Önceki gün Zürih - Davos yolunda Financial Times gazetesinin sayfalarını çevirirken karşıma tam sayfa bir ilan çıktı. Financial Times’ta görmeye pek alışık olmadığımız bir uygulama böyle bir ilanın yayınlanması. Hindistan Sanayi Konfederasyonu (CII) tarafından verilen bu çarpıcı ilanda, Hindistan’ın “katılımcı kalkınma” hedefine yönelik bir programla nasıl bir ekonomik atılım yapmaya hazırlandığı anlatılıyor. Halen Çin’le birlikte dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birine sahip olan Hindistan’ın geleceğe dönük hedefi, toplumun bütün kesimlerinin pay alacağı bir kalkınma stratejisine odaklanmak olarak belirlenmiş. Financial Times’ta yayınlanan tam sayfa ilan, Hindistan’ın Davos’ta uyguladığı “tam saha pres”in bir uzantısı. Hindistan’ın kendi kalkınma stratejisini ve bunun küresel ekonomiye yapacağı olumlu katkıyı anlatmak üzere düzenlediği bir dizi etkinlik var bu yıl Davos’ta, Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantılarının bu yılki gündeminde de Hindistan’la ilgili birçok oturum yer alıyor.
Bu yılki Davos izlenimlerine Hindistan örneğini anlatarak başladım çünkü bugünün dünyasında yalnızca ne yaptığınız değil, yaptıklarınızı dünyaya ne kadar iyi anlattığınız da önemli.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada köşe yazarları ve gazete patronlarıyla ilgili olarak söyledikleri, Türkiye’yi yöneten kişinin demokrasi anlayışını ve fikir özgürlüğü standartlarını çarpıcı biçimde ortaya koyduğu için önemli. Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisini ve Genelkurmay Başkanı’nı çağırarak düzenlemiş olduğu toplantıyla ilgili olarak bazı köşe yazarlarınca yapılan yorumlara sinirlendiği anlaşılan Sayın Başbakan şöyle diyor:
“Ben şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Niye çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok... Bir taraftan geleceksin hükümete vuracaksın, ‘Niye ücretler böyle’ diyeceksin. Öbür taraftan ekonominin çökmesi için de köşe yazarlarınla her şeyinle elinden geleni yapacaksın. Eğer şurada yüzde 6.5 puan piyasalar düşüyorsa bunun sebebinin kimler
Çevremdeki umutsuzluk ve karamsarlık havası beni fena halde sıkmaya başladı. Her gittiğim yerde “Ne oluyor, nereye gidiyor bu ülke?” sorusuyla karşılaşıyorum. Genelkurmay Başkanı’nın bile telekulak dinlemesine takılması, yargıdaki kapışmanın tırmanması, AKP Milletvekili Avni Doğan’ın “Şimdi fişleme sırası bizde” diyerek partisinin asıl amacı hakkında ilginç itiraflarda bulunması, bu tür soruları akla getiriyor ister istemez.
Öte yandan ekonomimizin çok iyi yolda olduğunu söyleyenler, borsanın yükselmesini ve “rating”(derecelendirme) kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesini kanıt olarak gösteriyor ama işyerini kapattığını ya da işini kaybettiğini söyleyenlerin yakınmaları da giderek artıyor.
Bunların farkında olan birinin umut dolu, iyimser yazılar yazması kolay değil, sürekli olarak karamsar yazılar yazmak da sıkıyor insanı. Bu duruma bir çare ararken eski bir dost yetişti imdadıma, “Olaylara farklı bir gözlükle bakmaya çalış, o zaman çok daha iyimser olabilirsin belki”, dedi.
AKP gözlüğünü takınca...
Tavsiyesini tutmaya karar verdim ve ülkemizdeki gelişmelere bir de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) gözlüğüyle bakayım dedim. Birden bambaşka bir tablo çıktı
ABD Merkez Bankası konumundaki Federal Rezerv Bankası (FED), Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra, kendisinden borçlanan bankalara uyguladığı ıskonto faizini %0.50’den % 0.75’e yükselttiğini açıkladı.
2007 yılının Ağustos ayında, daha sonra küresel krize dönüşecek olan finansal krizin ilk belirtileri ABD’de ortaya çıktığında FED bankalara uyguladığı ıskonto faizini %1’den % 0.5’e çekmiş, 2007’nin Aralık ayında da bankalara ek kaynak sağlamak için kısaca TAF diye anılan borçlanma penceresini açmıştı.
FED’in son kararı, sistemi ayakta tutmak için uygulanan sınırsız parasal genişleme ve sıfır faiz ortamında, kriz nedeniyle uğradıkları zararları kapatarak büyük karlar yazan bankaların artık kendi olanaklarıyla çalışmaya özendirildiği bir dönemin başladığını gösteriyor.
FED’in politika faizinin değişmediği ve alınan kararın şu an için parasal politikada daralma anlamına gelmediği belirtilse de, bu kararın faizlerdeki gevşemenin sınırına gelindiğini ve bundan sonra faiz artışlarının gündeme gelebileceğini gösteren bir sinyal olduğu izlenimi yaygın.
Bernanke ne diyecek?
Önümüzdeki hafta ekonominin gidişatıyla ilgili yarı yıllık raporunu Kongre’ye sunacak olan FED Başkanı Ben
Bu köşede öncelikle Avrupa’nın ve dünyanın ekonomik sorunlarını tartışmaya çalışıyorum. Bunun bir nedeni dünyada gerçekten çok ilginç gelişmelerin yaşanmakta olması ve zengin bir tartışma ortamının bulunması.
