Hangimiz mahallede onun canlandırdığı karakterlerden birini taklit etmedik?
Bazen Kara Murat bazen Malkoçoğlu olduk, isimler değişti ama en kahraman hep bizdik.
Evde sandalyeyi ters çevirip, ata biniyormuş gibi yapan, bu sırada da evdeki birine ve hatta abartıp marangoza çaktırdığımız tahta kılıcı hayali düşmanlara sallayan da bizdik.
Bizanslı prensesler ona olan aşkları uğruna, babalarına, ülkelerine ihanet ediyorlardı, çocuk aklımız için kahraman olmak önemliydi, aşkın gücü adına fazla düşünmedik.Cüneyt Arkın’ın ölüm haberi geldiğinde çoğumuz çocukluk yıllarımızı ve o oyunları hatırladık. Çocukluk zamanının hep özlenen “an”larından parçalar da gitti Cüneyt Arkın ile birlikte. Bilmem kaç kere elden geçen, tamir gören tahta kılıçlarımız, onarılmaz şekilde kırıldı o öldüğünde.
***
Bilgi yarışmalarında en sık sorulardan biriydi “Cüneyt Arkın’ın gerçek adı nedir?” sorusu. Oysa asıl bilmemiz gereken şey, kamera önü isminin hikâyesidir. Tıp Fakültesi’nde ve çok yoksul olduğu yıllarda, okuması için kendisine ücretsiz kitaplar veren Arkın Yayınevi’ne borcunu böyle ödemiş bir adamdan söz ediyoruz. Tıp Fakültesi’nin ilk iki yılında Sirkeci’de bir otel odasında iki inşaat işçisiyle beraber yaşayan, dersten arta kalan zamanlarda onlarla yevmiyeli çalışmaya giden adam. Türk filmi gibi deriz, film değil gerçeğin ta kendisi. Bir röportajında çocukken yazları ailesine yardım etmek için bostanlarda çalıştığını, yalnızlıktan çok sıkılıp, kara tren geçerken, camından insan görmek için trene doğru koştuğunu anlatmıştı. Sonra çok ünlüyken de çok yalnız olduğunu eklemişti cümlenin sonuna. “N’ayır”, “N’olamaz”lar ne kadar sahteyse, o yalnızlık vurgusu o kadar gerçekti.
***
Tıp fakültesi öğrencisi-inşaat işçiliği kombinasyonu bir süre sonra tıp fakültesi öğrencisi-hasta bakıcı kombinasyonuna döndü. Sonra doktor olup bir süre Adana’da görev yaptığını biliyoruz. Burada az bildiğimiz bir noktayı yazmakta fayda var. 1961’de doktor olan Cüneyt Arkın, 1964’te sınıf arkadaşıyla evleniyor, 1966 yılında da ilk çocuğu, kızı Filiz dünyaya geliyor. Olaylı bir boşanma, kızını babasına göstermeyen bir anne tartışması yaşanmış. Sosyal medyada kızına yazdığı söylenen bir mektup dolaşıyor, satır satır okudum, bir kısmı yürek parçalayıcı ama bir kısmı “İleride annene düşman olacaksın” gibi kibirli cümleler de içeriyor. Sonuçta ikinci evliliğinde mutluluğu, zorlanarak da olsa bulan, iyi baba olma keyfine de varan adam oluyor.
***
Cüneyt Arkın’dan söz ederken iki noktanın daha üzerinde durmak lazım. Kariyerinin ilk iki yılında 30 film çekiyor Cüneyt Arkın. 24 ayda 30 film çekmenin bedeli midir acaba biten ilk evlilik, sonra uzun yıllar boyunca yakasını bırakmayan alkol problemi ve o problemle gelen ve karakollarda biten olaylı gece hayatı. Liseyi burslu okuyup, tıp fakültesinden arta kalan zamanda inşaatta işçilik yapan birinin gelen her teklifi kabul etmesi normal değil mi? O dönem bir filmde oynanıp da zengin olunabilen yıllar değil sonuçta. Şöhreti servetinden fazla olan bir adamın, yalnızlık hissederken alkolizm sorunu yaşaması anlaşılabilir bir durum. Röportajlarında oğlu doğduğu gün içkiyi bıraktığını anlatır Cüneyt Arkın ama bilmediği bir nokta var. Ünlü yapımcı Türker İnanoğlu, eşi Betül Hanım’ın duyduğu ve içkiden nefret ettiren bir ilacı Londra’daki bir Ermeni eczanesinden getirtir. O ilaç evdeyse eşi Betül Hanım, setteyse şoförü Yılmaz tarafından yiyip içtiğine karıştırılır. Tam yedi yıl sürer bu çaba ama başarırlar sonunda. Betül Hanım daha fazlasını hak ediyor ama bir parantezle açmadan olmaz. İstanbul’un köklü ailelerinden birinin kızı, iki yabancı dil biliyor, ailesinin muhalefetine rağmen evleniyor Cüneyt Arkın’la. Boşanıyor, sonra tekrar evleniyorlar.
