Nişantaşı, özellikle pandemi sonrası dönemde çok farklı sektörlere ev sahipliği yapmaya başladı. Bir çatı altında restaurant/lounge, SPA, medikal klinik ve ev rahatlığı sağlayan otelin bulunduğu bir kompleksten söz etmek istiyorum. Bu kompleksin yaratıcılarından ikisi, Almanya’da çok sayıda Türk barındıran Köln’den, birisi has ve has Nişantaşı’ndan.
Aslında komplekse baktığınızda ilk anda yadırgasanız bile, sağlık turizmi için gelen kişiye aradığı tüm konfor şehrin kalbinde sağlanmış. Bütün ihtiyaçları da elinin altında...
Gün boyu servis
Üç ortaklı mekanın sahiplerinden girişimciler Okan Sayraç ve Altan Kavas, kariyerlerinden şu sözlerle bahsetti: “Almanya’nın hemen hemen her şehrinde tekstil, ayakkabı mağazalarımızla hizmet veriyoruz. İstanbul’da Gymline adında daha önce açtığımız bir spor salonumuz var. Almanya’daki misyonumuzu tamamladığımızı düşünüyoruz. Hedeflerimizin arasında Türkiye’ye dönmek hep vardı. Kafe-restoran olarak da ilk yatırımımızı gerçekleştirmiş olduk.”
Mayson&
Arnavutköy, çok eski yıllardan beri balık lokantalarının, tavernaların, Bulgar sütçü kapanana dek kahvaltıcıların, bahçelerinden taşıdıkları salata, maydanoz ve turp satan bahçıvanların mekanıdır. Şimdilerde artık inşaat sektörüne yenik düşen bostanlar ve vefat eden ya da göç eden sütçülerden sonra elde bir tek balıkçılar ve 1-2 taverna kaldı.
Bu yazımda size Arnavutköy’ün balıkçılarından biri olan Revma’dan bahsedeceğim. Kelime anlamı olarak ‘Büyük Arnavutköy’ün Rumca’sıymış.
Sahibi Ediz Tuncay, Türkiye ile Amerika arasında tekstil ihracatı yapıyor, mortgage krizi sonrası bu işleri bırakıp tamamen tekstil ve finans sektöründeki faaliyetlerine ara veriyor. Yaptığı inşaat işleri de vaktinin tümünü doldurmayınca, yeni bir arayışa giriyor.
2012 yılının soğuk bir gecesinde yakın arkadaşıyla gittiği bu restoranı, dostunun “Satın alalım” teklifiyle yemek masasında karar vererek alıyor ve hemen gerekli inşaat işlerine girişiyor. 2013’te de yepyeni ve modern haliyle Revma’yı
Bu hafta İstanbul’un Sarıyer ilçesinde yer alan Anzer Sofrası’nı ziyaret ettim. Sahibi ve işletmecisi Sait Yılmaz, Rize Ardeşenli... Sektöre 15 yaşında komi olarak giren ve askerliğin ardından Harbiye Orduevi’nde garsonluk, şeflik ve departman müdürü olarak görev yapan 2008’de emekli olduktan dört yıl sonra bu işletmeyi devralan Sait Bey’le hem kahvaltı hem de keyifli bir sohbet ettik.
Tam bir aile işletmesi
Anzer Sofrası’nın tarihçesini sorduğum Sait Bey, şu cevabı verdi: “Mekanımız, 1975 yılında Temel Fıstık tarafından kuruldu. İlk şube Sarıyer merkezdeydi, 2008’de Kefeliköy’e taşındı. 2012 yılına dek Temel Bey işletti ve sonra biz devraldık.”
İstanbul bir metropol halini alınca, son 10-15 yıl içinde her sokağı her köşesi gastronomik açıdan kıymetli hale geldi ve hazinelerle doldu. En son hayatımıza giren yerleşim yerlerinden Vadi İstanbul ise birçok kaliteli mekanla, her bütçeye uygun kafe ve restoranları bünyesinde barındırıyor. Özellikle Galatasaray Kulübü’nün stadı olan Türk Telekom Stadı’na yakınlığı düşünülürse, her kesime ve her yaşa hitap etme gerekliliği var diyebiliriz. Umarım içinde bulunduğumuz bu sosyal mesafe ve azami dikkat gerektiren günler bitince, her yer gibi tüm bu mekanlar da eski canlılığına kavuşur.
Yeşil dolu atmosfer
Bu yazımda sizi son zamanlarda Vadistanbul’da bir şube açan Nişantaşı’nın en sevilen mekanlarından Grey Vadi’ye götürmek istiyorum. Mekandaki en önemli unsur tabii ki İstanbul’da yeşil kalan son ormanlardan birini seyrederek yemek yiyebilmeniz, restoranı dizayn ederken yeşil ve tonlarını çok etkili bir biçimde kullanmışlar. Bahçenin peyzajını yapan ekibi ve Jupiter Group Yönetim Kurulu Başkanı
Çocukluğumun geçtiği Kadıköy’de 1955’li yıllarda restoran sayısı çok azdı. Önce Moda Deniz Kulübü, daha sonraları Lozan Kulüp, Koço ve Yanyalı Fehmi Lokantası, ilk aklıma gelenlerden... O senelerde Kadıköy’de gezmek eğlenmek için en eski semtlerden Kalamış’a Todori’ye, Fenerbahçe’ye, İstanbul Yelken Kulübü’ne gidilirdi.