Şaka değil, son 25 yılda yüceltilen uluslararası finans devlerinin çökme noktasına geldiği, Avrupa Birliği gibi kurumsal yapıların sarsıldığı, ABD dolarının ve euro’nun geleceğinin sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz.
Daha çok dünyadaki gelişmelerle ilgilenmemin diğer nedeni ise Türkiye’deki ekonomi tartışmalarının dünyadakine pek benzememesi, ekonomi yönetiminin de katkısıyla, kahvehane sohbeti kıvamında cereyan etmesi. Sanayi üretiminin % 9.6 düştüğü, ekonominin % 5 dolayında küçüldüğü, işsizlik rekorunun kırıldığı bir ülkede biz 18 aydır “Kriz bizi teğet geçti” masalını dinleyerek ve yayındaki en eski dizi haline gelen “IMF ile uzatmalı ilişkiler” komedisini izleyerek avutuluyoruz.
Türkiye’de ne oluyor?
Bu ortamda bile verilere dayalı analizlerle ekonomimizin gidişatını izlemeye devam eden arkadaşların çabalarını takdirle izliyorum ama onlara katılmak pek gelmiyor içimden. Ancak son dönemde giderek daha sık duymaya başladığım gerçek yaşam öyküleri “Türkiye
Hızla büyüyen kamu açıklarının ve borçlarının boyutunu gizleyerek iflasın eşiğine sürüklenen Yunanistan’ın içine düştüğü durumu “Yunan trajedisi” diye niteleyenler oldu. Yunanistan hükümetinin ve Yunan halkının çok sıkıntılı günler yaşamakta olduğuna kuşku yok ama şimdi Yunanistan’da olanlar, aslında son 25 yıla damgasını vuran ve finans piyasalarını tanrılaştıran modelin çöküş sürecinde yeni bir aşamaya gelindiğini gösteriyor.
Efsanenin çöküşü
- Birinci aşamada finansal sistemin efsane kurumları batma noktasına geldi ve serbest piyasanın üstünlüğüne toz kondurmayan ABD ve İngiltere’de devlet, trilyon dolarlık kurtarma operasyonlarıyla batma noktasına gelen banka ve sigorta şirketlerini ayakta tutmak zorunda kaldı.
- Bu kurtarma operasyonları başta ABD ve İngiltere olmak üzere sistemin merkezinde yer alan ve finansı yöneten ülkelerde kamu açıklarının ve kamu borcunun 2. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş ölçüde büyümesine ve tehlikeli sınırlara tırmanmasına yol açtı.
- Küresel kriz, finansal sistemin etkili çalışması için önemli işlevler üstlenmiş bulunan düzenleyici ve denetleyici otoritelerle derecelendirme (rating) kuruluşlarının bu işlevlerini yerine getiremez duruma
Almanya Başbakanı Angela Merkel dün yaptığı açıklamada Avrupa’nın kendisi için yeni hedefler belirlemesi gerektiğini söylemiş ve yalnızca ekonomik büyümeyi hedeflemenin yeterli olmadığını, kalıcı bir refah düzeyini güvence altına almanın daha önemli olduğunu vurgulamış.
Açıklamanın bütününü görmediğim için Merkel’in amacı konusunda kesin bir hükme varmam doğru olmaz ama Almanya Başbakanı’nın, günümüzün yeni gerçekleriyle yüzleşmeyi göze alan, önemli bir saptama yapmış olduğunu düşünüyorum.
AB için gerçekçi hedef
Avrupa ülkelerinin her biri için ayrı değerlendirme yapmak gerekir aslında ama Avrupa’yı bir bütün olarak düşündüğümüzde, Avrupa’nın bundan sonraki hedefinin “Erişmiş olduğu refah düzeyini korumak” biçiminde belirlenmesi gerçekçi görünüyor. “Dünyanın en dinamik ve rekabetçi ekonomisine sahip olmak” gibi hayali hedefler peşinde koşmanın Avrupa’ya
düş kırıklığından başka bir şey
getirmediği ortada.
Benim ‘Aşırı İyimserlik Sendromu’ dediğim tedavisi mümkün olmayan hastalığa yakalanmış olan ekonomistler Davos’u hiç sevmez, Davos’tan dünyaya yayılan uyarı mesajlarına da ifrit olurlar. Bu yıl Davos’ta konuşulanlardan 2010 yılı için üç önemli uyarı mesajı çıktı.
- Başta Yunanistan olmak üzere İspanya, Portekiz ve İrlanda gibi ülkelerin borç sorunu Avrupa Birliği’nin (AB) başını ağrıtabilir, euro’nun sarsılmasına yol açabilir.
- ABD ekonomisindeki büyümeye işsizlik sorunu çözülmedikçe güven duyulamaz.
- Dünya ekonomisinde belirsizlik ve volatilite 2010’da artabilir ve bu yıl 2009’dan daha zor
bir yıl olabilir.
Son günlerde piyasalarda ve borsalarda yaşanmakta olan gelişmeler bu uyarıların yersiz olmadığını gösteriyor. Yunanistan’ın borç sorunu türbülans yaratmaya başladı. Bütçe açığı ve “borç bombası” sorunu, verileri grafikte görülen AB ülkelerinin yanı sıra, ABD’yi de etkileyebilir. Öte yandan ABD’den gelen son işsizlik başvuruları verisi beklenenden kötü çıktı. Risk algılamasının yeniden tırmanması ise kur dalgalanmalarına yol açıyor. ABD, Avrupa ve Japonya’nın 2010’da umulan performansı gösterememesi halinde, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ‘Yükselen Pazar’