Diyarbakır’daki milli maç öncesinde bir Sağlık Ocağı’na ait Türk bayrağını, öpüp, alnına koyarak çalan üç çocuğa dair haberi okudum bilgisayarda. Sonra bir başka habere baktım, sonra tekrar Diyarbakır’da bayrak çalan çocukların haberine döndüm. Hani ölümcül bir hastalıktan kurtulduğunda, hani çok zorlu bir yol sona erdiğinde göz pınarlarına sevinç gözyaşları yürür ya aniden, hissettiğim tam olarak buydu. Bu sevinci abartılı bulabilirsiniz ama değil. Çünkü Kürt siyasetinin Barzani’ye yakın isimlerinden Şerafettin Elçi’nin yıllar önce söylediği “1984’ten itibaren doğan çocuklar OHAL ve çatışma döneminde büyüdüler. Biz el sıkışabileceğiniz son kuşağız” sözünü hiç unutmadım.
Bali’den kuş uçuşu 10 bin kilometreden daha uzakta olan o üç çocuğa “Koçlarım benim” diye kucaklama isteği duymama sebep olan tek şey Şerafettin Elçi’nin hatırladığım sözleri olmadı. Bu haberden iki saat önce sosyal medyada yazılıp çizilenleri okuyordum. Kandil ve Afrin’deki terör ağalarının “Beyoğlu saldırısıyla ilgimiz yok” açıklamasını hiç tartışmasız kabul eden, siyasi nefretin yol açtığı körlük de canımı çok yakmıştı. “Kürdistan Özgürlük Şahinleri” denilen grup kim bilir misiniz? Terör örgütünün sivil katliamların sorumluluğunu almamak için uydurduğu, “Bizden ayrılanlar kurdu” dediği kanlı katil sürüsüdür onlar. Eskiden saldırıları TAK üstlenirdi, sonra yediremediklerini görünce “Biz yapmadık” demeyi tercih eder oldular. Kandil’deki terör ağaları demiş ki “Biz sivil hedeflere saldırmıyoruz.” 3 Ocak 2008’de Diyarbakır’da bir dershane önünde patlatılan bombalı aracı, teröre kurban olan öğrencileri unuttuk mu? Ankara Güvenpark’ta onlarca cana mal olan bombalı aracı unuttuk mu? Hepsini geçtim, “Unutursak yüreğimiz kurusun” dediğimiz Aybüke öğretmeni de hatırlamıyoruz artık? İktidar desteklemek ya da karşısında olmak ayrı bir konu ama bir terör saldırısının ardından terör örgütünün “Biz yapmadık” açıklamasını referans alanlar olduğunu görmek içini acıtıyor insanın.
Afrin merkezli yavru örgütü YPG’nin açıklamasından bir cümle: “Tüm dünya güçlerimizin yönteminin insan haklarını korumak ve terörle mücadele olduğunu biliyor.” Temmuz 2022’de, YPG’nin hamisi ABD, 2021 yılı Ulusal İnsan Hakları Raporu’nu yayımladı. Kendi yönettikleri terör örgütünü, çocukları kaçırıp, savaş alanlarına yollamakla suçladı ABD. Suriye Ulusal Koalisyonu’nun raporu da arşivde, Tel Abyad’daki Türkmenler ve Araplar YPG tarafından göçe zorlanıyorlar. Bir saldırıyla ilgili her noktanın aydınlatılmasını ve kamuoyunun tatmin edilmesini istemek ayrı şey, defalarca bombalı saldırıda bulunmuş bir terör örgütünün açıklamasını doğru kabul edip, “Bakın biz yapmadık diyorlar” demek bambaşka bir şey. Siyasi nefret Türkiye’yi hiç bu kadar kör etmemişti.
