Bir yerde olmaktan çok, orada olduğunu takipçilerine göstermenin önemli olduğu bir dünyada Bali’de olmak çok değerli gelebilir insanlara. Adasever birisiyim ben. Dünyanın siyasi olarak Tayvan’dan bile fazla konuşulan adası Kıbrıs’ta yaşamış, neredeyse tüm köylerinde tiyatro oynamış, Bali dışında Kapri ve Zanzibar gibi dünyanın en turistlik adalarında zaman geçirmiş birinin gözlemleri aslında okuyacaklarınız.
Önce Bali’den başlayayım: Nem oranı yüzde 90’ın üzerinde olan bir yerden söz ediyoruz. Nüfusun yüzde 93’ü Hindu, yüzde 7’si Müslüman. Yaklaşık 5 milyon kişi yaşıyor Bali’de, yaklaşık diyorum zira Bali’ye âşık olup, orada yaşamayı tercih eden on binlerce insan var. Bu yabancı misafirlerin sayısı arttıkça asgari ücretin 250 dolar seviyesinde olduğu adadaki yerel halk deniz kıyılarından iç kesimlere doğru taşınmaya başlamış. Bali’nin bizim için en cazip tarafı, harcama yaparken euro kuruyla çarpım yapıp, bir şişe suya ödediğiniz paranın size pahalı gelmemesi. Yerel halka gelince elektrik ve akaryakıtta yüzde 50
devlet sübvansiyonuyla yaşıyorlar.
Bali’nin sahilleri fotoğraflarda çok güzel bu doğru ama işin ama kısmı var. Birincisi, denizi daha çok sörfçülere hitap eden bir deniz. Zaten adanın her tarafında sörf okulları var. Dalış için de iyi destinasyonlara sahip bir yer Bali ama bizim alışkın olduğumuz deniz tatili konseptine uzak. Kumsallara gelince, fotoğrafta harika ama üzerinde yürürken bataklığa benzer bir yanı da yok değil, her adımda gömülüyorsunuz. Ilıca Plajı’ndaki kumlarda yürümek -en azından benim için- çok daha zevkli. Zanzibar’ın gel-git sonrası açığa çıkan beyaz kumları da bana göre Bali kumsallarından daha güzel. Bu arada eşsiz bir sahil arıyorsanız, Kıbrıs haritasındaki sivri burun, Dipkarpaz’a ve Altınkum sahiline bakmanızı öneririm. Kuzey Kıbrıs’a gidip de kumarhanelerden çıkmayıp, en fazla Girne Limanı’nda bir kahve içenler neler kaçırdıklarını bilmiyorlar.
Bali’nin şehirleri konusunda da yazılması gerekenler var: Önce Ye, Dua Et, Sev filmiyle ünlenen Ubud’u yazmam gerek. Ubud, Maymun Ormanı, UNESCO’nun dünya mirası listesine girmiş pirinç tarlaları, sonsuzluk salıncaklarıyla oldukça dikkat çekici bir şehir. Aslında ahşap ve taş işlemeciliği konusunda da son derece etkileyici bir yer. Kötü olansa, yerel kültürün giderek kaybolması. Bodrum ve Alaçatı’da olan şey Ubud için de geçerli. Sahibi Ubudlu olan mekânların sayısı giderek azalıyor, onların yerini İngilizlerin tropikal pubları ve yabancıların işlettiği oteller alıyor. Yine de tıpkı Güney İtalya’nın Kapri Adası gibi Ubud ve Bali’nin ününde de bir Hollywood etkisi olduğu kesin.
Bali’de şehirler belli özellikleriyle öne çıkmış. Gece hayatının merkezi olarak gösterilen ve biraz Bangkok haline dönmüş Kuta bir yanda, lüks otelleri ve plajlarıyla Nusa Dua bir diğer yanda, şelaleleriyle ünlü Bedigul diğer yanda. Aynı anda birden fazla duyguyu tatmin etmek adına Bali mutlaka görülmesi gereken bir yer ama birincisi gerçekten gezmek için en az 10 gün ayrılması gereken bir destinasyon; ikincisi, çoluk çocuk değil daha çok iki kişilik tatiller açısından iyi bir destinasyon.
