Bu hafta sonu çocukluk ve gençlik dönemimde ilk defa baba dostluğu nedeniyle tanıdığım Ajda Pekkan’ı gördüm. Şimdilerin Caddebostan Migros’u 65’li yılların Caddebostan Gazinosu olduğu dönemde çok popüler olan dans yarışmalarının yapıldığı bir salı gecesinde tanımıştım onu. Sahnede yılların eskitemediği Roberto Lorano orkestrası vardı.
Misafir sanatçı olarak davet edilen Ajda’nın sahneye çıkarken babetlerini çıkarıp çaça topuklu ayakkabılarını giymesi hafızamda kalmış. Konserden sonra bu anıyı paylaştık. Söz meşhur ayakkabıcı Kadıköylü Erol’a geldi; öğrendim ki beş yıl önce vefat etmiş dostumuz.
Şefimiz Romanyalı Daniel Gethu’nin başarılı yemeklerini yerken sohbet koyulaştı. Suadiye’de gittiğimiz dağ diskoteği, sahibi Muzaffer’i, Budak Sineması’nı, o yıllarda Bağdat Caddesi’nde gençlerin buluşma mekanı olan Rasim Pastanesi, Suadiye vapur iskelesinin yanındaki Reşat Kulübü...
Bodrum hayatını, severek yemek yediğimiz Bodrum’un Elvino’sunu, tekne yaşamını, özel hayatımıza müdahaleleri daha neler neler konuştuk...
Şimdi gelelim hafta sonu Girne Merit Crystal Cove Hotel’de verdiği konsere. Hakikaten muhteşemdi. Yıllar önceki Ajda ile bugünkü arasındaki fark; onun yıllarla
2000’li yılların başında Kuzey Kıbrıs’ta turizm çeşitliliğine rastlanmıyordu. Deniz, kum, güneş ve şans oyunları için yeşil ada cazipti. Merit’in önderliğinde Türkiye’deki bazı acenteler kongrelerini Girne’de yapma konusunda çaba harcamaya başlamışlardı. Bunlardan biri de Prokon Acentesi ve sahibi değerli dostum, büyük koleksiyoner Erdoğan Girav’dı.
Erdoğan Bey’in harita, eski daktilo ve İstanbul kitapları koleksiyonlarının yanı sıra yiyecek ve içecek konusundaki derin bigileri beni çok etkilemişti. Yaptığı kongrelerin öncesinde ve sonrasında hep rakı sohbetlerini, mezeleri konuşur, meyhanelerden bahsederdik.
Baba disiplini üzerine kurulmuş
Yıllar sonra kızım Aylin Arar’ın mücevher tasarladığıı bir müşterisinin tavsiyesiyle Mana’yı keşfettik. İçeri girdiğimde duvarları süsleyen objeler adeta tanıdığım, bildiğim parçalardı. Sahiplerinin kim olduğunu sorduğumda aldığım cevap, yanılmadığımı gösterdi. Mekan, Girav ailesinin bir işletmesiydi. Her şey o babanın titizliği ve disiplini üzerine kurulmuştu.
En hoşuma giden iki unsurdan biri, masaya getirilen ve sırasıyla isimleri söylenen, alışmış olduğumuz klasik kadeh, onun biraz kısa boylusu olan kesme kadeh ve kesme kadehin
Geçtiğimiz hafta ilk defa gittiğim San Francisco’da dört gün geçirdim. Enteresan bir şehir fakat sizlerle Amerika’nın en güzel şehirlerinden birini gördükten sonra İstanbul Boğazı’nı paylaşmayı uygun buldum; zira birbirlerine bazı yönlerden benziyorlar.
Şu anda haftanın en az iki günü yürüyüş yaptığım bu güzel şehrin en sevdiğim noktasını, diğer bir deyimle incisini masaya yatırmak istedim...
Sahil yoluna Beşiktaş’tan girince düzensiz inşaat malzemesi satan dükkanlar, üniversite kampüsü ve sırayla liseler, meslek okulu, sıkışan trafik, yüksek duvarlar ve köprünün muhteşem ayakları, İstanbul gece hayatının son derece başarılı iki mekanı Reina ve Sortie...
