Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada köşe yazarları ve gazete patronlarıyla ilgili olarak söyledikleri, Türkiye’yi yöneten kişinin demokrasi anlayışını ve fikir özgürlüğü standartlarını çarpıcı biçimde ortaya koyduğu için önemli. Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisini ve Genelkurmay Başkanı’nı çağırarak düzenlemiş olduğu toplantıyla ilgili olarak bazı köşe yazarlarınca yapılan yorumlara sinirlendiği anlaşılan Sayın Başbakan şöyle diyor:
“Ben şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Niye çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok... Bir taraftan geleceksin hükümete vuracaksın, ‘Niye ücretler böyle’ diyeceksin. Öbür taraftan ekonominin çökmesi için de köşe yazarlarınla her şeyinle elinden geleni yapacaksın. Eğer şurada yüzde 6.5 puan piyasalar düşüyorsa bunun sebebinin kimler olduğu ortadadır... O insanlara kalemleri teslim edenler der ki ‘Kusura bakma kardeşim, bizim dükkânda sana yer yok’. Çünkü herkes vitrinine layık olanını koyar. Çünkü her zamankinden daha çok birliğe, beraberliğe ihtiyacımız var...”

Özlenen köşe yazarı Türkiye’yi fena halde “demokratikleştirdiğini” iddia eden Sayın Başbakan’a göre ideal köşe yazarının, iktidarın yalakalığını ve patronunun hizmetkârlığını yapan biri olması gerekiyor. Bu kurala uymayan köşe yazarını kulağından tutup kapının önüne koymak da patronun görevi. Patron görevini yapmazsa iş ‘demokrat’ Başbakan’a kalacak herhalde.
Kimilerine göre bunları düşünebilen ve söyleyebilen kişi, Türkiye’de “birinci sınıf demokrasi”yi gerçekleştirecekmiş. Türkiye “normalleşme” yolundaymış.

Haberin Devamı

Başbakan’ın ‘dükkân’ında bana yer yok

Dükkân gibi mi kışla gibi mi?

Başbakan’ın ‘dükkân’ında bana yer yok
İngiltere’nin ilk kadın başbakanı Margaret Thatcher, başkanı olduğu Muhafazakâr Parti’yi üst sınıfların temsilcisi olarak göstermeye çalışanlara, kendisinin bir dükkâncı kızı olduğunu hatırlatırdı. Başbakan Erdoğan da sık sık “tezgâhtan yetişmiş olmanın” önemini vurgular, siyasi rakiplerini “iş bilmemek”le suçlar.
Dükkân sahipliği ya da tezgâhtarlık küçümsenecek işler değil ama dükkân işleten ya da tezgâhtarlık yapan birinin ufkuyla ülkeyi ya da ekonomiyi yönetmeye kalkarsanız sonuç pek parlak olmayabilir.
- Ülkeyi ve ekonomiyi yönetecek ufka sahip değilseniz, küresel krizin etkilerini öngöremezsiniz, “Teğet geçiyor” dediğiniz kriz ekonominizi can evinden vurur.
- Yarattığınız güven krizi ekonomiyi küçültürken binlerce işyeri kapanır, yüz binlerce kişi işini kaybeder.
- Bunları umursamaz görünürsünüz ama yabancıların hâkim olduğu borsada (İMKB) kendi yarattığınız gerilim nedeniyle yüzde 6.5 düşüş yaşanınca da paniğe kapılıp suçlu köşe yazarı ararsınız.
- IMF ile aklınız sıra koyun pazarlığı yapıp başınız sıkıştığı anda “Anlaşma yakın” diyerek durumu kurtarmaya çalışırsınız.
Dünya düzeni ve küresel ekonomi büyük bir çalkantının içinden geçerken Türkiye’nin bu anlayışla yönetilmesi insana hiç umut vermiyor.
Seçenek umudu yoksa
Daha da umut kırıcı olan ise, Türkiye’yi dükkân gibi yönetenlerle kışla gibi yönetmek isteyenlerin dışında elle tutulur bir seçeneğin ufukta görünmemesi.
Bu ortamda ister istemez şu soruyu sorma noktasına geliyorsunuz:
Seçeneksizlik ortamında yazı yazmaya devam etmenin, onu bunu eleştirmenin bir anlamı var mı?
Sayın Başbakan haklı galiba, bu ‘dükkân’da bize yer yok. Sayın Başbakan’ın “sivil” ve “demokratik” hışmına uğramadan bu işi noktalamak yapılacakların en doğrusu mu olacak acaba?