Şöyle gerilere gidelim. Yerli Malı Haftası’nı gururla kutladığımız, ama Almanya’dan getirilen çikolatanın da tadına doyamadığımız yokluk günlerine...
Düğünde, yazlık-kışlık sinemada bol bol gazoz içilen o vakitlerde, ilk kutu kolayı yaz tatiline gelen gurbetçi dayımın elinde görmüştüm.
Üzerindeki yazı, şişesi bile az bulunan kolanın yazısı olmasa ne olduğunu anlamam haliyle imkansızdı. Benim için bir ilkti, çocukluğumun unutulmaz bir anıydı. Kolay değil, elin oğlu kolayı metal kutuya sokmuştu, tadı bile sanki daha başkaydı.
Bunun gibi hafızalara yerleşen neler neler vardı... Her şeyin kaçağı gizli gizli aranır dururdu.
Bize okulda, “Yerli malı, yurdun malı, herkes bunu kullanmalı” diye öğretilirken, öğretmenler odasında kaçak çay demlenirdi.
Rize çayından herkes çok sıkılmış olmalı ki Suriye üzerinden getirildiği konuşulan o çayın tadı bal gibi gelirdi. Hemen bitmesin diye yudum yudum içilirdi. Ne de olsa az bulunuyordu, kıymetliydi...
Mavi bandrolünden yerli olmadığı anlaşılan sigaralar da genelde tombalacıların elinde olurdu. O siyah bez torbanın içine türlü hileleri sığdıran tombalacılar, kaçak sigara umuduyla gelen vatandaşı ayaküstü kandırırdı.
Bu sırada polis var mı, yok mu diye etraf sürekli kolaçan edilirdi. Ne heyecandı, ne günlerdi..!
Murat 124’ü olan, Mercedes’e biniyormuş gibi koltuğa kasılırdı. Filmlerdeki Amerikan arabalarını görünce ise 124’ün pabucu hemen dama atılır, “Şuna bak, nasıl da gidiyor. Hey maşallah” denilerek hayranlıkla izlenirdi.
Çocukluğumda kaldığını düşündüğüm Yerli Malı ve Tutum Haftası tekrar coşkulu kutlanınca geçmişe, PTT’nin telefon bağladığı evlerde Milli Piyango’dan büyük ikramiye çıkmış gibi sevinildiği günlere gidiverdim.
Yokluktan bunalıp her şeyin en iyisinin yurtdışından geleceğine inanırken, görüyorum ki işler tersine dönmüş.
Bir zamanlar dillere yapışan o cümle şimdi yeniden söyleniyor, üstelik daha samimice: Yerli malı, yurdun malı, herkes...
Neyse ki artık her şeyin ithalinin yanında yerlisi de var. O yokluk yılları çoktan geride kaldı.
Bu arada Çinlilerin hakkını teslim edelim. Çin üzerinden yaşadığımız ithal macera bize çok şey öğretti.
Ama bence en iyisi, yerli mi yersiz mi bir yana...
Sloganımız şu olmalı:
Yerli malı, yurdun malı, tüm dünya bunu kullanmalı.
Müzenin yeri tamam, bir de para olsa...
Hemen karşımızdaki Atina’nın Akropolis Müzesi’ne rakip olacak İzmir’in megamüzesi için yer sorunu aşıldı gibi...
“Kültürpark mı, Bahribaba Parkı mı, yoksa Alsancak Stadı mı” derken, Agora’yla Kadifekale arasında karar kılındı.
Toprak altındaki antik tiyatronun yanı başı düşünülüyor. Tiyatronun da ortaya çıkarılmasıyla aşağıda Agora, yukarıda Kadifekale, hemen yakında Kemeraltı’yla müthiş bir çekim gücü yaratılması hedefleniyor.
Fikir güzel de ya para..?
İş önce Büyükşehir Belediyesi’ne düşüyor. Bölgenin kamulaştırmayla temizlenmesi gerekiyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ankara’dan İzmir’e, “Kamulaştırmayı bitirin, 2010 bütçesinde ödenek hazır” mesajı gönderiyor.
Kamulaştırma tamamlanır ve heyelan riskine de önlem alınırsa, İzmir’in dünya çapında müzesi olacak. En az 150 milyon lira maliyetle birkaç yıl içinde...
Daha önce bölgede 30 milyon lira harcadığı kamulaştırmaları, gelirlerin azalması nedeniyle askıya aldığını açıklayan Büyükşehir yönetiminin ne yapacağı merak konusu.
Öyle görünüyor ki Başkan Aziz Kocaoğlu, üzerinde ısrarla durduğu müzeyi, belediye kasasından az para çıkararak İzmir’e kazandıramayacak... Ne olacağını bekleyip göreceğiz... Dilerim bu proje mali krize kurban gitmez!