Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend eserinin en bilinen beytinden esinlendim başlık için.
Tanzimat Dönemi’nin bu önemli şair ve fikir adamının bürokrasi macerası başlı başına Osmanlı’dan Türkiye’ye değişmeyenlerin hikâyesidir ama konumuz o değil.
Konumuz Atina’da, İzmir’in işgalinden önce başlayan ve Nisan 2022’de halen devam eden “Herkesi kör, âlemi sersem sanma” virüsü.
İşin ilginç tarafı, Yunanlıların 100 yıldan fazla bir zamandır, bize değil, bize karşı “müttefik” olduklarını söyledikleri ABD’li, İngiliz ve Fransız liderlere ve en önemlisi kendi vatandaşlarına kör ve sersem muamelesi yapıyorlar.
ABD’nin Ankara’daki Büyükelçisi’nin haberi olsun, 16 Mayıs’ta da Beyaz Saray’da Yunanistan Başbakanı Miçotakis ABD Başkanı Biden’a kör ve sersem muamelesi yapacak.
***
Hikâyeyi sondan başa doğru anlatayım:
Son bir haftadır Ege semaları yine fazlasıyla ısındı, gerginlik havada müdahaleye kadar vardı.
Yunan medyası, “Türkler bir günde hava sahamızı 120 kereden fazla ihlal ettiler” diye çığlık çığlığa bağırıyor, Yunanistan Dışişleri, ulaşabildiği herkese Türkiye’yi şikâyet ediyor.
Önce bir garabeti yazarak başlayayım:
Yunanistan deniz sınırı 6 mil ama hava sınırının 10 mil olduğunu iddia eden bir ülke.
Dünyada örneği olmayan bu saçmalığa, Ankara “Hadi len” dediği günden beri, o 4 millik farklı alana giren her Türk Hava Kuvvetleri unsurunu Yunanistan hava sahasının ihlali olarak kabul ediyor ve bas bas bağırıyor.
Önemli değil, hem biz hem de tüm dünya bu bağırışlara alıştı ve çok da ciddiye almıyor.
Ancak son gerginlikte durum çok daha farklı.
Atina, bu kez Türkiye’yi tuzağa düşürdüğünü, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından izlediği politikayla öne çıkan Ankara’yı yine “İstenmeyen, sorunlu müttefik” pozisyonuna ittiğini düşünüyor.
***
Bu kısmı biraz daha açayım:
Türkiye, ABD’den yeni F-16’lar almak ve mevcut filosunu da en üst F-16 versiyonu olan Block 70’e döndürmek istiyor, ABD Dışişleri Bakanlığı, bununla ilgili olarak ilk küçük adımı da attı.
ABD Senatosu’nda kariyerini Türkiye karşıtlığıyla geçirmiş olan en bildik isimler bile şu sıralar bizden bahsetmiyor.
Türkiye bir adım daha ileri giderek, Rusya ile yeni S-400 bataryaları satın alma görüşmelerini başlatmadı.
Washington ile bu tamirat-tadilat süreci yürürken, Brüksel’de de NATO yeniden ön plana çıktı, AB bir adım geride kaldı.
Hal böyle olunca, “Tecrit edilmiş Türkiye”’ tezi çöken Yunanistan, Ankara’yı tahrik etmeye başladı.
Yunan Hava Kuvvetleri unsurları
26 Nisan’da Türk hava sahasını 6 kere,
27 Nisan’da da özellikle Didim, Datça, Dalaman hattında tam 22 kere ihlal ettiler.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye’ye karşı atılan her adıma misliyle mukabele edeceğini biliyorlardı; bekledikleri gibi de oldu, savaş uçaklarımız ve SİHA’larımız, Yunanistan’ın “Hava sahamız” dediği alanı kevgire çevirdi.
Atina, “İstediğimiz oldu, şimdi 16 Mayıs’ta Beyaz Saray’da Biden’a, Türklere yeni F-16 satmayın diyebiliriz” diye sevindi ilk başta ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Türkiye, hava sahasının ihlaline misliyle karşılık vermekle kalmadı, Milli Savunma Bakanlığı, ihlallerin Yunanistan tarafından başlatıldığına dair radar izlerini gereken her yere ulaştırdı.
Atina’nın son adımı, ANT1 Televizyonu Washington Muhabiri’ne, ABD Dışişleri Sözcüsü’ne soru sordurmak oldu. Fakat o da ne… ABD Dışişleri Sözcüsü, Türkiye’yi kınamak şöyle dursun, hava ve deniz sınırı arasındaki farka dikkat çekip, sorunların diyalog yöntemiyle çözülmesini arzu ettiklerini söyledi.
Dün sabah Yunan medyası ABD Dışişleri’ne giydiriyordu, yani Atina’nın “Kontrollü provokasyonu” çöktü.
***
Yunanistan, 1919’da İzmir’i işgal etmek için ABD, İngiltere ve Fransa’yı “İtalyanların Kuşadası, Bodrum gibi yerleri işgalinden sonra Müslüman Türkler, Batı Anadolu’daki Hıristiyan Rumlara yönelik saldırılarda bulunduğu iddiasıyla” ikna etmişti. Yunan askerleri İzmir’e çıktıkları gün tek bir el ateşe karşı Hükümet Konağı’na aralıksız 45 dakika ateş açmışlardı.
