Buça’da sokaklardaki ceset görüntülerinin ardından Ukrayna ve Rusya karşılıklı olarak birbirlerini suçladılar.
Rusya şu ana kadar iki temel iddiada bulundu.
Birinci iddia, görüntülerin gerçek değil mizansen olduğu iddiası.
Yazması acı ama “oturan ceset”, “kolu sallanan ceset”, “vücudu kaskatı olmamış ceset” başlıklarıyla tartışıldı mesele.
Sonuç, videoların yavaşlatılmış görüntüleriyle arşiv ve yeni görüntülerin kıyaslaması yapılınca görüntüler gerçek çıktı.
Torbaların içerisindeki cesetlerin kaskatı olmama hali nedeniyle öğrenmek zorunda kaldıklarımıza gelince:
Ölümden sonra kasların sertleşmesine “rigor mortis” adı veriliyormuş ama bu dört gün devam etmezmiş.
Kısa bir süre öncesine kadar yaşayan insanların cesetlerine dair tartışmada bir başka tez daha seslendirilmeye başlandı:
Rusya’yı destekleyen bu tezi seslendiren kişi ABD’li Deniz Piyadeleri İstihbarat Servisi’nde binbaşı olarak görev yapmış, eski bir silah denetçisi Scott Ritter. Bir zamanlar Saddam’ın kitle imha silahları olduğunun ateşli bir savunucusu olan Ritter sonra bir anda taraf değiştirmiş ve savaşın yanlış olduğunu söylemeye başlamıştı.
Ritter’ın eşi Marina’nın da Gürcistan doğumlu olduğunu hatırlatıp devam edeyim:
ABD’li eski subay, soruşturma yapılırken, cesetleri bulunan insanların Ruslarla iş birliği yapmakla suçlanan kişilere ait olup olmadığının araştırılmasını, doğruyu bulmak için kurbanların ölüm zamanı, yeri ve şekline dair araştırma için otopsi işlemlerinin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin adli tıp ekibi yönetiminde yapılması gerektiğini söylüyor. Sıraladıkları mantıklı ama ABD’li eski subay yargısını da saklamıyor, “Ha bire toplanan BM Güvenlik Konseyi, Rusya’nın Buça için toplanma çağrısını kabul etmedi” diye fikrini açıklıyor.
Ortadaki garip durum şu: Ruslar biz 30 Mart’ta çekildik diyor; Ukrayna Ruslar 31 Mart’ta çekildi iddiasında.
2 Nisan’da dünyaya yayılan görüntüler ne zaman çekildi, her iki tarafın da iddiaları farklı.
Rusya’nın iki ayrı tez üzerinde durması bir sorun ama Moskova’nın Buça Belediye Başkanı işgal sonrasında neden katliamdan söz etmedi sorusu da henüz net bir cevap bulamadı.
Sonuç mu, yaşamları, hayalleri, amaçları olan insanların “ceset” hallerini tartışacak kadar kötü bir dünya bu.
Ha Buça ha Karatepe köyü değil mi Yunan kardeşim?
13 Mart günü Yunanistan’da bir gazete okurlarına “Çıkış-Küçük Asya’nın batı kıyılarındaki illerden tanıklar” kitabının birinci cildini dağıtmaya başladı.
Yunanlıların bir süredir işlediği ve kurdukları internet sitelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ü de “Şüpheli” diye ilan etme cüretini gösterdikleri soykırım iddialarını dillendiriyor bu kitap.
Pazar günü halen bu kitabı öven ve Mustafa Kemal Atatürk’e saldıran köşe yazıları yayımlandı Yunanistan’da.
Bak Yunanlı kardeşim, “soykırım şüphelisi” dediğiniz Mustafa Kemal Atatürk’ü sizin Başbakanınız Venizelos Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi 1934’te. İddianız Venizelos’u ya bir korkak ya da tarihini bilmeyen biri yapıyor.
O kısmı da çok önemli değil ama soykırımdan konuşacaksak bir durun hele.
Buça’da işgalci Rus ordusu Ukraynalı sivilleri katletti diye konuşuyoruz değil mi?
Anadolu’dan çekilirken Yunan ordusu ne yaptı peki?
Sovyet arşivlerinde zamanın Dışişleri Bakanı Çiçerin’in, Sakarya’dan çekilen Yunan ordularının Türk sivillere yönelik katliamları anlatılır, Çiçerin uluslararası toplumdan katliamların durdurulmasını ister.
Bunu beğenmediniz mi, ünlü tarihçi Arnold J. Toynbee’nin 1923 baskılı kitabına bakalım beraber.
Utanmayacaksanız, birlikte de okuyabiliriz.
Katliam demişken, daha geçmişe de gidebiliriz.
Mora katliamını, Agrinion kasabasında olanları, Mart 1821’de Sakız Adası’nda olanları konuşalım.
Ya da iyisi mi, gelin kardeşim, Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı Karatepe köyüne götüreyim sizi.
18 Şubat 1922 gecesi Sarı Ahmetler ve Sekiyurt camilerinde toplanıp ateşe verilen insanların akrabalarıyla tanışın.
Artık çok net belli oldu ki Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesinin önündeki en büyük engel Yunan medyasıdır.
Bu kafa Yunanistan’ı yüceltmez, bu kafa Yunanistan ile el sıkışmayı imkânsız kılar.
Mustafa Kemal Atatürk adını soykırım şüphelisi diye yazmadan önce kendi tarihinizi öğrenin.
Ardından, yüzlerce Yunanlı gencin kanı üzerinde duran Albaylar Cuntası’nın kukla oynatıcısı ABD’ye topraklarınızı nasıl pazarladığınızı düşünün.
Seda Sayan’ın Lucifer’ı
Seda Sayan, nikâh masasına oturacağı genç adam için “Benim kocam ne İsmail YK ne de Burak Özçivit. O benim Lucifer’ım” cümlesini kurmuş.
Lucifer Hıristiyanlık’ta “şeytan”’ı tasvir etmek için kullanılır, şeytanın oğlunun adı diye de bilinir.
Latincede ışık getiren anlamı taşısa da yaygın olarak “şeytan”ın adı diye kabul edilir.
Tamam, Seda Sayan, aslında evleneceği genç adamı Lucifer dizisinde oynayan Tom Ellis’e benzetmek için bu cümleyi kurmuş ama hayata dizi kültürü üzerinden bakmak böyle tatsız sonuçlara yol açabiliyor işte.