Nusr-Et Bebek’te 200 gramlık kuzu küşlemenin paket fiyatı 505 lira. Havuç dilim baklavanın tanesi 90, tulum peynirli salata da 125 liradan satılıyor.
3 artı 1 kiralık bir dairenin fiyatı Silivri Alipaşa’daki TOKİ konutlarında 3 bin 500, Bağcılar Hürriyet Mahallesi’ndeki 5 bin 500 ve Aksaray Molla Gürani Mahallesi’nde 8 bin liradan başlıyor.
Tarıma dair bir yazıya İstanbul’dan rakamlarla başlamak ilk başta garip gelebilir ama biraz bekleyin lütfen.
4 Kasım Cuma sabaha karşı İzmir’i vuran deprem tüm Gediz Deltası’nda hissedildi, uyandığımda saat 3.29’du.
Önce odadaki kahve, ardından sigara paketi bitince, yola çıkmaktan başka yapacak bir şey kalmadı.
Demirci yoluna düştüm, hava daha yeni ağarıyordu. İşlenmiş toprağın, sabahın o saatinde 5 derecelerde dolaşan sıcaklıkla birlikte üzüm bağlarından yükselen buğunun, tarlalarda atılmayı bekleyen yanmış çiftlik gübresinin karışık bir kokusu vardı havada. Oradakilere çok sıradan gelebilir ama Kalamış’ta büyümüş, Nişantaşı’nda okumuş, ömrünün 35 yılı her gün köprü geçmiş birinin yolda dizel ya da tüplü araç kokusundan başka bir koku fark ettiğinde yaşadığı duyguyla tüm camlarını açtım arabanın. Yine aynı hikâyeleri dinleyeceğimi bildiğim bir yolda bu kez umut ile umutsuzluk, sakinlik ile öfke arasında, karmaşık duygular içerisinde dokundum gaz pedalına.
***
Önce öfkemi, dolayısıyla da Sefa’yı anlatmam lazım. Tam adı Sefa Uysal. Köprübaşı Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı.
Uzun yıllar Foça’da kendi restoranını işletmiş Sefa, sonra Köprübaşı’na gelmiş, orada bir yer açmış.
“İnsan evine gelen misafiri senin kadar sıcak karşılamaz, senin gibi dostça uğurlamaz” demek zorunda kaldığım biri Sefa.
Balık pişirmenin ustası diyorlar, ben etlerinin tamamından yedim, tadına inanamadım.
Üç kişi patlayıncaya kadar et, salata, meze, sonra Kıbrıs’ta kız istemeye gidildiğinde mutlak ikram edilen ceviz macunu ve kabak tatlısının olduğu tatlı tabağı için gelen hesap İstanbul’daki 200 gramlık etin fiyatından ucuz olunca şaşırıyor insan.
Aslında şaşırmamak lazım, İstanbul’daki kiraları yazdım ya, Köprübaşı’nın göbeğinde kira bin lira sadece.
Duvarları Mustafa Kemal Atatürk resimleriyle dolu olan restoranda Sefa’nın eşi Ferda Nur Hanım’la tanıştım sonra.
Dünyada ödüller kazanmış Köprübaşı çileğinden hiç katkısız reçeller yapıyor Hanımeli Tarımsal Kalkınma Kooperatifi.
Önce iyi yapmayı düşünen, yapmadan satışı akla getirmeyen, o yüzden internet siteleri bile halen yapım aşamasında olan tertemiz insanlarla karşılaşmak garip bir duygu. Bu kısmı açmam lazım biraz, havalimanlarındaki free-shop denilen sözde vergisiz mağazalarda fiyatı 2 bin lira olan parfümler bir sürü internet sitesinde şişesi 300 liradan satılıyor.
Elbette hepsi sahte olan bu ürünlerin yol açtığı sorunlara dair binlerce şikâyet de yine internette sıralanıyor.
Neyse, öfkemi anlatacaktım ya, bizim büyük şehirlere doluşmak için yüzüne bakmadığımız, işlemediğimiz topraklarda, krizdeki Lübnan’dan, Filistin’den gelen alıcılar mantar üretmeye başlamışlar.
***
İstanbul’un görece az gelişmiş ilçelerinde bir yaşam için köyünü bırakıp gelen, mavi yakalı olarak çalışanlar en çok beyaz yakalıların yaşadığı semtlerde ve sitelerde oturmayı hayal ediyorlar. O semt ve sitelerde oturan beyaz yakalılar da biraz daha birikim yapıp Ege’de bir köye yerleşmenin, tarımla uğraşmanın hayalini kuruyorlar. Bu arada boş kalan toprak da yok fiyatına başkalarına satılıyor. Tapu Müdürlüğü’ne gidip durumu tam olarak öğrenmek istedim.
