Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye’de mahkemeler binlerce idam cezası verdi. Bunlardan sadece 712’si infaz edildi. İdam edilenlerden 15’i kadın suçlulardı.

Aslında sayı daha fazla, bu rakamlar İstiklal Mahkemeleri tarafından verilip, infaz edilen idam cezalarını kapsamıyor.

Başlıktaki “Börekçi Ali” kim diye düşünenler olmuştur mutlaka.

Börekçi Ali, Türkiye’de idamı hâlâ açık olarak infaz edilen son kişi.

1955’te dükkânına gelen iki çuval tüccarını başlarına kürekle vurup öldüren, ardından onları fırında yakmaya çalışan bu Börekçi Ali’ye idam cezası verildi.

Haberin Devamı

Darbe zamanı olduğundan, karar onay için Aralık 1960’ta Milli Birlik Komitesi’nin önüne geldi.

İnfaz, Eminönü meydanındaki darağacında sabaha karşı 04.25’te gerçekleştirildi.

Aynı saatlerde, yine sabaha karşı, Sivas, Adana, Adapazarı, Balıkesir, Urfa ve Konya’da altı idam cezası daha infaz edildi.

Börekçi Ali’ye var Adnan Menderes’e yok

***

İnfazlara dair bölümde sabaha karşı vurgusunu özellikle yaptım.

17 Eylül 1961, pazar günü, saat öğlen 12.15:

Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’ı telefonla Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel arar, “Tarık, Adnan Menderes’i bir yere gönderme” sözüyle başlar konuşma. Albay Güryay, doktorların infaza mâni bir hal olmadığına dair rapor verdiğini ve Adnan Menderes’i infazın gerçekleşeceği İmralı’ya götüren motorun Yassıada’dan kalktığını söyler.

Ardından, “Eğer bir emriniz varsa bunu İmralı’ya derhal bildirelim” der.

Cemal Gürsel, “Yok olan olmuş” artık der, konuşma sona erer.

Yaklaşık iki saat sonra Yassıada’daki telsiz odasına İmralı’dan rapor verilir: “İnfaz saat 14.26’da gerçekleşti.”

İdam cezası müebbede çevrilen sanıklardan biri olan ve o gün İmralı’da bulunan Mithat Perin, anılarında infaz saatini 13.23 olarak verir.

Elimizde iki farklı saat olsa da kesin olan şey infazın gündüz saatlerinde gerçekleştirildiği.

Dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Rıza Mengüç’ün idam cezalarının infazıyla ilgili kitabında Tüzük 64. madde gereğince, ölüm cezası güneş doğmadan evvel infaz olunur yazıyor.

En azılı katiller için bile geçerli olan hukuk, bu ülkeye 10 sene başbakanlık yapmış biri söz konusu olduğunda rafa kalkıyor. Kimse ölümüne engel olamasın diye yapıldı bu.

Haberin Devamı

Bir darbe mahkemesi kurmak, o mahkemede hukukun en basit kuralı savunma hakkını kullandırmamak (idam edilen Hasan Polatkan’a 10 dakikayı geçiyor diye son savunmasını dahi yaptırmadılar), yetmedi, iş, gündüz infazına kadar geldi.

Demokrat Parti’nin kuruluşu, iktidara gelişi, doğrusu ve yanlışlarıyla geçirdiği 10 yılın sosyolojik temellerini görmeden, bir dönemi sadece sloganlar üzerinden yorumlamak kadar büyük talihsizlik olamaz.

***

Yassıada Mahkemeleri’ne dair çok şey yazılıp çizildi, en az bilinenlerden birini yazayım:

Yassıada’da yargılananlardan biri Demokrat Partili Adalet Bakanı Celal Yardımcı’ydı. 3 Nisan 1960’ta Adalet Bakanı olarak atanan Celal Yardımcı’ya aynı gün bir kutlama telgrafı ulaştı:

“Vekâlet değerli şahsınızda en hakiki mümessilini bulmuştur. Yürekten tebriklerimi arz ederim.”

Telgrafın altında Temyiz Birinci Ceza Reisi Salim Başol yazıyordu.

Aynı Salim Başol, çok değil beş ay sonra Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı Başkanı olarak kutladığı Celal Yardımcı’yı yargıladı ve müebbet hapis cezası verdi.

Haberin Devamı

Tirajikomik bulabilirsiniz ama Demokrat Parti’nin yargılanması sürecinde daha garip olanlar da vardı.

Mesela Milli Birlik Komitesi Başkanı olan Cemal Gürsel, darbeden 24 gün önce, 3 Mayıs 1960 tarihli mektubunda, halkın Adnan Menderes’i sevdiğini ve Celal Bayar’ın yerine cumhurbaşkanı olması gerektiğini yazmıştı.

Gürsel’in mektubu Yassıada duruşmaları sırasında okundu ama “Menderes cumhurbaşkanı olmalı” kısmı sansürlendi, o satır atlandı. Başsavcı Egesel’in, gönül ilişkisi yaşadığı bir santral memurunu Demokrat Partililer aleyhine tanık olarak duruşmalara çıkarması da dâhil bir sürü garabetin yaşandığı, hukuk dışı bir yargılama sürecidir Yassıada.

