Gazeteci takip ettiği 61 yaşındaki adamın kullanıp bıraktığı peçeteyi masadan aldı, ardından onu hemen bir numune poşetine koyup, DNA örneği almak için kliniğin yolunu tuttu.
Aydınlanmamış seri cinayetleri çözmeye çalışan dedektiflerin uyguladığı bu taktikle DNA bilgileri alınan kişinin adı Alexander Stuart-Houston. Sıradan, bir yaşlı ama Hitler’in büyük yeğeni olduğu için DNA’sı son derece önemliydi.
İngiliz gazeteleri de Hitler’in Avusturyalı kuzeni ve diğer 39 uzak akrabasını DNA örneği vermeye ikna ettiler.
Sonra sonuç geldi, Hitler’in akrabalarından alınan örneklerde Haplogroup E1b1b1 adlı bir kromozom bulundu.
Batı Avrupa’da nadir görülen bu gen, en yaygın olarak Fas, Cezayir ve Tunus Berberilerinde ve Aşkenazi ve Sefarad Yahudileri arasında görülüyor.
Aryan ırkın peşinde koşan, 15-16 yaşında Aryanlık testini geçen kızlarla, biraz daha büyük saf ırktan olduğu belli erkekleri çocuk yapsınlar diye kamplarda toplayan, Aryan olmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapıp, soykırım adımları atan Hitler’in Aryan ırktan olmadığını bilmek bile başlı başına şaşırtıyor insanı.
İsrail de bu konudaki çalışmaları takip etmiş zaten, araştırma yaparken başvuruda bulunduğum kaynaklardan biri de https://www.jewishvirtuallibrary.org internet sitesindeki, “Hitler Yahudi miydi?” bölümünde yazılanlar oldu.
***
Hitler’in Yahudi olduğu iddiası ilk olarak Hitler’in 1946 yılında idam edilen avukatı Hans Frank’ın 1953’te yayımlanan “Darağacı Yüzünde” adlı anı kitabında dile getirildi.
Avukatının iddiasına göre, yeğenlerinden biri yazdığı bir mektupla Adolf Hitler’i Yahudi kanı taşıdığını kamuoyuna açıklamakla tehdit etti. Mektubu avukatına gösteren Hitler, gerçekten Yahudi kanı taşıyıp taşımadığının araştırılmasını istedi. Bu yazılan bana çok mantıklı gelmiyor. Milyonlarca insanı ölüme götüren bir diktatörü mektupla tehdit etmek ve sonra hayatta kalacağını düşünmek akla yatkın bir senaryo değil.
Fakat hikâyede Hitler’in şüphe etmesini sağlayacak unsurlar da yok değil:
Hitler’in 1837 doğan babası Alois, gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya geldi. İddiaya göre, Hitler’in babaannesi Maria Schicklgruber 42 yaşında, Graz’da Frankenreiter adında bir ailenin yanında aşçı olarak çalışırken evin 19 yaşındaki oğlu tarafından hamile bırakılmıştı. Tartışmanın düğümlendiği yer de burası oldu. İddialara göre Frankenreiter ailesi Yahudi bir aileydi ve bu da Hitler’in baba tarafından dedesinin Yahudi olduğu fikrinin doğmasına neden olmuştu.
Burada ciddi tarihçilerin itirazları başlıyor. Mesela Hitler’in biyografisini yazan Ian Kershaw, Graz’da söylenen evde Frankenreiter ailesinin yaşadığını doğruluyor ama ailenin Yahudi olmadığını, Hitler’in babaannesinin orada çalıştığına ya da o dönemde Graz’da bulunduğuna dair tek bir kayıt olmadığını söylüyor.
Burada bir başka ilginç bilgi daha çıkıyor karşımıza: İspanya’da engizisyonun sürdüğü ve çoğu İstanbul’a gelen Yahudiler gibi, Graz’daki Yahudiler de 15. yüzyılda bulundukları topraklardan kovulmuşlar...
Bahsi bitirirken bir de ekleme yapayım: Hitler’in babaannesi 47 yaşında tekrar evlendi ama gayrimeşru oğlu Adois ancak 39 yaşında vaftiz edildi. Annesinin evlendiği George Hiedler babası olarak ilan edildi, Adois, daha sonra Hitler soyadını aldı.
***
Hitler’in gözünü kan bürüdüğü doğru ama gözü ideallerinden başka bir şey görmeyen biri de değildi.
