12 Eylül darbesine hazırlık sürecinde,
Genelkurmay Başkanlığı’nın, herkesin görebileceği taraftaki ışıkları kapatılır, arka taraftaki ışıklar açık şekilde çalışılırdı.
Darbeden sonraki günlerde, darbenin liderleri anlatmışlardı uyguladıkları bu kandırmacayı.
Son 72 saattir çok tartıştığımız “Işıkları yanıyor” lafının kökeni de bu olaya dayanır aslında.
ABD’nin kontrolündeki bir mikropaylaşım sitesinde, ülkeye dair bu lafların edilmesinin sakilliğini bir kenara bırakıyorum.
Türkiye, “Işıkları yanıyor” ya da “Işıkları kapalı” diye halkın kaderine seyirci olduğu bir ülke değil artık.
15 Temmuz’da gördük ki halkın evlerinde yanan ışıklar, resmi kurumlarda yanan ışıkları önemsiz kılıyor.
Aradaki farkın ne kadar büyük olduğunu anlayamayanların, o geceyi anımsamasında fayda var.
Daha çok SİHA, daha çok füze, daha çok Adana
Türkiye’nin savunma ve havacılık sektörü ihracatı 2019 yılında bir önceki yıla göre yüzde 34.6 arttı.
2019’da sağlanan 2.74 milyar dolarlık ihracatın gelecek 3 yıl içerisinde 10 milyar dolara ulaşması hedefleniyor.
2009-2013 silah ihracatımız ile 2014-2018 yılları arasındaki silah ihracatımız arasında yüzde 170 fark var.
Satmak tek başına yeterli değil, Türkiye’nin 2015-2019 silah ithalatı yaklaşık yüzde 48 oranında azaldı.
Silahla böbürlenmek keyifli bir iş değil ama silah sanayii dünya genelinde hem ekonomi hem de siyasi güç açısından önemli.
Adana Yumurtalık’ta petrokimya alanında yer tahsisi bekleyen 11.8 milyar dolarlık bir yatırım var.
Tesis tamamlandığında, hem yılda 5 milyar dolarlık hammadde ithalatı ortadan kalkacak hem de tamamlanmış ürün olarak 15 milyar dolarlık bir ihracat hedefine koşulacak.
Adana deyince aklımıza hep pamuk gelir ya, ABD, Çin pamuğuna Uygur Türklerine baskı nedeniyle ambargo koydu, çoğumuz farkında değiliz.
Farkında olmadığımız bir başka gerçek, Adana’da sekiz organize sanayi ve yedi küçük sanayi sitesi için imar planları hazırlandı. Bunun kadar önemli olan bir başka nokta Adana’da ihtiyaç duyulan nitelikli iş gücü adına da çalışmalar yapılıyor.
Dünya üzerinde Pasifik’teki Mikronezya ve Nauru federal devletleri haricinde Türk ürünlerinin girmediği ülke kalmadı.
Daha çok üretip, daha çok satmayı başardığımız oranda, daha özgür, daha zengin, daha mutlu bir ülke olacağız.
Avrupa’da Türkiye kavgası
Almanya Dışişleri Bakanı, Atina ve Güney Kıbrıs’a gitti, Ankara ziyaretini iptal etti, söylem olarak da Yunanistan’ın dilini benimsedi.
İktidardaki Hıristiyan Birlik partilerinin meclis grup başkanı Wadephul, “Fazla Yunanistan yanlısı” tutum nedeniyle kendi Dışişleri Bakanı’nı eleştirdi, Mısır ile imzalanan deniz yetki alanları sözleşmesini gündeme getirdi.
Avusturya’da da ana muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti, Meclis’te Türkiye-Yunanistan örneğini vererek, hükümeti, her konuda hemen taraf olmakla ve arabulucu rolünü kaybetmekle suçladı.
Çok alışkın olmadığımız iç eleştiriler bunlar, şimdilik sonuç değiştirmeyecek olsa da, en azından tarihe not düşülüyor.
Küçük adımlarla başlasak mı?
Avrupa, hızla mart ve nisandaki koronavirüs kısıtlamalarına geri dönüyor.Avrupa, hızla mart ve nisandaki koronavirüs kısıtlamalarına geri dönüyor.
İstanbul rakamları gösteriyor ki bizim de bu konuda atmamız gereken adımlar var.
Çok keskin ve sert adımlar atmak yerine, en azından ufak ufak adımlarla bulaş hızını azaltmaya çalışsak mı?
Mesela mesai başlangıç saatlerini özel sektör için de yaygınlaştırma fikrini hemen hayata geçirmek,
Mesela, işletmeler için öğle yemeği saatlerini mesai saatlerine göre açmak, kalabalıkları grup grup yemeğe çıkarmak,
Mesela, nüfus ve hasta yoğunluğu fazla olan ilçeler için, yerel, semt pazarlarının iptali, vs. daha sert önlemler almak,
Mesela, insanlarla temasın çok olduğu şirketlerde mümkün olduğunca antikor üretmiş kişilerin öncelikli mesai alması,
Mesela, üst üste virüs yükü alma ihtimali olan işlerde çalışanların bir gün çalışma, bir gün evden çalışma düzenine geçmesi.
Şimdi küçük ya da ilçeler bazında adım atmazsak, sonra çok daha fazla zorlanacağız.