Kapri lüksün ve ihtişamın adasıdır, kayalıklar arası ve çok çakıllı plajları mı, yoksa muhteşem evleri arasında Ana Kapri’den aşağıya inmek mi deseniz, sanırım ikincisi daha zevkli. Tanzanya’nın Zanzibar’ından en çok aklımda kalan şey, elektrik olmayan köylerde akşam yakılan devasa ateşlerin etrafında şarkılar söyleyip dans eden köy halkı diyebilirim. Yoksullukla barışık bir coğrafya Zanzibar ve kafana takma diye özetlenebilecek Hakuna Matata sözünün doğduğu topraklar. Başka popüler adalar da var mesela Ege’deki Santorini ya da Mikonos. Bunlar Yunan adaları olarak biliniyor ama Yunanistan vatandaşlarından çok turistlerin yaşadığı, yerel kültürün kalmadığı yerler oralar. Hiç gitmedim ama İspanya’nın İbiza’sı da farklı durumda değil.
Gerçek bir adada yaşam hoşgörü üzerine kuruludur. Bugün dünyanın tüm adaları marka terlik ve plaj çantalı zengin turistlerin bol selfie çekip, plajda partiler yaptıkları yerler haline geldi. Mağusa’nın tüm kumarhanelerinde kol çekip de Glapsides Plajı’nda yürümeden Akdeniz’de olduğunu anlayamaz bile insan.
Aklınızda bir ada yolculuğu varsa eğer, popüler olanlardan, hepsi birbirinin aynı olan lüks tatil köylerinden yana kullanmayın tercihinizi. Adalı olmak son vapur ya da uçak kalktıktan sonra kalanlarla mutlu olabilmeyi bilmek, bulunduğun yerin kültürüne ayak uydurabilmekle orantılıdır biraz. Gerçek bir adada değerinizi karakteriniz ve yaşama saygınız belirler, turistlik adalarla, cüzdandaki para, kartınızdaki limit, üzerinizde taşıdığınız markalar kadar kıymetli olursunuz.
Sonsuzluk salıncakları
Bir yamacın etrafındaki ağaçlardan sallanmaya başlamak aslında sonsuzluk salıncağına binmek demek. Sallayıcıların enerjisine bağlı ne kadar uzağa gideceğiniz.
Kilosu 350 euro’luk kahve
Sadece kahve çekirdekleriyle beslenen bir misk kedisi türü var. Kopi Luwak kahvesi o hayvanın dışkılarının yıkanıp, kavrulmasıyla yapılıyor. Bu özelliği dünyanın en pahalı kahvelerinden biri yapıyor Kopi Luwak kahvesini. Hikâyeyi dinledikten sonra tatmak ister misiniz dediler, teşekkür etmekle yetindim.
An’lar
Ortaköy, 1960’lar: Önce kumpir, sonra nargile sevenlerin istilasından çok uzun zaman önce, İstanbul’un İstanbul olduğu zamanlardan bir kare.
Haydarpaşa, 1960’lar: Yeşilçam Haydarpaşa’nın hep İstanbul’a geliş yanını gösterdi bize. Oysa İstanbul’a geliş yolun sonuydu, bu karede yolun başlangıcı.
Tarabya, 1980’ler: Boğaz’ın kıyısında değil yüzmek, artık yürümeye bile imkân yok oltacılar yüzünden. Denize girenler eskiden daha saygılıymış, şimdi herkese ait bankları tüm gün şezlongu olarak kullanan bencillik zamanındayız.
Haftanın fotoğrafı
Duvarda sanatı hayatımıza sokan adam Banksy, Kiev yakınlarındaki Gorenka köyünden geçti. Ağır hasar görmüş bir binanın duvarı bu grafiti ile evrensel oldu bir anda.