutmayı becerebiliyor? Diğer takımlarda olduğu gibi afra tafra yok.
Şenol Hoca’nın en büyük özelliği bu... Trabzon’da Burak Yılmaz’ı, Selçuk İnan’ı, Egemen Korkmaz’ı az parlatmadı. Bursa’da futbolcuları öyle bir parlattı ki, takımın yarısı transfer oldu. Şimdi aynı şeyleri Beşiktaş’ta yapıyor. Üstelik çalıştırdığı her takım, ligin en golcü takımı oluyor. Bunlar rastlantı olamaz.
İnsan yönetme sanatı
Bunun altında “atın sahibine göre kişnemesi” gerçeği yatıyor. Demek ki, psikolojiyi biliyor, insan yönetme sanatından anlıyor, kendine saygı duyulmasını sağlıyor. Şenol Hoca için boşuna “Türk futbolunun bilge adamı” denmiyor... Bunu hak ediyor.
Ancak şimdi yazacaklarım, Sivas maçından sonraki görüşlerim değil... Sivas maçından iki hafta önce de Milliyet’te bu köşede yazdım. Şenol Hoca’da ligin başladığından bu yana bir gerginlik görüyorum. İşler çok iyi gitmesine rağmen bu gerginliği üstünden atamıyor. Her konuşmada, her fırsatta herkese ayar vermeye çalışıyor. Tamam versin de bunun yeri de maç sonu basın toplantıları değil ki... Üstelik bu gerginlik devam eder ve ligin sonlarına doğru takıma da yansırsa hem Beşiktaş’a, hem Şenol Hoca’ya yazık olur. Baksanıza takım güle-oynaya kazanıyor. Güle-oynaya röportaja geliyorlar ve büyük sempati topluyorlar. O zaman Hoca niye bu kadar gergin?
Son sözü de Atiba’ya ayıralım. Bu kadar sade oynayıp, bu kadar faydalı olmak da meziyet herhalde! Ancak aldığı penaltıya da birkaç kelime söylemek gerek diye düşünüyorum.
İstikrar abidesi Mehmet Topal dedim ya, aynı düzeyde bir başka istikrar abidesi de Atiba... Beşiktaş transfer döneminde Atiba’yı satıyordu, son dakikada yanlışın kapısından döndü. Ben bir kupa maçı hariç Atiba’nın Beşiktaş’ı yaktığını hiç görmedim ama kurtardığını çok gördüm, hatta hep görüyorum.
Aldığı penaltıya gelince... Allah aşkına bu konuyu açma... Hep söylüyorum, Hüseyin Göçek orta sınıf maçları iyi yönetir ama üç büyüklerin maçlarını yönetemez. Hakemler maçları kafalarındaki hesaplarla değil, futbolun kurallarıyla ve vicdanlarıyla yönetmeli...