“Kavgam” kitabı iki cilt halinde, 1925 ve 1927’de yayımlandı. O dönem kimsenin yüzüne bakmadığı kitap Hitler’in yükselişiyle birlikte Nasyonel Sosyalizmin İncili haline geldi. Fakir bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş olan Hitler de bu fırsatı kaçırmadı elbette. Kitabının yeni evli çiftlere hediye edilmesine karar verdi, inanılmaz telif ücretleri aldı ve gelir vergisi ödemeyi de kabul etmedi. Siyasi hareketi için topladığı bağışlarla beraber şahsi servetinin o dönemin 5 milyar dolarına yakın olduğu söyleniyor. Bu kanlı diktatörün hayali kendisine ait büyük bir sanat müzesi açmaktı. Bu yüzden Avrupa’da tüm müzeleri yağmalattı, müze yapmak için aldığı bina intiharından sonra Bavyera Eyalet Yönetimi’ne devredildi.
***
Adolf Hitler için sadece bir diktatör demek yeterli kalmıyor.
Yahudiler kadar, Romanlara, engellilere, Polonyalılara, Afrika kökenli Almanlara, sosyalistlere, Yehova Şahitleri’ne, farklı cinsel kimlikte olanlara da düşmandı o, eline hepsinin kanı fazlasıyla bulaştı zaten.
Tarihin en sefil satırlarını yazarken kişisel doktoru tarafından uyuşturucu müptelası haline getirilmiş bir kukla aynı zamanda o. Kişisel doktoru Theodor Morell, 1941 yılından itibaren Hitler’e, içerisinde oksikodon, metamfetamin, morfin ve zaman zaman kokain olan ilaçlar enjekte etti. 1945’te Berlin’i savunmak için 12-13 yaşındaki çocukları ölüme gönderdiği görüntülerdeki el titremesi Parkinson hastalığı mı yoksa yoğun uyuşturucudan sonra yaşadığı yokluk sendromunun izleri mi, kimse net olarak bilmiyor. Polonya ve Fransa’yı işgal ederken Yıldırım Harekâtı yapan panzer birlikleri ve askerlerine daha uzun süre savaşabilmeleri için metamfetaminden üretilen Pervitin hapları içiren kanlı bir diktatörün en zavallı ve müptezel hali bu olsa gerek.
***
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, 1953’ten beri konuşulan bu iddiayı gündeme getirmesine İsrail büyük tepki gösterdi.
Putin, İsrail Başbakanı’nı telefonla arayıp özür dilemek zorunda kaldı.
Bu tartışma Hitler’in bir denizaltıya atlayıp Güney Amerika’ya kaçtığı dâhil bir sürü komplo teorisyeni için de yeni fırsatlar yarattı.
Garip olan şey şu: 30 Nisan 1945’te intihar eden Hitler’in cesedi önce yakıldı, sonra da gömüldü. Sovyet askerlerinin buldukları kalıntıları o dönem Moskova’ya ulaştırdıkları biliniyor ama sonrası meçhul.
Acı veren şeyse: Ruslar ve Ukraynalılar, birbirlerini Nazi olmakla suçluyorlar ama her iki ülkede binlerce, dünyada da yüz binlerce Hitler hayranı var hâlâ.
Arpa boyu yol alamamış insan halimiz bu da...
An’lar...
Beşiktaş, 1959: Ortaköy’den Beşiktaş’a giden yoldaki çınarlar. Çoğu yok artık. Ağaçlar kanser oldu ve kesildiler, kesilme sürecindeki iletişim problemini tartıştık da, çınarları nasıl koruyacağımızı hiç konuşmadık.
Arnavutköy, 1972: Başbakan Özal’ın kazıklı yol projesinden önceki hali Boğaz’ın. Bu değişimin en çok hissedildiği iki yer, Arnavutköy ve Sarıyer aslında.
Saraçhane, 1972: Saraçhane’de top oynayan çocuklar. İstanbul Belediyesi hemen arkalarında. Bugün aklımıza dahi getiremeyiz.
Haftanın fotoğrafı
Bu fotoğrafı tanıyorum ben. Bir benzeri 20 yıl kadar önce Afganistan’da çekilmişti, bu da Frankfurt’ta çekilmiş. 20 yıl önce Afgan çocuklar mutlu diye avutuyorduk kendimizi şimdi Ukrayna’da savaştan kaçan çocuklar mutlu diye kendimizi kandırıyoruz. Uçurtma mevsiminde evinden, babasından, arkadaşlarından, ülkesinden uzak çocuklar ne kadar mutlu olursa bu çocuklar da o kadar mutlular işte...