Bu köşede öncelikle Avrupa’nın ve dünyanın ekonomik sorunlarını tartışmaya çalışıyorum. Bunun bir nedeni dünyada gerçekten çok ilginç gelişmelerin yaşanmakta olması ve zengin bir tartışma ortamının bulunması.
Şaka değil, son 25 yılda yüceltilen uluslararası finans devlerinin çökme noktasına geldiği, Avrupa Birliği gibi kurumsal yapıların sarsıldığı, ABD dolarının ve euro’nun geleceğinin sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz.
Daha çok dünyadaki gelişmelerle ilgilenmemin diğer nedeni ise Türkiye’deki ekonomi tartışmalarının dünyadakine pek benzememesi, ekonomi yönetiminin de katkısıyla, kahvehane sohbeti kıvamında cereyan etmesi. Sanayi üretiminin % 9.6 düştüğü, ekonominin % 5 dolayında küçüldüğü, işsizlik rekorunun kırıldığı bir ülkede biz 18 aydır “Kriz bizi teğet geçti” masalını dinleyerek ve yayındaki en eski dizi haline gelen “IMF ile uzatmalı ilişkiler” komedisini izleyerek avutuluyoruz.
Türkiye’de ne oluyor?
Bu ortamda bile verilere dayalı analizlerle ekonomimizin gidişatını izlemeye devam eden arkadaşların çabalarını takdirle izliyorum ama onlara katılmak pek gelmiyor içimden. Ancak son dönemde giderek daha sık duymaya başladığım gerçek yaşam öyküleri “Türkiye ekonomisinde neler oluyor?” sorusunu sormanın gerekli hale geldiğini düşündürmeye başladı bana.
Son günlerde küçük, hatta orta boyutta iş sahibi olan ya da o tür işyerlerinde çalışmakta olan yakınlarının sorunları nedeniyle neşesi kaçan, yüzü asılan kişilere çok sık rastlamaya başladım. Anlatılanlar hep birbirine benziyor. “İşler açılacak” umuduyla borç - harç işini sürdüren, elemanlarına düzenli ödeme yapmasa da onları bordroda tutan, kredi kartı cambazlıklarıyla durumu idare eden pek çok kişi şimdi havlu atma noktasına geldi galiba. İşyeri kapanan, işini kaybeden, borcunu çeviremeyenlerin öykülerini duyuyorum her yerde.
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Tanıl Küçük, geçen gün Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da bulunduğu bir toplantıda bu tür sıkıntıları dile getirip “Sanayimiz var gücüyle mücadeleye devam etse de nefesi tıkanmak üzere”, deyince Sayın Babacan tepki göstermiş.
Diyalog kopukluğu
Yunanistan’ın bugün yaşamakta olduğu sorunlar 30 yıl geriye götürdü beni, “çaylak” gazeteci olarak Türkiye’de olup biteni kavramaya çalıştığım çalkantılı dönemi, ünlü ‘24 Ocak kararları’nın alındığı günleri anımsadım. Bu 30 yılda 12 Eylül askeri yönetimi dahil, çok farklı dönemler yaşandı Türkiye’de ama hiçbir dönemde ekonomiyi yönetenler ile ekonominin aktörleri, toplum ve medya arasındaki diyaloğun bu kadar kopuk olduğunu anımsamıyorum.