***
Dünyayı Kurtaran Adam’la çok dalga geçen olmuştu. Sirklere gidip akrobasi öğrenen, en tehlikeli sahnelerde bile dublör kullanmayan adamdı o. Yusuf ile Züleyha filmiyle İran’da büyük ün kazandı. Kimilerinin dalga geçtiği oyunculuğu, uluslararası platforma taşınıyordu, sekiz ay sürecek dil eğitimine kadar anlaşmaları yapılmıştı. İtalya’da bir barda İtalyan bir aktrisle yaşanan ve biraz da şiddet karışan bir gece düşürdü o hayalleri suya. Bize coşku başta olmak üzere birçok duyguyu yaşatan adamdı o, bazen ağlatırdı da. Son döneminde bir kere ağlamış, bir yapımcı bir dizide rol alması için komik bir ücret teklif ettiğinde hırsından ağlamış Cüneyt Arkın. Bölüm başına yüz binlerce lira ödenen bir sektörde, Cüneyt Arkın adından faydalanmak için 3 kuruş para önermek... Türkiye’de kanıksamaya başladığımız ayıplardan biri daha.
***
İnsanların çocukluk kahramanlarını kaybetmesi kötü bir duygu. Ölen sadece kahramanınız değil çocukluğunuz da oluyor aynı zamanda.
Cüneyt Arkın ile beraber birkaç neslin birden çocukluk anılarının önemli bir kısmı ayrıldı bu dünyadan. Yazı üstteki paragrafta bitecekti aslında ama gözüm kenarda duran sandalyeye takıldı bir an. Ters çevirip at yapmak, bir ipi de koşum takımı haline getirip, eski zamanları yaşamak istedim yeniden. Sonra hızla uzaklaştırdım bu fikri aklımdan, uçsuz bucaksız ovalarda, kelle koltukta at sürmek en çok Cüneyt Arkın’a yakışıyordu, hayalini kurmak bile ayıp geldi bana.
AN’LAR
Tophane, 1910: Marmara’da yelkenle iş yapan büyük tekneler. Yelken kısmı önemli, 1980’lere kadar gezi teknelerinin de büyük kısmı yelkenliydi. Denizi bilen ve seven insanlar dolaşırdı kıyılarda. Bugün denizi sevmek bile gerekmiyor. Yeterince paranız varsa, alıyorsunuz bir motoryat, oldu, bitti işte.
Bebek, 1945: Piyasa yeri olmadan önce Bebek. Başka söze de gerek yok sanırım.
İstinye, 1958: Kıyıda sandallar, iskelede bir gemi arkada bir araba. Uzak bir balıkçı kasabasından geçiyoruz sanki. Oysa daha sadece 52 yıl öncesi.
HAFTANIN FOTOĞRAFI
Bu karenin iki hikâyesi var. Birincisi, 22 Haziran’da Budapeşte’de çekilen bu karede ABD’li artistik ve senkronize yüzücü Anita Alvarez’in solo program sırasında havuzda bayıldığı, cankurtaranlar suya atlamakta gecikince de antrenörünün suya atladığı anı görüyoruz. Bu herkesin bildiği durum. Bilmediğimiz noktaya gelince, Alvarez, Haziran 2021’de Barselona’da, FINA Olimpiyat Eleme Turnuvası’nda da havuzda bayıldı ve yine antrenörü tarafından kurtarıldı. İnsan, azmine saygı mı duymalı yoksa neden bu ısrar diye mi sormalı, kafası karışıyor