Tuzla tren istasyonunda şehit olan öğrenciler
Meslek hayatım boyunca yan yana geldiğim herkesle hep ülkemin iyiliği adına konuştum. Ankara’da kapısında polisin nöbet tuttuğu Anadolu Kulübü’ndeki bir geceye gitti aklım. 1990’ların sonuydu. Masada Ahmet Türk vardı, SHP’li eski Cizre Belediye Başkanı Tahir Vesek vardı, Şemdin Sakık’ın dağda, Sırrı Sakık’ın hapiste olduğu yıllardı, bir de onların adını hatırlamadığım bir kardeşi oturuyordu masada. Ahmet Türk’e o akşam “Şubat 1994’te, Tuzla tren istasyonunda askeri okul öğrencilerini hedef alan saldırıyı ve Hatip Dicle’nin o saldırıya sahip çıkan sözlerini sormuştum. O da açık yüreklilikle Hatip Dicle’nin cezaevine ziyarete gittiğinde görüşe dahi çıkmadığını vurgulamış ve eleştirime katıldığını belli etmişti. Yine sosyal medyada çok paylaşıldığı için yazıyorum, “Bombalar patladıkça oylarımız artıyor” diyen kimse olmadı Türkiye’de. Bugün 6’lı masada oturan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bir sözünün yorumu o cümle. Bir televizyon röportajında “Ankara saldırısının ardından yapılan bir anket ve sonuçları var mı?” sorusu geliyor, Davutoğlu da “Saldırıdan sonra da yüzde 44 bandına doğru yükselme trendi devam ediyor” diyor.
Bali’de G20 Zirvesi’ne katılan liderlerin konvoylarını izledim bir süre. G20’de Suriye ve Irak ile sınır komşusu olan ve her gelişmeden etkilenen tek ülke Türkiye. Buna karşın ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Suudi Arabistan, Rusya, Avustralya, Çin başta olmak üzere onlarca ülkenin gizli servisi ve askerleri o coğrafyada cirit atıyor. Batı’yı bilim ve teknolojide örnek almak ile Batı’nın emperyal amaçları dâhil her yaptığına destek olmak arasındaki çizgi karıştı maalesef.
Ahmet Kaya başlığı açılınca...
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile röportajın sonunda Ahmet Kaya’nın ölüm yıl dönümü konusu da soruldu. Erdoğan, cezaevine gideceği gün Ahmet Kaya’nın gelip verdiği desteği de anlattı. Bu konuda yazmam gereken bir kaç cümle var: Birincisi, bugün yayında olmayan Finansal Forum gazetesindeki köşemde Ahmet Kaya’nın ölümünden üç gün sonra yayımlanan yazım arşivlerde bir yerlerde duruyordur. O yazıda Ahmet Kaya şarkılarının 12 Eylül kuşağına yasaklanan Attilâ İlhan ve Nâzım Hikmet’i öğreten adam olduğunu yazmıştım. Diyarbakır’da girdiğim berber dükkânındaki çocukların Ahmet Kaya çalan teybin sesini kıstığını ama koltuğa oturduktan sonra şarkıyı mırıldandığım için çok rahatladıklarını, hesap almamak için çok uğraştıklarını da yazan bendim. Şarkı İstanbul Üniversitesi önünde Nisan 1960’da öldürülen Turan Emeksiz için Enver Gökçe’nin şiirinin bestelendiği “Ya katlime ferman” şarkısıydı. Ülkenin dört yanında aynı şarkıları söylemek değil mi mesele?
Fatih Terim’in maaşı soru önergesi
Ahmet Kaya şarkıları kadar önemsediğim bir başka yazıyı daha hatırlatmam lazım. Sırrı Sakık, yanılmıyorsam HADEP Milletvekili olduğu dönemde, 2007 yılı olması lazım, Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim’in maaşının yüksek olmasıyla ilgili bir soru önergesi vermişti. Herkes “Sana mı kaldı?” diye Sakık’ın üzerine çullanırken, “Türkiye partisi olmaya karar veriyorlar, bu soru ne kadar güzel” diye önergeyi savunmuştum.
Türkiye partisi olmak ile Kandil’in partisi olmak arasındaki fark sadece Türk kökenlilerin derdi olmamalı.