Adı Yağmur Arslan, Almanya, Gelsenkirchen’de yaşayan bir öğretmen o. Eşi de 12 yıldır Almanya’da kadrolu olarak çalışıyor. Evleri, arabaları, biraz da birikimleri var.
Yağmur Arslan, yaz aylarında hamileleği ilerlemiş olacağından, Türkiye’ye gelmek yerine, ikisi de Türkiye’de öğretmenlik yapan ablası ve eniştesini Almanya’ya davet etmeye karar vermiş. Sadece gelirlerini değil giderlerini gösteren belgeler de dâhil tüm evrakları hazırlamış, Gelsenkirchen Yabancılar Dairesi’nden çıkarttıkları davetiyeyi Türkiye’ye yollamışlar. Türkiye’de ikisi de öğretmen olarak çalışan abla ve enişte de kendi evlerinin tapusu, banka hesap dökümleri, vs. istenen tüm belgeleri koyup vize başvurusunda bulunmuşlar. Sonuç ret gelince, tüm birlikte tatil, bebeğe hazırlık planları suya düşmüş.
Alman Anayasası’nın 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi aileyi koruyan maddeler içerir. Yakın aile üyelerinin görüşmesini engellemek aslında hukuksuz bir adım.
Hukuktan başladık ya, öyle devam edelim:
Süleyman Urebe, bir Avrupa Birliği projesi olan Erasmus çerçevesinde Almanya’dan vize başvurunda bulunmuş. Şart olmamasına rağmen gideceği ülkede bir garantör bulmuş, üzerine bir de Erasmus hibesi alacağına dair belgeleri teslim etmiş aracı kuruma. Süleyman’ın da vize talebi geri çevrilmiş.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol’ün 2. maddesi ve Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun 26. maddesi eğitim hakkını güvence altına alan maddeler.
***
Yazdığım iki örnek de Almanya’dan fakat Berlin’e hemen öfkelenmek yerine diğer rakamlara da bakmak lazım. Bu yılın ilk altı ayında Estonya, Ankara’dan yapılan vize başvurularının yüzde 59.28’ine reddederken, Almanya’nın Ankara’dan yapılan başvurularda ret oranı yüzde 32’ler seviyesinde kalmış.
Buna karşın Lüksemburg Ankara’dan yapılan başvurularda sadece binde 97 oranında olumsuz yanıt vermiş.
Aynı şehir, aynı dönem, birbiriyle hiç alakası olmayan rakamlar.
Bu garabeti anlamak için cevabını bulmamız gereken soru şu: Konu seçimler öncesinde Türkiye’de iktidarı sıkıştırmak mı yoksa Avrupa, Türkiye’deki yüksek enflasyon, genç işsizliği gibi sebeplerden dolayı kendini koruma altına mı alıyor? Konunun sınırları korumakla alakası olmadığına dair en somut bir kanıt yazayım:
Diyelim ki Fransa’dan aktarmalı olarak bir Afrika ülkesine ya da İspanya’dan aktarmalı olarak bir Güney Amerika ülkesine uçacaksınız. Eskiden önce İstanbul’dan aktarmalı uçağınızın olduğu şehre uçar, ardından transit salonuna geçer ve saati geldiğinizde uçağınıza biner giderdiniz. Fransa, temmuz, İspanya da ağustos başında transit Türk yolcularına havaalanı vizesi şartı getirdi. Eskiden 24 saate kadar transit uçuş bekleme hakkı veren iki ülkenin başlattığı bu uygulamanın sınırları korumak amacıyla olmadığı kesin.
Turistik ve transit vizelerin dışında iş seyahatleri için alınan vizelerde de ret oranı 2-3 kat arttı.
İş dünyası fuarlara gidemez oldu, sanatçılar festivallere katılamıyor ve bu tablo vize sopasının siyasi gerekçelerle sallandığını gösteriyor.
***
Bu noktada dönüp bakmamız gereken yer yine hukuk.
Avrupa Birliği Adalet Divanı 2013’te Rahmanian Koushkak davasında oldukça tartışmalı bir karar verdi.
Kararın girişinde, bir üye ülkenin Vize Kanunu’nda belirtilen itiraz nedenlerinden birinin mevcut olmaması halinde, başvuru sahibine “Schengen vizesi” vermeyi reddedemeyeceğini söylüyor.
Yani tüm şartları yerine getiren kişiye vize vermek zorundasın diyor ama kararın devam paragrafında vize istenen ülkedeki makamlara, başvuru sahibinin ikamet ettiği ülkenin genel durumuna da bakma hakkı veriyor. Bu, insanları kategorize eden, üstün milletler yaratan bir bakış açısı.
Enflasyonun yüksek olması, sert siyasi rekabet, Türkiye’de fabrikası olan birisini bir başka ülkedeki fabrika işçisinden daha dezavantajlı hale getirebilir bu bakış açısıyla.
Afganistan’da olduğu gibi rejim değişikliğini, Suriye’de olduğu gibi iç savaşı anlarım da, Türkiye’de sandık yerinde duruyor, eksik taraflarına rağmen demokratik rejim çalışıyor, her siyasi görüş kendi medyasından fikirlerini yayabiliyor. Defalarca Avrupa’ya gitmiş, Türkiye’ye dönmüş insanlara bile vize vermemek, mantıklı gerekçelerle değil ancak siyasi gerekçelerle açıklanabilir bu saatten sonra.
***
Türkiye’ye karşı vize sopası kullanmanın Avrupa açısından risklerini de yazmak lazım.
Gerekçesi bile açıklanmadan geri çevrilen her başvuru aslında bir gönül kopuşuna da yol açıyor.
Üstelik gönül kopuşu yaşayanlar sadece iktidarı destekleyenler değil başvurusu geri çevrilen herkes.
Çok değil, 6-7 sene önce Türk turistler alışverişi seviyor diye Paris’in en ünlü alışveriş merkezinde ya da Venedik’teki mağazalarda Türkçe bilen elemanlar çalıştıran Avrupa’dan şimdiki Avrupa’ya geldik.
İğne-çuvaldız meselesinde kendi payımıza düşeni de yazayım: Gri pasaportla Almanya’ya gidip orada kalanlar da, sosyal medyada Avrupa’ya gidersem bir daha dönmem gevezeliklerinin de bu yaşadıklarımızda bir etkisi var muhakkak ama fark etmez, Avrupa’dan dönmeyen 100-150 kişi için de koca bir ülke cezalandırılamaz. Brüksel, nüfusu giderek yaşlanan Avrupa Birliği için bu gönül kopuşunun ileride yaratacağı sorunları da düşünmeli bir kez daha.
An’lar
BEBEK, 1910’LAR: O zamanlar İstanbul’da az sayıda olan otomobiller dolaşıyormuş Bebek’te, bugün de İstanbul’da nadir olan otomobiller dolaşıyor Bebek’te.
KARAKÖY, 1955: Yağmur ve İstanbul. 70 yıl önce de yağmur sonrası manzaralar bugünden pek farklı değilmiş.
TARABYA, 1957: Boğaz’ın akıntılı sularında kulaç atmak eski bir alışkanlık İstanbul’da. Aradaki fark, bugün güneşlenmek için tüm gün bankları işgal edenlerin geçmişte olmaması.
Haftanın fotoğrafı
Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus Kazakistan’ı ziyaret etti bu hafta. Tören kıtasındaki askerin yürüyüşü kadraja bu şekilde yansıyınca ortaya bu kare çıktı.