O gün giriştikleri katliamı Avrupa ve ABD’ye karşı, “Türkler saldırıda bulundu” diye anlatmaya çalıştılar ama 18 Temmuz 1919’da alınan karar gereği ABD’li Tuğamiral Mark Lambert Bristol başkanlığında oluşturulan soruşturma heyeti, İzmir’de 2.5 ay süren bir soruşturma yaptı, 47 maddelik bir rapor hazırladı.
O raporda, İzmir başta olmak üzere Ege’de yaşananların sorumlusunun Türkler değil Rumlar olduğu, Yunanlıların, Hıristiyan Rumların nüfusunun çoğunluk olduğu iddiasının da baştan sona bir yalan olduğu belirtiliyordu.
O rapor “Yunanlılar İzmir’den çekilmeli, yerine İtilaf Devletleri askerleri gelmeli” diye bitiyordu.
Yunanistan’ın “herkesi kör, âlemi sersem sanma” işinde ne kadar ileri gidebildiğinin bir örneği daha var:
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, Ada’ya Yunan komandosu taşıyan
15 uçaklık filo, gelenler Türk uçağı zanneden Rum Yarbay Yannidis Konstantinos’un emriyle vuruldu.
Üç uçak isabet aldı, düşürülen bir uçakta 32 Yunan komandosu öldü.
Yunanistan, dost ateşi sonucu ölen 32 askerin adını, Barış Harekâtı sırasında ölen 449 Rum askerinin adıyla beraber anıt yaptı. Kendi öldürdükleri askerlerini bile Türk ordusuyla savaşırken öldürmüş gibi gösterdiler.
Kalan 12 uçağı da yazayım, Yunan uçakları ateşin ardından emrivaki yaparak İngiliz Üssü’ne indi o gece. Tarafsız kalmaya çalışan Londra küplere bindi ama Atina bu, herkesi kör, âlemi sersem sanma uzmanı.
***
Bugün bir Türk-Yunan savaşı çıksa, Birleşmiş Milletler’in ateşkes kararı alması için minimum altı saat süre gerekir.
O sürede Yunanistan, Ege’de kaç ada kaybeder, Selanik yolunda kaç tank olur, oturup bir düşünmeli. Fakat savaşın dilini konuşmak olmamalı derdimiz.
Kavafis’in “Yeni bir ülke bulamazsın, bu şehir arkandan gelecektir” mısrası başta tüm şiirlerini çok severim , Manos Hacıdakis’in de müziğine bayılırım.
Plaka’da, buzukiyle Livaneli şarkısı söyleyen Yunan sanatçıyı da, Harbiye Açık Hava’da Maria Farandouri ve Theodarakis’i aynı mutlulukla alkışladım. 1988’de, Atina’da, elektrik fiyatları çok yüksek olduğu için, işgal edilmiş eski bir hastane binasında, ailesi Konya’dan göçmüş Genç Pasok’lu bir arkadaşın bitmez bilmez düşmanlık söylemine karşı “Bir de aksini düşünsen” demiştim, “Anlaşmış ve birbirine karşı kullanamayacağı ABD silahlarına milyarlarca dolar ödeyen iki halkın barışını hayal etsene” demiştim. Gecenin sonunda barışa kadeh kaldırmıştık birlikte.
Şimdi 2022 yılındayız, kendi adıma halen Ege’nin bir barış denizi olabileceğine inanmaya devam ediyorum ama Atina’da birileri halen herkesi kör, âlemi sersem sanmaya devam ediyor.
İnsan da en çok buna üzülüyor...
An’lar...
1962, İstiklal Caddesi: Arabaların insanlardan az olduğu, kibarlığın ve zarafetin, bitirimlik ve saygısızlıktan daha değerli
olduğu dönemler. Rakamla 60 yıl, yaşamla 6 asır öncesi İstanbul gibi...
1948, Ortaköy: Bugün Ulus’a doğru çıkan o yokuşta insanlar değil Etiler ve Ulus’ta piyasa yapmaya çıkan lüks otomobiller var. Karakterin değerli olduğu bir zamandan, sahip olunan eşya ve arabalarla değerli olunan zamana geldik, yokuş aynı kaldı.
1959: Millet Caddesi’nin yapıldığı zamanlardan bir kare. Bunca geniş yola ne gerek var öngörüsüzlüğünün halidir bugün İstanbul’da yaşadığımız trafik sorunu. Asla genişleyemeyecek Maslak’a dikilen gökdelenler de 50 yıl sonra konuşulacak mutlaka.
Haftanın fotoğrafı
BAŞKA GÖZ VE TEN RENGİNİN ÇOCUKLARI: “Üzgün bir çocuğun yalnızlığı / Kadar saydam kalabilseydim / Ömrüm derdim ömrüm nasıl da / Dolu geçmiştir ölebilirim artık” Bu Ahmet Telli dörtlüğüne bakıp ölebiliriz birlikte. Üzgün bir çocuğun yalnızlığı kadar saydam kalabildiğimiz için değil, savaşın örselediği çocukları güldürmek için göz rengi, ten rengi, çocukların yaşadığı coğrafyanın Brüksel’e uzaklığına baktığımız, en çok, bize benzeyeni düşünüp diğer çocukları hiç umursamadığımız için ölebiliriz. Kabil’de yokluk ve eğitimden uzak çocuklar, büyüyüp de bir gün silahlı bir gruba katılırlarsa,
bu en az onların suçu olacak...