Ehliyetsiz sürücünün ölüme götürdüğü Duygu Asan için Urla’da bin 620 fidan dikildi. Annesi Hatice Asan’a Ege Orman?Vakfı plaket verdi. Acılı kadın, “Canım yavrum, biricik meleğim artık burada ölümsüz” derken ağladı, ağlattı.Her çocuk gibi hem korkuyordu hem de öyle olmak istiyordu...
Cevabı hazırdı dilinin ucunda. Kim sorsa hemen söylüyordu.
Hayallerini doktorluk süslüyordu... O, doktor hanım olacak, şifa saçacaktı.
Yıllar gelip geçti, hayali geçmedi...
Tatilde bile elinden kitaplarını düşürmedi. Azmetmişti bir defa, dönmek yoktu.
Yorulmadan, bıkmadan çalışacak, başaracaktı... Çok iyi biliyordu tıpı kazanmanın kolay olmadığını.
Üniversite sınavına girdiği gün içi içine sığmıyordu. Peşinden gittiği, ulaşmaya çalıştığı düşe çok yaklaşmıştı.
Doğru yanıtladığı her soru onu beyaz önlüğe taşıdı.
Puanını öğrenince dünyalar onun oldu.
Tercihi çoktan hazırdı, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandı.
Her sabah heyecanla okulun yolunu tutuyordu, ne büyük sevinçti...
Sanki koşa koşa gidiyordu, bir an önce doktorluk diplomasını alabilmek için.
Bir sabah da gülen yüzüyle çıktı evinden, güzel başlayan bu hikayenin hüzünle biteceği Bozyaka semtindeki durağa doğru.
Otobüs beklerken...
Ehliyetsiz sürücünün yoldan çıkan otomobili aldı altına onu; hayattan, sevdiklerinden ve beyaz önlükten koparıp götürdü.
Ne olduğunu bile anlamadı, her şey bir anda karardı.
Duygu Asan daha 19 yaşındaydı. Altı yıllık tıbbın ilk günlerinde, düşlerin en pembe dönemindeydi...
O gülümseyen yüzden geriye acı hatıraları kalmıştı.
Duygu’nun ölümünün üzerinden bir yıl geçti.
İsmi yaşasın diye adına fidanlar dikildi Urla Ovacık’ın kıraç topraklarına.
Her fidan gözyaşlarıyla sulandı onun için...
Çok duyguluydu herkes, çelikten yürek olsa dayanamazdı zaten.
Ya anne Hatice Asan?..
Güçlükle ayakta duruyordu. Duygusuz günler çok zordu.
O gün gözleri yine yaşlarla doldu giden yavrusunun ardından.
“Benim meleğimdi. Ne güzel hayalleri vardı” dedi, hıçkıra hıçkıra ağlarken.
“Doktor olacaktı, böyle olmamalıydı” diye haykırdı güçlükle.
Çok duyguluydu, hem de çok!..
Vali’nin işi işte şimdi zorBingöl’de 8 yaşındaki Asliye’yle, 13 yaşındaki Zeynep’in minibüse binecek 1.5 liraları olmadığı için yürüyerek geçmek istedikleri derede boğulduklarının anlaşıldığı gün...
Başbakan valilerle birlikteydi.
Erdoğan onlara, “Gidin” dedi. “Öyle haneler var ki çatıların altında nice trajediler yaşanıyor. Fakire-fukaraya koşun...”
Başbakan, “Herhangi bir evde kömür yoksa, bu sizin vebalinizedir” diyerek de uyardı...
Şimdi valilerin işi çok zor. Öyle bir memlekette yaşıyoruz ki fakire-fukaraya koşsan nefessiz kalırsın. Başbakan haklı, her köşede ayrı bir trajedi.
Bereket fışkıran; altı başka, üstü başka zengin bu topraklarda bir yoksulluktur gidiyor.
Kişi başına düşen milli gelir artarken, inim inim inleyenlerin de sayısı artıyor.
Hangi birine yetişecek?..
Günler, yıllar, ömürler geçiyor; fakirlik kene gibi yapışmış bir kere ne gitmek ne bitmek biliyor.
Başbakan’ın koşun dediği valilerin işi çok zor.
Mesela Cahit Kıraç...
Diyelim ki...
Bayraklı’daki tek göz evinde soğuktan titreyen Fatma Nine’ye kömür gönderdi. Ya komşusu?
Doğanlar’da her sabah aç aç okulun yolunu tutan İbrahim’in ailesine erzak yardımı yapıldı, mideler şenlendi.
Ya üç-beş gün sonrası?
Gediz Mahallesi’nde çıplak ayağı buz kesen minik Ayşe’ye bir çift ayakkabı hediye edildi.
Ya oyun arkadaşı Mustafa’ya?
Hasta bebeğine ilaç alacak parası olmayan, Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nin önünde kara kara düşünen Ahmet’in elinden tutuldu.
Ya diğer işsiz ve çaresiz babalara?
İşte bu yüzden Vali Kıraç’ın işi çok zor.
Fakirlerin sayısı ne saymakla bitiyor, ne yazmakla!..
Keşke hayat güllük gülistanlık olsa.
Gel gör ki olmuyor, nedense olamıyor!
Bu ülkede hayat zor.