Tarih ilginç bilgiler ve derslerle dolu. İnsanlık tarihi boyunca Asya, kaynaklar, ekonomi, teknoloji açısından dünyanın güç merkezi olmuştu.
17. Yüzyıl’da dünya nüfusunun yarısına sahip olan Asya, ekonomik güç olarak da yarıya yakın bir güce sahipti.
18. Yüzyıl’da durum değişti, Asya nüfus olarak yine dünyanın yarısına sahipti ama ekonomik gücü yüzde 20’ye düşmüştü.
Şimdi gücün yeniden doğuya kaydığı bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu sürecin sancılarını iliklerimize kadar hissediyoruz.
ABD’nin gücünün ve global etkisinin azalmaya başladığına dair tartışmalar aslında 2007’den beri sürüyor.
Washington, gücünü korumanın yolunu ceza ya da ödül tarzı bir diplomasi yaklaşımına dayandırıyor.Buna karşın Çin, Tek Kuşak ve Tek Yol Girişimi gibi projelerle “Yumuşak Güç” adı altında ilerliyor. Bu projeler Pekin’e sadece ekonomik güç sağlamıyor. Bugün Cibuti ve Ekvador Ginesi’nde Çin’in askeri üsleri var.
Aynı Çin, İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerginliği bitiren ülke durumunda bugün. Hindistan ve Pakistan arasındaki düşmanlık noktasına varmış anlaşmazlıkları çözme konusunda da boş durmuyor Pekin. ABD, Avustralya, Japonya ve Güney Kore’yi, NATO’ya eklemlemeye, bir Atlantik örgütü olan NATO’yu, Pasifik’e de açmaya çalışırken Çin de askeri hazırlıklarına devam ediyor. Aynı anda çok sayıda uçak gemisi üretimine devam ediyor, ABD’ye karşı Rusya ile olan sorunlarını görmezden gelen bir dostluk politikası izliyor. Aynı anda çok sayıda uçak gemisi üretimine devam ediyor, ABD’ye karşı Rusya ile olan sorunlarını görmezden gelen bir dostluk politikası izliyor. Geldiğimiz nokta şu: Suudi Arabistan, ABD’nin petrol üretimini artırma isteğine olumlu yanıt vermedi, Hindistan, Beyaz Saray’ın Rusya’ya ambargo uygulayan ülkelere katılın talebini kabul etmedi.
Ukrayna savaşı olmasa ABD, Avrupa’da da sorun yaşayan ülke olacaktı ama savaş ve askeri gücü sayesinde özellikle eski Doğu Bloğu ülkeleri arasında gücünü korur durumda. Bir de Türkiye ile korkutarak sessizce işgal etmeye çalıştığı Yunanistan var.
Türkiye’nin bölgesinde ABD’den bağımsız politika izleme çabasının Washington’ı çok öfkelendirdiği bilmediğimiz bir gerçek değil. Burada üzerinde durmamız gereken nokta, Batı ile tam uyumlu politikaların bize ne getirip ne götürdüğü. Kesin olan şey, götürdüklerinin getirdiklerinden kat ve kat fazla olduğu. İşte Annan Planı sonrası yaşananlar, işte Çekiç Güç’ün terör örgütüne yardımı, işte nüfusu yaşlanan Avrupa Birliği’ne bırakın tam üyeliği, Gümrük Birliği’ni revize etmeye bile yanaşmayan hali.
İşte Türkiye’ye uygulanan örtülü silah ambargoları. Türk vatandaşlarına vize vermeme rezaleti dahil liste uzun ama geldiğimiz noktada Türkiye, ABD’den bağımsız politikalar izlemesinin faydalarını da görmeye başlamak üzere. Örneğin İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’da taşınması fikri, İsrail hükümetinin de üzerinde durduğu bir seçenek haline geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yarın Rusya’da olacak, sonra G-20 için Hindistan’a, ondan bir hafta sonra da Birleşmiş Milletler toplantıları için ABD’ye uçacak. Tüm bu ziyaretlerde hem Tahıl Koridoru hem de Rusya-Ukrayna barışında kilit ülke Türkiye olacak ve herkes bu bilinçle davranacak.
Hangi siyasi görüşten olursak olalım, görmemiz gereken nokta, on yıllarca Batı politikalarının uygulamasında öncü olan Türkiye’den, bugün, Batı politikalarını uygulamanın Türkiye’ye maliyetini hesap eden ve gerektiğinde itirazlarını dile getiren bir Türkiye’ye döndük. Uyguladıkları örtülü ambargoların sonucu yerli savunma sanayiimiz oldu. Batı’dan kopmadan Batı ile daha eşit bir ilişki kurabilmenin mümkün olduğunu, her gün biraz daha fazla anlıyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri olmadan Avrupa’nın savunmasının imkansız olduğunu da muhataplarımız anlamış durumda. Batı’dan kopmadan, Batı ile eşit ilişki kurarak, Batı’nın değil Türkiye’nin menfaatleri üzerine kurulan bir dış politika anlayışının getirdiği zorluklar var ama bunun getirdiği ve getireceği faydalar çok daha fazla olacak.