Daha dört gün önce Alanyaspor’u yenemeyen Fenerbahçe‘nin Old Trafford’a gidip Manchester United‘i yenmesi beklenmiyordu ama maçı canlı anlatımla veren İngiliz medyasının ortaya konan oyunla dalga geçmesi ve böyle bir fark açıkcası ağır oldu... Nitekim herşey aklıma gelirdi de Fenerbahçe seyircinin Old Trafford’ta “yönetim istifa“ diye bağırması aklıma gelmezdi...
Ama maça dalmadan bir acı gerçeği ortaya koyalım: İki akşamda dört takımımız Avrupa kupalarında oynadı... Dört maçta, bizim takımlara karşı 5 penaltı atıldı... Böyle bir istatistiğin Avrupa’da bir başka ülkede örneği var mıdır? Fenerbahçe savunması iki dakikada iki penaltı yaptı... Şu Avrupa gecelerinde bu felaketi yaşayan ikinci bir takım olablir mi? Bizim savunmalar, bizim oyuncular Avrupalı hakemleri bizim Süper Lig’in hakemleri sanıyorlar... Bizde çekiyorsun, itiyorsun, indiriyorsun... Avrupalı öyle değil ki... Özellikle arkadan ittin mi, hatta dokundun mu geçmiş olsun... Alper Ulusoy başta, bizim Süper Lig’de maç yöneten hakemler bu penaltıları gördükçe ne düşünüyorlar, açıkcası çok merak ediyorum... Buradan Old Trafford’a geçelim... En iyimser Fenerbahçe fanatiklerinin bile sonuçtan umudu yoktu. Ancak Manchester
Napoli, Avrupa kupalarında tam 18 maçtır kaybetmiyordu... Arsenal’i yendi, Dortmund‘u yendi, Benfica‘ya dört attı... Gelenin gidenin eli boş kaldı... Ama dün akşam karşısındaki takımın Beşiktaş olduğunu hesaplayamadı. 18 maçlık şansı, düne kadar karşısına Beşiktaş‘ın çıkmayışıydı... Hani “Tüfek çıktı, mertlik bozuldu“ misali, Napoli‘nin karşısına Beşiktaş çıktı, İtalyanların yenilmezliği de, fiyakası da sizlere ömür...
Aslında Şenol Hoca, “Kreatif“ Talisca‘yı kenarda oturtup “Dalgakıran“ Necip‘le, yani doğru bir hamle ile, yani sağlam bir orta saha ile oyuna başladı... Ancak Napoli‘nin savunmanın arkasına attığı uzun toplar Beşiktaş‘ın dirençli orta saha hesaplarını ilk yarıda bozar gibi oldu... Nitekim bu ilk yarıda Napoli‘nin tam 12 korner kullanması, bu uzun topların sonucuydu... Özellikle Caner’in kanadının ciddi anlamda zorlandığına ve aksadığına tanık olduk...
Hücumda etkili olan, Mertens’le özellikle iki pozisyonda “yüreğimizi ağzımıza getiren“ Napoli, her Beşiktaş atağında da savunmasında ciddi açıklar verdi... Quaresma biraz daha etkili olabilse, özellikle ilk yarıda Aboubakar son hamlelerde saniye farkı ile geç kalmasa, Beşiktaş iki golden çok daha fazlasını bulabilirdi.
Beşiktaş’ın baskısında, temposunda, oyun iştahında, topu ayağında tutmasında, rahatça pozisyon bulmasında en ufak bir sıkıntı yok... Zaten geçen yıl bıraktığı yerden devam ediyor... Geride kalan sezonun ilk 4 deplasman maçında 3 galibiyet, 1 beraberlik alıp 10 puan toplamıştı... Bu sezon aynı grafik devam ediyor... 4 deplasman maçı 3 galibiyet, 1 beraberlik, toplam 10 puan...