Kuruçeşme’den başlayıp Rumeli Hisarı’na kadar giden sahil yolu... Şimdi bu eşsiz manzaralı yola bakalım; en şık restoranlar burada.
Bebek, İstanbul’un en pahalı emlaklarının bulunduğu bölge, ayrıca alışveriş konusunda da hareketli sayılır.
Fakat biz dünyanın en kıymetli değerlerinden biri olan bu pırlanta gerdanlığı nasıl kullanıyoruz?
Her bankın altı kuruyemiş çöpleriyle ve balıkçıların bıraktığı pisliklerle dolu. Seyyar çay ocakları, deniz kenarındaki gecekondu bozuntusu kabinlerdeki şantiyeler, bitmeyen sahil
Eski yıllarda İstanbul’da düğünler genellikle semt düğün salonlarında limonata ve kuru pastayla yapılırdı.
Caz yapan orkestralar ise geceye eşlik ederdi. Ana tema dans etmekti; gece kesilen pastanın dağıtımıyla sonlanırdı. Zengin ailelerin adresi ise ya Pera Palas ya Tokatlıyan ya da Taksim Belediye Gazinosu’ydu. Buraların tercih edilme sebebi; yerleri, hafif içki verilmesi (vermut, nane veya muz likörü) ve de en önemlisi merdivenleriydi. Her genç kızın rüyasını süslerdi o yuvarlak merdivenlerden nedimeler eşliğinde inmek.
Bugün ise olay tamamen değişti. Çok yıldızlı oteller ve düğün dernek mekanları yenilendi ve farklı bir sektör oluştu.
Bu yazımda sizinle alanındaki öncülerden Portaxe’i paylaşacağım.
Bizim cumartesi kahvaltı grubu sevgili dost Fikret Ercan önderliğinde bu hafta Rumelihisarı Nezih’de toplandı. Benim ilk gidişimdi. Enbe Orkestrası’nın şefi Behzat Gerçeker tam masaya gelecek yemeklerin nefasetini anlatırken, meslektaşı Tayfun Topal’ın kendisinden daha yakışıklı kardeşi İbrahim Topal yanıma geldi ve bana tek kişilik dev ordu Galip Öztürk’ü tanıştırdı.
Öztürk, Güneydoğu’nun en zengin mutfağına sahip Gaziantep’te yemek kültürünün içinde doğup büyümüş ve kartal gözleriyle her yeri devamlı kontrol altında tutan aşçılık kökenli bir işletme uzmanı.
Size Nezih’e gelip masaya oturmak düşüyor; ne garson çağırmak, ne de çay istemek var. Her şey bir sistem dahilinde ilk beş dakikada masanızda oluyor.
Kahvaltılıklarda dil peyniri, böğürtlenli lor, beyaz peynir, tereyağı, süzme ve petek bal, Bodrum mandalina reçeli ve vişne reçeli temeli oluşturuyor.
Yine muhteşem bir tat olan nohut piyazı, Antep yöresinin kırma çekirdeksiz yeşil zeytini, yeşillik tabağı, domates, salatalık söğüş, ailenin bağında yetişen hönüsü üzümünün güneşte kurutulması sonrasında fırınlama metoduyla yapılan pekmez ve de ayrılmaz parçası tahin, yöresel peynir, pişi, semsek böreği, kiremitte
Sizlerle bu hafta dünyada en sevilen şehirler arasında ön sıralarda yer alan Venedik’i paylaşmak istiyorum. Adriyatik Denizi’nin kuzeybatı ucundaki küçük kara parçalarından oluşan Venedik’te, 120 küçük ada ve 170’ten fazla kanal var. Şehir hayatının ana atardamarı büyük kanal. Bu güzel kente tren ve karayoluyla gelenler, bu büyük su yolunu kullanarak masal şehre yayılıyorlar.
En güzel bina hangisi derseniz tek kelimeyle Ca’d’ORo (Altın Evi) derim. Zarif dış yüzey kaplamasıyla dikkatleri üzerine topluyor.
