- Dünya üzerinde acıkmadığı halde yemek yiyen tek canlı insan. Avcı-toplayıcı dönemde biz de sadece acıktığımızda yemek yiyorduk.
Sonra, zaman içerisinde bir düzen başladı ama üç değil tek öğün olarak. Filmlerde aksini görsek de Romalılar günde tek öğün yerlerdi ve bu da öğle saatlerinde gerçekleşirdi.
- Orta Çağ döneminde yine tek öğün yiyiyordu insanlar. Kilisenin en güçlü olduğu dönemde sabah ayininden önce hiçbir şey yenmezdi. Et yılın sadece 150 günü yenebilirdi mesela.
- Kahvaltının hayatımıza girişi 16. yüzyılda, zenginlerle başlıyor. Bu moda öyle yayılıyor ki zenginler evlerine ek kahvaltı salonları inşa ettiriyorlar.
- Akşam yemeklerinin hayatımıza girişi sanayi devrimiyle başlıyor. Uzun çalışma saatleri sonrasında eve dönen işçilerin karınlarını doyurmak istemesi akşam yemeklerinin başlangıcı. 1880’lerde ampulün icadıyla birlikte de herkes açısından hazırlanabilir bir öğün haline geliyor akşam yemekleri.
- Bizim coğrafyamızda Osman Gazi’den başlayıp Fatih Sultan Mehmet’e kadar, hep iki öğün yendiği yazılı kaynaklarda. Mesela Osman Gazi’nin ikindi ezanından sonra adamlarıyla beraber yediği yemek akşam yemeği olarak geçiyor. Haziran-Temmuz 1469’a ait bulunan kaynaklarda da Fatih Sultan Mehmet’in iki öğün yediğinden söz ediliyor. Yine de Saray’da hafif atıştırmalık diye tanımlayabile-ceğimiz “yatsılık” bir öğün sayılmamış zaten sıradan halk için hiç geçerli olmamış.
- Biri sabah çok erken, kuşluk vaktinde edilen kahvaltı, diğeri ikindi namazından sonra yenen akşam yemeği düzeni Tanzimat’tan sonra değişiyor Osmanlı coğrafyasında. Biraz uyum çabası, biraz özenme üzerine üç öğün düzenine geçiyoruz.
- Yemek yeme alışkanlığının bugün geldiği nokta ilginç. Alman Gıda Endüstrisi Birliği, Almanların dışarıda yemek ya da paket yemeğe çok alıştıkları için yemek yapmayı unuttuklarını ve koronavirüs sürecinde gerektiği gibi beslenememe sorunu yaşadıklarını açıkladı.
- Dünya Gıda Programı İcra Direktörü’nün her 5 saniyede bir, bir çocuğun açlıktan öldüğünü söylediği bir dünyada, insanlık tarihinde nokta bile olmayan şu üç öğün yeme alışkanlığını tekrar düşünmek mümkün olur mu acaba? Bir öğün azaltılsa daha çok üretmek için doğayı da daha az katlederiz mesela. Olmaz öyle şey demeden önce, cümleyi bitirdiğinizde açlıktan bir çocuğun daha öldüğünü getirin lütfen aklınıza...
İfade özgürlüğü nereye kadar?
İnsanların içinde komplo teorilerine inanmayı tercih eden bir gen var galiba.
İngiltere’de David Icke diye bir komplocu yaşıyor.
Eski bir spor gazetecisi bu adam, bir dönem Yeşiller Partisi’nde dolanmış, ardından psişik güçlerinin olduğunu iddia etmiş.
14 kitabı var ve enerji, titreşimler üzerine söylediği cümleler, kurduğu komplo teorileri de var.
Bu adam 30 milyondan fazla izlenen sosyal medya paylaşımlarında koronavirüse dair şu iddialarda bulunmuş:
- Koronavirüs ölümleri 5G yüzünden oluyor zira bu ağlar oksijeni insanların hücrelerine aktarmalarına engel oluyor.
- Koronavirüsün arkasında Yahudi bir grup var.
- El sıkışmak koronavirüsün bulaşma sebeplerinden biri değil.
Facebook başta olmak üzere, çeşitli platformlar bu adamın üyeliklerini iptal ettiler.
Şimdi ifade özgürlüğü ile insanları yanlış bilgiden korumak arasında müthiş bir tartışma başladı.
İsteyen inanır isteyen inanmaz demek mümkün ama 5G şebekeleri için çalışanlara fiziki saldırıların başladığı bir dünya burası aynı zamanda.
Saçmalık diye yasaklamak kolay ama o yasakların önünü açtığınızda da nerede duracağını kestirmek zor.
Koronavirüs hayatın değeri kadar başka şeyleri de öğretecek ya da tartıştıracak bize...
Bunlar da özlenirmiş meğer...
- İstanbul’da trafik,
- Başımızın üzerinde geçen uçağın sesi,
- Ofisteki telefon sesi gürültüsü,
- Berber muhabbeti,
- “Ne olacak bu Fenerbah-çe’nin hali” takılmaları,
- Beyoğlu’ndaki insan selinde yürümek...
Koronavirüs deniz suyunda yaşar mı?
Garip, saçma ya da erken olabilir,
Şu an cevabını en çok merak ettiğim soru şu:
Koronavirüs deniz suyunda ne kadar yaşıyor,
Enfekte olmuş bir kişinin yüzdüğü denize girdiğimizde, ağzımıza burnumuza giren su, bizi hasta eder mi?