Müdür Ali Rıza Akınç, bir garip adam, her başvuru ilk ona geliyor, evrakları inceliyor, kimlik tespiti yapıyor, her şeyin yasal olduğuna emin olduktan sonra, içeriye, işleme hava ediyor. Beklerken tecrübenin önemini fark ediyorum, “Okuma yazman yok değil mi?” diye sorduğu herkesten “Yok” yanıtını aldı, şaşırdım. Konuşurken gözü dışarıdaki kamerayı takip ediyordu, garipsediğimi fark etti, açıkladı: “Burada yapılan işlemlerde baskı olmadığını, gerginlik olmadığını anlamak için mutlaka izlemem gerekiyor.” Öfke demiştim ya, ikinci ayağını da yazayım, Müdür Bey ile görüşmek için beklerken yaklaşık 20 kişilik bir aile geldi, miras kalan tarım arazisinde 150 metrekarelik de parsel vardı. İşleyecek toprak daha ne kadar bölünebilir acaba, kendi kalesine aynı anda kaç gol atabilir ki insan?..
***
İşlenmeyen toprağa, köylerde toprağı işleyecek adam bırakmayan şehirleşme mantığına, herkesi üniversite mezunu yapıp, tekniker yetiştirmeyi unutan eğitim sistemine öfkeyle kullandım arabayı o sabah. Sonra gün aksi bir duyguyla bitti.
Tarım üzerine kalem oynatmaya karar verince iki nokta çok önemli hale geliyor. Biri il ve ilçelerdeki tarım müdürlükleri, diğeri de Ziraat Bankası şubeleri. Aslında ikisi de son derece koordineli çalışıyor. Artık su fakiri olduğumuzu fark ettik ve damla sulamaya geçenlere devlet inanılmaz bir destek sağlıyor ya, proje hazırlanıyor ama önce ilçelerdeki tarım müdürlükleri projeye onay veriyor, sonra banka destek aşamasına geçiyor. 3 Kasım’da Manisa’da Tarım Fuarı açılışı vardı.
İlçe Tarım Müdürü Sefa Bey, fuara düğüne gider gibi şık gidiyordu. Yaptığı işten heyecan duyan insanlara ne çok ihtiyaç var. Zeytin ağacında budama çok önemli ya, bu işin üstadı bir beyle tanıştım, bel fıtığından dolayı 5 yaşına kadar olan ağaçları buduyormuş artık. Sürgünü, filizi anlattı bana uzun uzadıya, sonra küçük yerin verdiği rahatlıkla “Bu banka müdürü Bülent Bey yaman adam çıktı, işleri çok ciddi yürütüyor” diye ekledi. Sevdiğiniz biri hakkında güzel cümleler duymak iyi geliyor insana. Her neyse, yabancıların toprak alma meselesinde aradığım bir diğer isim 4 katlı Salihli Şubesi’nin Müdürü Umut Çağlayan oldu. Gurbetçilerin yatırımlarından söz etti Umut Bey ve önemli bir not daha ekledi, tıpkı damlama sulama gibi, güneş enerjisinden sulama elektriği üretmek için de devletin verdiği ciddi bir destek var. Çiftçi o desteğe de yoğun ilgi gösteriyormuş.
***
İstanbul tabelalarını takip etmeye başladığımda hava çoktan kararmıştı. Bir yanım sevinçliydi, Tarım Bakanı Vahit Kirişci artık işlenmeyen arazilere izin verilmeyeceğini, üretim planlaması başlayacağını söylemişti. Bir ay önce konuştuğumuzda Manisa İl Tarım Müdürü Metin Öztürk bu dertlerden söz etmişti. Bu meslekte uzun yıllar geçirince Ankara ile sahanın aynı sorunları tespit ettiğine şahit olmak bile mutlu olmaya yetiyor. Gidilecek yol çok, mesela çiftçinin ucuz gübre bulmasında kilit rol oynayan Gübretaş halka açık bir şirket. Hisse senedi kârlılıkla değerlenir, oysa asıl amaç kâr olmamalıydı diye de düşünüyor insan. Boeing ile McDonnell Douglas birleşmesinde şirket yöneticilerinin hisse senedi ve kârlılık oranlarına takılmasının uçaklarda yol açtığı güvenlik zafiyetine dair bir belgesel seyretmiştim bu sene.
Gediz Havzası’ndan döneli dokuz gün geçti, su kıtlığı şikâyetlerini o kadar çok dinlemiştim ki, zaman zaman bölgenin meteoroloji raporlarına bakarken buluyorum kendimi. Tüm Ege ve Akdeniz’de denize sıfır villaların bile özel havuzlarla dolu olduğunu görüp, çiftçinin suya ulaşamamasına şaşırarak, sakinlik ile öfke arasında devam ediyoruz hayata...