Ama bu sezon gol sayısında ciddi bir indirim var... Beşiktaş geçen yıl 4 deplasman maçında tam 12 gol atarken, bu sezon % 50 indirime gidip 6 golde kaldı... Aslında bu da normal... Geçen sezon Gomez ve Cenk yakaladığını atıyordu... Bu sezon Aboubakar yakaladığını kaçırıyor... Hele Kayserispor maçının 34. dakikasında öyle bir gol kaçırdı ki, adeta “futbol şakası“ gibiydi...
Maçın tek farkta kalmasında, özellikle ilk yarıda Kayserispor kalecisi Muammer‘in kurtardığı en az 6 net pozisyonun rolü büyüktü... Kayserispor’un biri ilk yarıda, diğeri ikinci yarıda iki pozisyonu vardı... 1-0’dan sonrasını bir tarafa bırakırsak, oyun adeta Kayserispor ceza alanı çevresinde oynandı...
Beşiktaş’ın fantastik oyuncuları çok olduğu için takımın, daha doğrusu “futbolun hamalları“ gölgede kalabilir... Böyle olursa Necip’e
Buzullar ve ateş ülkesi İzlanda’da sahaya çıkardığımız on birle, ortaya koyduğumuz futbolla “buz” keserken, sonuç olarak da “ateş”e düştük. Henüz üç maç olmuşken artık önümüzde bize 5 puan fark atan iki takımla, 3 puan fark atan bir başka takım var.
Fatih Hoca bir dönemler “Ben ders almam, ders veririm” demişti. Dediği doğruymuş... Ders alsaydı, daha dört gün önce Ukranya karşısına iki defansif orta saha ile çıkmanın bedelini ne kadar ağır ödediğimizi hatırlar, daha savunma ağırlıklı bir orta saha yapabilirdi.
Diyeceksiniz ki “Daha ne yapsın? Santrfor bile oynatmadı, tam 6 orta saha adamıyla maça çıktı.” Tamam da, o orta saha adamlarından sadece Ozan Tufan ile Kaan Ayhan’ın defansif yönü var. Yasin, Emre Mor, Volkan Şen, hatta Hakan Çalhanoğlu, yeteri kadar rakip karşılayıp, yeteri kadar savunma yapabilir mi?
Nitekim yapmadılar, yapamadılar. Tıpkı Ukranya maçında olduğu gibi, rakip elini kolunu sallaya sallaya orta sahamızı geçti. Hakan Çalhanoğlu demişken, milli forma altında kullandığı duran toplar olmasa Alman Ligi’nin en önemli oyuncularından biri olduğu aklımıza gelmeyecek.
Perşembeden pazara Avrupa elemelerinde tam 41 maç oynandı. Ben dört gün ara ile arka arkaya iki maçta 2
Lafı uzatmaya gerek yok... İlk yarıda saçma- sapan işlerle, yanlış dizilişle, yanlış tercihlerle Ukranya‘ya 2-0’lık üstünlüğü biz ikram ettik... İkinci yarıda yanlışların büyük bölümünden dönerek, hırsımızı ve enerjimizi bularak 2-2‘yi de biz yakaladık...
Hani “kendim ettim, kendim buldum“ misali... Baktığınızda, ağır bir yenilginin altından kalkmak gerçekten önemli... Ama o ağır skora yakalanmak da milli takım adına çarpıcı biçimde düşündürcü...
Aklıma takılanlar var:
1 - Bugün Almanyalar, İspanyalar, İtalyalar, Avrupa’nın en güçlüleri çift santrfor oynamazken, biz oyuna Cenk- Enes ikili forveti ile başlayıp orta sahayı niye bir eksik ve bu kadar güçsüz bıraktık?
2 - Mehmet Topal son Hırvatistan maçında geri dörtlünün ortasında kusursuz oyunu ile hayranlık uyandırmışken, hangi gerekçe ile bu maçta orta sahaya çekildi?
3 - Bu Ömer Toprak, Almanya liginin değeri 20 milyon euroyu aşan stoperlerinden biri olmasına rağmen, bizde her milli maçta nasıl olur da bir saçmalık yapar... Son maçında kırmızı kartla oyun dışı kalmıştı... Dün de bir aceminin bile yapmayacağı bir penaltıyı yaptı...