***

Gelelim, CHP’nin Genel Merkez’ine astığı “Yeter söz milletindir” pankartına.

Bu pankart Demokrat Parti tarafından sadece 1950 seçimlerinde kullanılmadı.

Aslında o afiş 1946 seçimleri öncesinde, bir gecede hazırlandı.

Hikâye biraz ilginç aslında:

Eserin altında imzası olan Selçuk Milar, bir komşusu tarafından Demokrat Parti Genel Merkezi’ne davet edildi.

Gitti, dinledi, aynı gece o meşhur tasarımı yaptı.

Milar’ın çalışması çok beğenildi ve hemen baskı için İstanbul’a yollandı.

Eser sahibi olarak Selçuk Milar, afişin film baskısının yapılmasını istiyordu, İstanbul’daki matbaacı bir ressama çizdirdiği nüshayı bastı ve dağıttı.

Afiş o kadar etkili oldu ki Demokrat Parti, iktidara geldiği 1950 seçimlerinde aynı afişin bu kez renkli baskısını kullandı.

Gelelim Selçuk Milar’ın başına gelenlere.

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Teknik Öğretmen Müsteşarlığı’nda mimar olarak çalışan Milar’ı CHP’li Bakan Hasan Âli Yücel makamına çağırttı. Milar, daha sonra o görüşmeyi Yücel’in kendisine “Yeteneğinizi bilseydik biz istifade etmek isterdik” dediğini ama kendisinin “CHP için çalışmazdım” diye cevap verdiğini söyleyerek anlatmış.

Bu kısım ne kadar doğru bilemem ama bildiğim, o görüşmeden 20 gün sonra Milar’ın Urfa’ya tayininin çıktığı.

Hoş, sürgün kararının ardından Milar görevinden istifa etti.

Aslında çok da iyi oldu zira bu önemli sanatçımız, 1957’de Ankara’da açtığı Galeri Milar ile yeni bir mobilya anlayışının doğmasını sağlayan isimlerden biri oldu. Çok sayıda sanatçının sergilerini açtı, çok sayıda öğrenci yetiştirdi ve 1991’de herkesin saygı duyduğu bir isim olarak aramızdan ayrıldı.

***

Afişler ya da sloganlar seçmenler üzerinde etkili birer propaganda aracıdır, bu doğru. Buna karşılık, sadece afiş ya da sloganla seçim kazanmanın mümkün olmadığını da biliyoruz.

Mesut Yılmaz, ANAP’ın iktidarı kaybettiği 1991 seçimleri öncesinde dünyaca ünlü Fransız reklamcı Jacques Seguela ile çalışmış ama iyi kampanya sonucu değiştirmeye yetmemişti.

Bu arada CHP tarihinin tartışmasız seçim zaferleri 1970’lerde gelmişti.

O dönem CHP, Demokrat Parti’nin sloganını değil, Bülent Ecevit’in, “Toprak işleyenin, su kullananın. Vurguna, soyguna, sömürüye son” sloganını benimsiyor, Türkiye’nin çehresini değiştirmeye aday Köykent Projesi’ni tanıtarak oy istiyordu.

Aradaki fark sadece sloganlarla anlatılmamalı ama...

Ecevit’in başkan olduğu dönemde CHP iki seçimden birinci parti olarak çıktı, oylarını yüzde 41.4’e yükseltti.

Bu başarı sadece sloganlarla değil, Ecevit’in partiyi bürokrasi partisi olmaktan çıkarıp, gerçekten halk partisi yapması ve insanlara umut olmasıyla sağlandı.

Geçmişi bilmeyenler de geleceğe yürüdüklerini sanabilirler ama varacakları yer asla doğru bir yer olamaz.

An’lar

1941, Altıyol: 1970’lerde iki spor, bir de müzik mağazası vardı Altıyol’dan Yoğurtçu Parkı’na giden yolun sol tarafında. Sağ tarafta bir iş hanı, banka şubeleri. Bugün 1970’lerin Altıyol’u insana ıssız geliyor, 1941’de bambaşkaymış.

Börekçi Ali’ye var Adnan Menderes’e yok

1936, Burgazada: İstanbul’un eskisi gibi kalabilmiş nadir yerlerinden biri. İskeleden sonrası için geçerli bu tanım, arkadaki ormanı görmezden gelebilirsiniz.

Börekçi Ali’ye var Adnan Menderes’e yok

1950’ler, Dolmabahçe: Sahada çim yeşili değil toprak kahverengi var ama dışarısı fazlasıyla yeşilmiş o zamanlarda.

Börekçi Ali’ye var Adnan Menderes’e yok

Haftanın fotoğrafı

Sadettin Kaynak’ın bestesini ya da Safiye Ayla’nın yorumlayışını hatırlayan kaç kişi kaldı acaba: “Turnalar uçun, yayladan geçin, yârimi seçin...” İsrail’in kuzeyindeki Hula Vadisi’ndeki gölün çevresinde Avrupa’dan Afrika’ya göç eden binlerce turna vardı bu hafta.

Börekçi Ali’ye var Adnan Menderes’e yok