Şimdilerde Kadıköy balık pazarı ve civarında eser miktarda balıkçı, bol miktarda lokanta mevcut. Bugün size bir Avrupa, iki de Anadolu Yakası’ndan üç mekanı yazmak istiyorum.
Nazlı Şef’in başarısı
İstanbul’un üretim, depolama ve dağıtım ünitelerini bir araya toplayan Tütsü by Düvee, 4 bin dekarlık arazide, hem hayvan yemi hem de inek yetiştiriyor. Etler, Beşiktaş’ta, içinde bir lokanta da bulunan tesise getiriliyor.
Aslında burası son derece zevkli, amacına uygun bir et lokantası; ocaklar, fırınlar, ev yapımı domates konserveleri ve et pişirmeyi özendiren bir dekorasyona sahip... En önemlisi de her şey gözünüzün önünde
Bursa, çocukluğumun bayram gezmesi destinasyonu idi. Şeker ve Kurban Bayramları’nda birkaç aile bir araya gelir, arabalı vapurla saatlerce beklenerek Kartal’dan Yalova’ya geçilir, oradan iki saatte Bursa’ya gidilirdi, adres hiç değişmezdi: Çekirge Beceren Otel.
O zamana göre iptidai bulduğum kaplıcaya gitmediğim, termal suyla dolu havuza girmediğim için o günler bana azap olurdu. Tek sevdiğim Uludağ’a çıkarken pişirip yediğimiz etler ve dağ sefasıydı. Yıllar sonra Bursa’ya değil; Uludağ’a gittiğimdeyse gördüğüm bir otel kalabalığıydı. Ciddi bir kış turizmi bu bölgede artık mevcuttu, en büyük şansı ise yeni yapılan yollar, köprüler, sıklaşan kaliteli ve süratli feribotlar...
Bir hafta sonu gittiğim Bursa’da beğendiğim birkaç mekanı sizinle paylaşmak istedim. İşte İskender kebabı, pideli köftesi, ‘cantık’ ismiyle anılan mini kır pidesi, bir ekmek çeşidi diyebileceğim cevizli lokumu, şeftalisi ve kestanesiyle ünlü Yeşil Bursa’nın sektörde yeni ama emin adımlarla ilerleyen
Çocukluğumun ve gençliğimin ilk bölümünün geçtiği Moda ile ilgili yazı yazmak, benim için hep keyifli olmuştur. Geçtiğimiz yıllarda üyesi olduğum Moda Deniz Kulübü’nde Moda yaşam kültürüyle ilgili verdiğim konferanstaki heyecanımı hiç unutamıyorum. Moda semti, tarihi boyunca kültürün, sanatın, şıklığın ve İstanbullular’la kucak kucağa olmanın çok değişik bir ruhunu yaşamıştır.
Kadıköy’de Rıza Paşa Sokağı’nda oturduğumuz apartmanımızın sahibi Sobacı Onnik idi. Bakkalımız Foti bugün gibi gözümün önündedir. Evimizde bir tesisat arızası olduğu zaman, evinin kapısının altından adres attığımız neşeli karakter Artin’i inanın ki unutamıyorum...
Önce Moda İlkokulu, arkasından Saint Joseph, Moda ile ilişkilerimin devamıdır. Bunları sizinle paylaşmamın sebebi annemin ve babamın yanında Moda Deniz Kulübü’ne gidene kadarki günlerimi anlatmaktı.
O dönemde bölgenin iki tane sosyal merkezi vardı: Moda Deniz Kulübü ve Lozan Kulübü... Sosyal toplantılar genellikle
Arnavutköy, balık lokantalarının, kaliteli eğlencenin, içkili ve içkisiz türde başta balık olmak üzere her tarz yiyecek ve içeceğin bulunabileceği tarihi semtlerimizden biridir. Buradaki mekanların misafirleri, genellikle yıllardır aynı adreslere giden müdavimler ve yazları da ilaveten turistlerdir. Söylenen odur ki, burada yetişmiş, yıllanmış bir servis personeli yer değiştirince, misafirlerin bir kısmı da onunla beraber tebdili mekan ediyor. Bu restoranların içinde bir tanesi var ki, kapısı ara sokakta olmasına rağmen, salonun manzarası diğerleriyle aynı, yani denize nazır: Balıkçı Hakan...Fakat bir fark var gördüğüm kadarıyla, o da müdavimler. İki defa gittim, ikisinde de şef masası tipli bölümde aynı insanlar oturmuş kalkan yiyorlardı. Zaten Hakan’a gittiğinizde mezelerle birlikte kalkanınızı sipariş ediyorsunuz ve balığınız en az bir saat sonra geliyor.
Mezeler...
Şimdi gelelim Hakan’ın beğendiğim mezelerine, masaya oturur oturmaz mini bir kasede değişik bir sosla gelen balık çorbası çok hoş bir tat. İşletmeci Soner Solak’ın annesinden öğrendiği