İzmir’deki hastanelerde kanser tedavisi gören çocuklar için birbirinden renkli yeni yıl kutlamaları yapıldı. Onlardan birinde de objektiflere çok şey anlatan bu görüntü yansıdı.Kim bilirdi böyle olacağını? Daha hayatın başında, çocukluk çağında...
Her şey ne güzel başlamıştı oysa. Aguları; baba, anne izlemiş. Söylediği ilk sözcüklerle ne de mutlu etmişti.
Ya emeklemeyi bırakıp aniden ayağa kalkıverdiği gün... O, ilk adımlarını atarken, ailesi havaya uçmuştu. Uykusuz geçen geceler o an unutuluvermiş, gözler yine sevinçle dolmuştu.
Küçücük ayaklarının üzerinde durabilmek, minicik elleriyle hayata tutunabilmek için çok uğraşmıştı. Ne azimdi?..
Her şeyi çılgınlar gibi öğrenmeye açtı. Öğrendikçe doymuyor, yorulmak ve usanmak bilmeden soruyordu.
Yetişkin olabilme yolunda her şey onun dışında, programlandığı gibi gidiyordu. Ama olmaması gereken birşey vardı, kanser!..
Cinsiyetinde, ailesinde seçim şansı vermeyen hayat, bu illette de ona hiç sormamıştı. Adını bile duymak istemediğimiz hastalık, savunmasız bedenine acımasızca yapışmıştı.
Mucizeden farksız doğumuyla mutluluk getirdiği dünyada, ödülü yaşam olan büyük bir sınav bekliyordu şimdi onu.
Dimdik durabilmek için çok çalıştığı hayat belki de daha fazlasını yapmasını istiyordu.
Azmedip bunu da aşmalı, bir mucizeyi daha başarmalıydı.
İlk iş oyuncaklarını taşıdı hastaneye, orada yeni arkadaşlar bulmanın keyfi yansıdı gözlerine.
Daha önce korktuğu beyaz önlüklü doktorlarla hemşirelere çoktan alıştı.
Günler geçmiş, “Neden buradayız” diye sormaz olmuştu.
Saçlarının niçin döküldüğünün de artık peşinde değildi. Saçsız olsa bile çocukluğunun sevimliliği hala yüzünde besbelliydi.
Ondan gizlense, “Sen küçüksün aklın ermez” denilse de farkındaydı içine düştüğü durumun ciddiyetin.
Bazen dalıp gitmesinin nedeni buydu. Ama çabucak unutuveriyor, çocukluğunun renkli dünyasına dönüyordu.
Hastanede olunsa bile çocukluk güzeldi, hayat da zaman zaman çok acımasız olsa dahi yaşamaya değerdi.
Geçen hafta yeni yılı kutladı kendisiyle aynı kaderi paylaşan arkadaşlarıyla birlikte.
Pastanın üzerindeki mumları üflerken dileği evine dönebilmekti.
Ben sana inanıyorum.
Bakma sana küçük dediklerine, başta da söyledim ya senin azmin çok büyük.
Sen kanseri de yenersin, evine de çakı gibi dönersin.
Hadi küçüğüm, hadi!
Güzel günler bekliyor seni...
(Kanser tedavisi gören tüm çocuklar için...)
Seçimi kazananlar önce ‘zam’ diyorKuraklığa son veren yağmurlar yüreklere su serpmişti. Daha önce yok arsenikti, yok susuzluktu diye kara kara düşünen vatandaş tam sevinecekken...
Su yüzde 20 zamlandı. Mahkeme “Olmaz” dedi. Usulüne uyduruldu, zamdan dönülmedi. Kuraklık geçti, zam kaldı.
Suyun tadını kaçıran zammı toplu ulaşıma yapmamak olmazdı. Yüzde 11’le 50 arasında değişen artış kaçınılmazdı! Bu da davalık oldu, mahkeme yüksek bulup iptal etti.
Yine, “El mi yaman yoksa bey mi, inadım inat” denildi, zamma zam yapıldı. Ne karşılıktı öyle? Olan yine vatandaşa oldu. Mahkemenin 1.50 liradan 1.35’e düşürdüğü bilet, nasıl işse 1.55’e çıkıverdi.
Böylece ulaşımdaki pahalılık şampiyonluğunda rakiplerle ara epeyce açıldı.
Otopark da zam furyasından nasibini aldı. Artış daha öncekiler gibi gayet cüzziydi, yüzde 25’le 75 arasında değişiyordu!
“Bu ne biçim iş böyle” diyen bir vatandaş açtı davayı. Yargı, ‘fahiş’ bulup iptal etti.
Tüm bunlar geçen yıl İzmir’de, CHP’nin yüzde 56’lık yerel seçim zaferinin hemen ardından gerçekleşti.
Anlayacağınız seçimi alan zammı yapıştırıyor. Önce gülen yüzler, sonra daha bir anlamlı bakıyor! Sandık kurulmadan evvel tokalaşacak avuç arayan eller, bir bakmışsın vatandaşın cebine sızıvermiş.
Parti farklı olsa da farketmiyor.
İnanmıyorsan hükümete bak. Sağolsunlar sayelerinde 2010’a zam sarhoşu olarak girdik.
Gerisi artık Allah ne verdiyse!..
Bir büyükşehir, bir hükümet...
Bir hükümet, bir büyükşehir...
Elde avuçta var sıfır!..