Koronavirüs hastalarının ölüm oranı Fransa’da yüzde 17.3, Belçika’da yüzde 14.7, İngiltere’de yüzde 13.5, ABD ve Çin’de yüzde 5’in üzerinde oldu.
Türkiye’de bu oran yüzde 2.4 seviyelerinde kaldı.
ABD, İngiltere, İtalya, Fransa, İspanya’da sağlık sistemi koronavirüs hasta sayısını taşıyamadı.
Türkiye hem 100 bin kişiye düşen hastane yatağı sayısı hem de yoğun bakım yatak sayısıyla koronavirüste ilk şoku atlattı.
Bir sürü ülke sağlık emekçilerine önlük-maske sağlayamadı, İngiltere’de hemşireler çöp poşeti giydiler, Fransa’da doktorlar çıplak sosyal medya eylemi yaptılar.
Türkiye tekstil üretim gücünü kullanarak sağlık çalışanlarını koruyucu ekipmandan mahrum bırakmadı.
Hollanda’da ve Fransa’nın bazı bölgelerinde solunum cihazı sayısı yeterli olmadığı için sağlık emekçileri kimin ölüp, kimin yaşayacağına karar vermek zorunda kaldı.
Trump’ın bir tweet’ini, “Ben size solunum cihazı bulurum” diye cevaplayan adama New York Belediyesi tam 69 milyon dolar kaptırdı.
Türkiye’de farklı tedavi protokolü ve yerli üretimin devreye girmesiyle kim yaşasın tartışmaları yaşanmadı.
Doktor ve hemşire başına düşen hasta sayısında OECD ortalamalarının çok altında olsak bile, iyi eğitim sayesinde sağlık emekçileri ciddi fark yarattı.
Sağlık Bakanlığı’nın tedaviye yardımcı hidroksiklorokin etken maddeli ilacı toplaması, reçeteye bağlaması, yerli üretim için önlemler alması da başarı hanesine yazılmalı.
ABD’de et sıkıntısı yaşanırken, Türkiye’de tedarik zincirinin kopmaması da bir başarıdır.
Devleti başarılı kılan etmenler bunlar. Gelelim vatandaşlar olarak bizim başarısız olduğumuz noktaya...
Türkiye’de, hastalığın bulaşma projeksiyonu diye tanımlayabileceğimiz R-0 değeri şu an 1.58.
Önlemleri hafiflettiği zaman R0 değeri 1.18’e çıkan Almanya’da kıyametler kopuyor bu yüzden.
En ağır önlemleri alan İspanya’nın tüm bölgelerinde R-0 oranları 1’in altına indi.
Hayatı normalleştiren ilk Avrupa ülkesi Danimarka’da R-0 oranı 0.7.
Salgının ABD’de en ağır vurduğu yer olan New York’ta R-0 oranı şu an 0.79’a düştü.
Sosyal mesafe kurallarına uymaz, maskeleri doğru takmaz, el yıkamayı ciddiye almazsak ve en önemlisi önlemler azaltılınca koronavirüs bitmiş gibi davranırsak, bu rakam aşağıya inmez, hastanelerin doluluk oranları dahil bir sürü başarı önemsiz hale gelir.
Uyanıklara karşı Sovyetler Birliği modeli
Serbest piyasa ekonomisi olan bir ülkenin Resmi Gazete’sinde otobüs bilet fiyatları tarifesi yayımlanmaz.
Otobüs firmaları arasındaki rekabet ve talep, normal şartlarda piyasadaki fiyatın oluşmasını sağlar.
Ancak bizim memleketteki koordine fırsatçılık nedeniyle bu iş mümkün olmuyor. Koronavirüs sürecinde uçak gibi alternatif olmayınca fiyatlar uçtu.
Hal böyle olunca da dün Resmi Gazete’de bilet tavan fiyatlarının yayımlandığını gördük bir kez daha.
Daha önce bin liraya satılan İstanbul-Van otobüs bileti fiyatı için tavan fiyat 500 lira oldu.
Serbest pazar ekonomisini savunanların ideali “Devletin ekonomide yönetici değil denetleyici olması” fikrine dayanan tanımı giderek zayıflıyor.
Fırsatçılığın rejimlerin genetiğiyle oynadığı bir zamana geldik galiba...
Hıristiyan’ın bağnazı olmaz mı?
Karadağ’da koronavirüs önlemlerine uymayan Sırp Ortodoks Kilisesi Niksik Piskoposu ve bazı din adamları polis tarafından tutuklandı.
Bu olayı protesto eden kalabalık bir vatandaş grubu bir yolu trafiğe kapattı.
Bunun üzerine Karadağ polisi kalabalığı göz yaşartıcı gaz kullanarak dağıttı.
Bulgaristan’da Paskalya ayini sırasında kiliseler açıldı, yüzlerce kişi aynı tastan su içti. Yunanistan’da Ortodoks Kilisesi bir açıklama yaparak hükümetin izin vermediği Paskalya ayinlerinde ortak bardakla şarap-ekmek ayinin kutsal kişilere koronavirüs bulaşmasına neden olmayacağını iddia etti.
İlk vakanın 23 Ocak’ta görüldüğü Fransa’da, Şubat’ın 3. haftasında, Protestan mezhebinin bir kolu olan Pentecote kilisesinde binlerce kişinin katılımıyla yapılan ayin de hastalığın kontrolden çıkmasına neden oldu.
Asıl bağnazlık, “bağnaz” tanımlamasının sadece Müslüman olanları kapsadığını düşünmek.
Yalnız değil o dekan
“Kızların resimlerini de görüyoruz böylece, çaktırma” dedi bir üniversite dekanı.
Ardından görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
Hiç üzülmesin o Dekan, yalnız değil aslında. Türkiye’de kadınların sokakta, ileriye değil, önüne bakarak yürüme alışkanlığını kazanmasının sebebi kalabalıktan biri o sadece, tek başına değil. 1990’larda Meclis’te görev yapan kadın kameramanların görünen ayak bileğinden rahatsız ya da tahrik olup, önerge veren vekiller de gördük biz. Plajda havlusunu denize ya da güneşe değil de diğer kadınlara göre konumlama ve onlara dilediği gibi bakma hakkı olduğunu sananları unutmayalım.
“Kızların resimlerini görmek” kazanç kimileri için, kimileri için kızlara laf atmak, kimileri için bakmak gibi alışkanlıklar var hayatta.
Sonuç mu, yalnız değiller ne kelime, aslında çok ama çok kalabalıklar...