İlgi çekecek başlık atma bizim meslekte çok önemlidir, okuduğunuz başlık o amaçla atılmış bir başlık değil.
Aksine, bilimsel verilerin gösterdiği ve yüzleşmemiz gereken bir gerçek.
Önce yüzde 67 sürü bağışıklığı palavrasından başlayayım.
Bulaşıcı hastalıklarda standart bir sürü bağışıklığı oranı yok.
Kızamıkta sürü bağışıklığı oranı yüzde 95, çocuk felcinde yüzde 80, koronavirüste neye ve kime göre yüzde 67, belli değil.
ABD Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Direktörü Dr. Fauci, ancak nüfusun yüzde 90’ı aşılandığı zaman sürü bağışıklığından söz edilebilir diyor mesela.
Yüzde 90 aşılama, hasta sayısını ve hastalığın yayılma hızını elbette düşürecek ama hastalığı tamamen ortadan kaldırmayacak. Şu an iki doz aşı olup da koronavirüs tedavisi gören, izolasyonda olan doktorlar var.
Yani aşı, hasta olmayı ve hastalığı bulaştırmayı engellemiyor ama hastalığın ölümcül seyretmesine engel oluyor.
Aşıya rağmen koronavirüse yakalananların tespiti ve izolasyonu sürecini öğrenecek dünya. İnsanlar “Aşı oldum” diye eskisi gibi yaşamaya çalışmanın mümkün olmadığını fark edecekler.
Bir başka belirsizlik alanı, hastalığı geçiren ya da iki doz aşı olup da hiç antikor üretmemiş olan insanların durumu.
Konya’da iki doz aşı olup da antikor üretmemiş bir doktora üçüncü doz aşı yapıldığını duymuştum, İstanbul’da iki doz aşıya rağmen hiç antikor üretmemiş 70 yaş üzeri birisini tanıyorum. Şu an, antikor üretmemiş kişilerin ne olacağına dair dünya üzerinde uygulanan bir protokol yok henüz.
Tüm dünyada aşı uygulaması 18 yaş ve üzeri için geçerli. Geçen hafta Pfizer-BioNTech ilk kez 12-15 yaş arası çocuklarda aşı denedi ve olumlu sonuçlar aldı ama sonuçta uygulama yok. Üstelik koronavirüsün yeni varyantlarıyla beraber çocuk hasta sayısında da ciddi bir artış var. Çocuk ya da yetişkin, virüs yayılmaya devam ettikçe mutasyon geçirmeyi de sürdürecek. Koronavirüs Çin’de tespit edildiği günden bu yana bir yıl içerisinde 12 bin mutasyon geçirdi ama bu mutasyonlardan sadece bir kısmı hastalığın seyrini etkiledi. Dolayısıyla, çocuklar da aşılanıncaya kadar hastalığın seyrini değiştirebilecek, yapılan aşıları işlevsiz kılabilecek mutasyonlu koronavirüs riski tüm dünyada devam edecek.
Bu yazdıklarım sonsuza kadar bugün olduğu gibi yaşayacağız anlamına gelmiyor ama bir daha eskisi gibi yaşayamayacağız anlamına geliyor. Hayatımızda daha kalıcı değişiklikler olacak, mesela mimari, sosyal mesafenin merkeze alındığı ofisler, okullar, tiyatro ve sinema salonları çizecek. Sonuç olarak, kolera aşısını 30, tifo aşısını 58 yılda bulan ama 40 yıldır AIDS’e karşı gereken aşıyı henüz bulamamış bir dünyada, geçen bir yılda çok şey başarıldı. Daha fazla başarı sağlanıncaya kadar, aşı da olsak, maske-mesafe-temizlik kuralına uymaktan başka çaremiz yok.
Biri hepimizi kandırıyor ama kim?
Eğitim konusunda kandırılmaya alışkın bir toplumuz biz. Mesela, ülke genelinde çocukların evlerine en yakın okula gitmelerini öngören “Adrese dayalı kayıt sistemi” var ama gerek özel gerek devlet her okulun kapısında sıra sıra servis araçları dizili.
Bu ülkede yasalar gereği çocukların lise sona kadar okula devam etmeleri gerekiyor. Açık Öğretim Ortaokulu ve Açık Lise’de, zamanında okula gidememiş yetişkinler değil, okulda olması gereken iki milyona yakın çocuk kayıtlı.
Koronavirüs sürecinde Türkiye okulların en fazla kapalı kaldığı ülkelerden biri oldu. Okullara TSE belgesi alın dendi, bir sürü okul, ciddi para ve emek harcayarak, bir de üzerine belgeyi almak için ciddi paralar yatırarak sertifika aldı. Sonra sertifika alan okul da almayan okul da beraber kapatılıp, beraber açıldı.
Koronavirüs İngiliz varyantı nedeniyle Fransa cuma öğleden sonra tüm okullarını tamamen kapattı. Almanya’da okullar sadece sınava girecek son sınıf öğrencileri için, öğretmen ve öğrencilere haftada iki kere test şartıyla açık; İngiltere’de iki ay tamamen kapatılan okullar daha yeni açıldı. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sadece liselerde yüz yüze sınav olacak” dediğinin ertesi günü Milli Eğitim Bakanlığı tüm okullara genelge yolladı; “Tüm risk gruplarında ve tüm illerde sınavlar yüz yüze yapılacak” dediler. Mart sonu, nisan başına her sınıf için yüz yüze sınav tarihleri belirlendi, “Cumhurbaşkanı ne diyor, Milli Eğitim ne yapıyor?” yazımın çıktığı gün, ilköğretim 4 ve 8. sınıflar haricindeki sınavları 3 Mayıs sonrasına ertelediler.
Eğitim için haftada iki gün okula aldıkları çocukları sınavlar için haftada üç gün okula çağırdılar. Bunu yapmak için de okullarda temizlik günü ilan edilen çarşamba gününü seçtiler. Fiilen sınıfta kalma olmayan bir ülkede, bu neyin sınav aşkıdır, anlayan beri gelsin.
Milli Eğitim Bakanı dedi ki önce öğretmenleri aşılayacağız. Öyle bir karar aldılar ki okula girişte ateş ölçen güvenlik görevlisi, derse girmeyen okul müdürü, müdür yardımcısı, kantin-yemekhane görevlilerini liste dışı bıraktılar. Tamam, öğretmenler olsun, o da bir şey dendi, şu ana kadar öğretmenlerin sadece yüzde 10’u aşılandı.
Milli Eğitim Bakanlığı koronavirüs döneminde en çok ne yaptı derseniz; özel okul velilerinin yemek ve öğretim ücretlerinin iadesi meselesiyle uğraştı. EBA elbette iyi bir proje ama sınav takıntısı az daha yaklaşık 15 milyon öğrenciyi tekrar sınıflara dolduracaktı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugüne kadar hep gelen ve giden bakanlara baktık ama belki de artık üst düzey bürokratlara da bakmamız gerekiyor zira bu kadar bakan değişikliğinden sonra kesintisiz sorunlar sadece bakanların adıyla açıklanamaz.