Kanallar arasında kuğu misali süzülen gondollar, Venedik’in sembolü olarak kabul ediliyor. Özel kıyafetli gondolcuların bir kısmı aryalar ve korna yerine “Geliyorum” haykırışlarıyla dikkat çekiyor. Şehrin en canlı alışveriş merkezi Merceria, en büyük meydanı ise San Marco. Burası orkestraların konser verdiği kafeleri, sıra sıra dükkanları ve Venedik tipi seyyar tezgahlarla ciddi turist trafiğinin merkezi.
Venedik lagününün kuzeydoğu ucunda, cam işçiliğiyle ünlü Burano Adası yer alıyor. Kentin doğu kıyılarının açıklarında ise çeşitli boyutta oteli barındıran ve geniş kumsallarıyla sevilen bir tatil beldesi olan Lido Adası bulunuyor.
Şehrin tarihi yemekleri burada
Şimdi
Son defa yedek subaylığımı yaparken bu ibareyi rahmetli annem Süheyla Hanım’a ve sevgili kardeşim Gülnaz’a yazdığım mektuplarımın başına koyardım ‘Bu bir asker mektubudur’ diye.
Bugün size sizlerle geçtiğimiz gece Kıbrıs Merit Lefkoşa Hotel’de yaptığımız muhteşem Kıbrıs buluşması’nı bir başlıkla vermeyi arzu ettim. Evet, gelelim şimdi tarihi muhteşem geceye. Tüm Kıbrıs protokolü en üst seviyesiyle, sivil toplum ve iş örgütlerinin çoğunluğu, iş adamları, politikacıların hepsi tam kadro aramızdaydılar. Genç Tv’nin canlı yayını ve gerçekleştirdiği söyleşiler bütün gece devam etti. Otelin zarif müdüresi Mine Gürses hanımefendi her an her yerdeydi. Aslında gecenin mimarı sevgili kardeşim Sefa Karahasan’ın eminim artık bu gece ne yapacağız? Nasıl geçecek? Bir şey aksar mı? soruları son bulmuştur.Tek kelimeyle yanlız başına dev bir ordu gibi büyük buluşmayı gerçekleştirdi.
Genel Yayın Yönetmenimiz Fikret Bila’nın konuşması son derece anlamlı, geceyi ve Milliyet’in Türk ve Kıbrıs insanını üzerindeki değerini, kıymetini açıklar haldeydi. Aslında bu işe en çok sevinen, mutlu olan insanlardan birisi de bendim. Zira sizler gazete çıktığı gün dokunarak, elinize alarak okuyordunuz. Ben
Bugün benim yazı günüm değil ama Türkiye’yi derinden yasa boğan Ankara’daki üzücü olay, beni sizlerle birlikte olmaya itti. İnsan hep keyifli yazılar yazmak istiyor. Ama ülkemizin içinde bulunduğu durum istemesek de bizi bazen bu tarz yazılara da itiyor. Geçtiğimiz cuma günü sanatçılığı yanında hocalığını ve gastronomideki üstatlığını çok takdir ettiğim saygıdeğer dostum Candan Erçetin’le Kıbrıs Merit Royal Hotel’de bir kahve içtik. Kendisiyle ne zaman sohbet etsek konuşmamızın yüzde 80’i ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel konularını tartışmakla geçer. Ve sohbetimizin sonunda mutlaka her ikimiz de belli dersler alır, bilgi dağarcığımızı artırırız.
Konser için tüm hazırlıklar yapılmıştı
Sohbetimizin ortasında gözümüz duvardaki dev televizyonda geçen alt yazıya takıldı. Gene şehit haberiydi. Ertesi gün öğle yemeğinde buluşmak üzere anlaştık. Şirketimizin tüm organizasyonlarını yöneten sevgili Leyla Meşulam ve Kıbrıs’taki çok değerli dostum yazar Dilek Orhan’la birlikte öğle yemeği yiyecektik...
Fakat heyhat!
Saat 10.00’da Ankara’da vuku bulan ve hepimizi derinden yaralayan menfur olay dolayısıyla üzgün bir şekilde masaya oturduk. Herkesin gözü televizyondaydı tabii ki.