4 - Alman hakem, haklı olarak bu penaltıyı verirken, Emre Mor‘a üç dakika içinde yapılan iki penaltıdan
Galatasaray adına, futbolda unutulmuş ne varsa, hepsini hatırladığı bir maç oldu... Aslantepe’de onbinleri unutmuştu, hatırladı... O tribünlerin “Oley“ çekmesini çoktan unutmuştu, hatırladı... Daha çok şey hatırladı... Selçuk İnan‘ın tam bir yıl sonra yeniden frikik golü atmasını, Podolski‘nin uzun sakatlık döneminden sonra iki füzeyle sahalara dönmesini... Futbol adına unutulmuş ne varsa, hepsini hatırladı Galatasaray...
Bakmayın ilk yarının Antalyaspor üstünlüğü ile kapandığına... Bu yarıda sahanın her dakikasında ve her yerinde Galatasaray vardı... Antalyaspor belki de ilk ciddi atağında golle buluştu... Oysa Galatasaray bu yarıda yüzde 72’ye yüzde 28‘lik topla oynama oranıyla zaten maçı Antalya ceza alanı üstüne yığmıştı... Ancak şutların teki bile çerçeveyi bulmadı, Eren Derdiyok da Antalya‘nın iki uzunu Diego ve Chico tarafından bir pozisyon dışında çok iyi kontrol edildi...
Bruma, Antalya karşısında gene “rüzgarın oğlu“ gibiydi... Yakıp yıkıp geçti... Deli dolu bir hız değil bu... Her metresinde “geliyorum“ diyen bir tehlikenin işaretleriyle Antalyaspor‘un üstüne kâbus gibi çöktü... Öyle ki Podolski’ye attırdığı ikinci Galatasaray golünde Celustka‘nın kendisine faul
Keşke bu iş bir sorun yumağı olmak yerine baba-evlat ilişkisindeyken çözülebilseydi. Benim bildiğim, Fatih Terim zaten Arda’yı kadroya almaya hazırlanıyordu. Ama Arda’nın NTV’deki röportajından sonra Arda’yı bu kadroya davet etse, otoritesi yerle bir olurdu.
Bu şunu gösteriyor: Bu kadar formda bir Arda aday kadroya çağrılmıyorsa, demek ki Fatih Terim görev yaptığı sürece bu kadroda kolay kolay olmayacak.
Fenerbahçe’nin 2014’te şampiyon olduğu yıldan bu yana “yüreğini“ bu kadar ortaya koyarak oynadığı bir başka maçı görmedim... Bir başka sonuç olsa da bu görüşüm asla değişmezdi... Fenerbahçe iki yıldır kaybettiği yüreğini, mücadelesini, hızlı oyununu kendi liginde 7’de 7 yapan Feyenoord karşısında yakaladı... Öyle ki o “yenilmez“ Feyenoord’u özellikle ilk yarıda yedi bitirdi... Fenerbahçe’nin ve maçın tek golü için “Kuyt’ın büyük hatası“ demek, Lens’in ölümüne mücadelesine haksızlık olur... Elbette Ozan‘ın asisti değerli, elbette Emenike‘nin gol olan vuruşu çok daha önemli... Ama asisti de, golü de değerli kılan, Lens‘in olağanüstü bir çabayla Kuyt’ın ayağından o topu çalması oldu... “Kuyt kaybetti“ diyenlere, ben de “Lens kazandı“ diyorum...
Aslında Lens ve bütün Fenerbahçe takımı 70 dakika boyunca sahanın her yerinde ve her saniyesinde tam saha baskı uyguladı... Fenerbahçe’de biz bu baskıyı çoktan unutmuştuk... Bu maç Fenerbahçe’nin unuttuklarını hatırlama maçıydı... Tam saha baskı, gücünün son damlasına kadar mücadele, profesyonelliğe rağmen “adanmışlık“ duygusu, hepsi vardı Fenerbahçe’de...
Doğal olarak son yirmi dakikada Fenerbahçeli oyuncular yorgunluktan adeta “bitme“