Almanya Başbakanı Olaf Scholz yarın ve perşembe Atina’da olacak.
Bu ziyarette, Yunanistan, elindeki Leopard tanklarını yükseltmek ve Lynx zırhlı muharebe aracı satın almak için Almanya Başbakanı ile anlaşma imzalamayı umuyor.
Almanlar da Yunanistan’a silah satmaya hevesliler, tıpkı diğer siyasetçi-tüccarlar gibi Scholz da Ankara’nın canını sıkacak cümleler kuracaktır mutlaka.
Burada dikkat etmemiz gereken iki nokta var.
Almanya ilkeli bir ülke olduğu iddiasında ama Başbakan Scholz, Suudi Arabistan’a silah ambargosunu bu ayın başında kaldırıverdi. Önceki Başbakan Merkel, son görev gününde Mısır’a hava savunma sistemi dâhil kritik silahların satışını onayladı.
Biz Almanya ile NATO’da ortağız, Suudi Arabistan ve Mısır değil.
Almanya’dan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyacı olan tank ve obüs bataryalarının motorlarının satışı için yıllardır onay bekliyoruz. Berlin, “Sadece denizaltı satarım, kalanları ambargo kapsamında” demişti.
Madrid’deki NATO Zirvesi’nde Scholz aksini söyledi ama örtülü ambargo devam ediyor.
Türkiye’ye silah ambargosuna Suriye’deki operasyonları gerekçe yapan Berlin, Yunanistan’ın Ege’yi iç denizi yapmasına ya da dünyada hava sahasıyla kara suları farklı tek ülke olmasına ses çıkarmıyor.
İş bu hale geldiyse, Almanya’ya Ege’de taraf olmasının bir maliyeti olacağını anlatmak gerek.
Üstelik bu maliyet sadece seçimlere kadar sürecek bir maliyet olmayacak.
ABD, Ege’de Yunanistan’dan, Suriye’de terör örgütünden yana taraf olduğu için seçim sonuçları ne olursa olsun Türk halkı için artık müttefik değil. HDP hariç tüm partilerin tabanları için Washington soru işareti.
Almanya Başbakanı da o çizgiye geldiğinde yapabileceklerimiz var elbette.
Türkiye’deki büyük küçük tüm makam sahiplerinin bayıldığı Alman otomobillerinin yerine TOGG’umuzu ya da Almanya’ya rakip olmayı çok isteyen ve Türkiye’de üretim tesisleri de bulunan Fransız araçlarını tercih ederek sembolik bir mesaj verebiliriz.
Ya da sadece örtülü ambargo uygulanan askeri ürünler değil Almanya’dan ithal ettiğimiz hammadde, yarı mamul ve mamuller için de alternatif pazarlara yönelebiliriz.
Ege için sadece tarafsızlık bekleyen Türkiye, Atina’dan yana taraf olanlara karşı 83 milyonluk Türkiye pazarını kartını mutlaka masaya koymalı.
Verelim 4.3 milyar euro’yu, hepsini alın
Human Rights Watch, önceki gün Türkiye’den sınır dışı edilen birkaç yüz Suriyeli için rapor hazırladı,
“AB, Türkiye’nin Suriyeli mülteciler için güvenli olmadığını kabul etmeli” diye öneride de bulundu.
Raporun en acı ve utanmaz tarafı da “AB, Suriyeli mülteciler için Türkiye’ye milyarlarca euro ödedi” cümlesi.
Türkiye’nin 40 milyar dolardan fazla bir maliyete katlandığı yerde şu ana kadar ödedikleri 4.3 milyar euro’yu yazmışlar, üstelik aynı anlaşmada yer alan vize muafiyeti ve Gümrük Birliği’nin genişletilmesi konusunda tek bir sözü yerine getirmemelerine rağmen yapıyorlar bunu.
Biz Türk halkı olarak AB’ye hemen 4.3 milyar euro ödeyelim ama tüm mültecileri ülkelerine alsınlar.
Bu öneriyi kabul etmez, zavallı mültecilerin altınlarına bile el koyar, sonra Türkiye’yi eleştirirler.
Human Rights Watch, Yunanistan’a geri itmede kullanılan sahil güvenlik botlarını finanse eden AB’ye sesini hiç yükseltmedi bugüne kadar. Atina’yı eleştirdiler ama onu fonlayan ve cesaretlendiren Brüksel’e tek satır eleştiride bulunamadılar.
Avrupa Birliği’nin yeni hazırladığı bir tüzük var. Bu taslak aralık ayında oylanacak ve Belarus, Fas, Türkiye göçmen meselesini siyasi baskı aracı olarak kullanırsa önlemler alınır diye karar verilecek.
HRW dâhil 70 civarı örgüt açıklama yaptı ama nasıl kibar, nasıl efendiler… Türkiye raporunda kullandıkları dille alakası yok kullandıkları dilin.
Bizim sokaklarımız, bizim toplumsal alışkanlıklarımız en az sizinkiler kadar değerli hanımlar, beyler. Hastanede sıramızı veriyor, daha fazla kira ödüyor, halen milyarlarca dolar harcıyorken, sığınmacısı yok denecek kadar az şehirlerinizden bize küstah cümlelerle gelmeyin.
Gerçekten mültecileri düşünüyorsanız, kusursuza yakın ev sahipliği yapan Türkiye’ye daha fazla destek olunması çağrısı yapın.
Rahatsız edici futbol soruları
Galatasaray’ın ya da Fenerbahçe’nin ya da her ikisinin Beşiktaş’ın hakem hatalarına ya da art niyete kurban gittiği dönemde seslerini çıkardıklarını duydunuz mu? Hatta ekleyelim, Fenerbahçe otobüsü kurşunlandığında kim, ne tepki verdi?
Aslında kimse hakem hataları ya da art niyetle ilgilenmiyor.
İstenen şey, hatalar hep benden yana olsun, art niyet varsa o da mücadele ettiğim rakiplerimi vursun. Böyle gittiği sürece hata ya da art niyet, düzen değişmez.
Türkiye’de rakibi baskı altına almakta en başarılı stadyum atmosferini Galatasaray taraftarı yaratıyor. Bu atmosferde 2-0 önde olduğu maçı 2-2 bitiren teknik direktörü de konuşmak gerekmez mi?
Okan Buruk, seçme şansı olsaydı, ilk yarıyı 2-0 mağlup ama rakibi 10 kişi kalmış halde bitirmeyi mi tercih ederdi, yoksa 10 kişi kalmasına rağmen ilk yarıda soyunma odasına 2-0 önde gitmeyi mi? Galatasaray’ın kadro kalitesinin 10 kişi kalsa bile rakibi yenmeye yettiğini Gaziantep maçında görmüştük.
Türkiye’de futbolu en fazla domine eden grubun “yayıncı kuruluş” olduğunu düşünecek olursak, onlar, daha fazla gelir elde etmek adına Fenerbahçe-Galatasaray yarışının son haftalara kadar sürmesini isterler.
Galatasaray’ı kim, ne amaçla doğruyor? MHK’nın Galatasaray’ı “doğrama” amacı ne olabilir? İşin içine siyaset karıştığı iddiası varsa, Fenerbahçeli seçmen sayısıyla, Galatasaraylı seçmen sayısı arasında taraf tutmayı gerektirecek fark var mı?