Zaman yolculuğu makineleri, paralel evrenler, gençlik veya yaşlılık halleriyle karşılaşan karakterler, kafa karıştırıcı kader değişiklikleri... Bunlar sinemanın zaman yolculuğunu işleyen filmlerinin ortak konuları olarak karşımıza çıktı bugüne kadar. Bu hafta vizyonda izleyeceğimiz ‘Tetikçiler/Looper’ da bir zaman yolculuğu filmi...
Rian Johnson’ın yönettiği filmde, gelecekte bir çete yasak olan zaman yolculuğunu pis işlerine alet eder. İnfaz etmek istedikleri adamları geçmişe gönderen çete, onları burada bekleyen kiralık katillere öldürtür. Adamları öldüren tetikçilerden biri olan Joe’nun (Joseph Gordon-Levitt) karşısına kendisinin gelecekteki hali (Bruce Willis) gelip, öldürülmeden kaçmayı başarınca işler karışır. Zaman yolculuğunu konu alan ‘Tetikçi’den yola çıkarak sinemanın bu konuyu işleyen filmlerine göz atıyoruz:
TerminatörThe Terminator (1984)
James Cameron’ın imzasını taşıyan film, gelecekten gelen suikastçı robot adam temasına odaklanıyordu. Devam filmleri arasında ikinci film çok beğenilse de, bunlardan hiçbiri ilk filmin seviyesine yaklaşamadı. Filmde, robotların egemen olduğu bir gelecekten, 1980’lere gönderilen ‘yok edici’ bir robot, ileride insan
Tom Bradby’nin aynı adlı romanından uyarlanan film 1990’ların Belfast’ında geçen, atmosferin ve güçlü karakter dramının öne çıktığı iyi bir örnek
Gölgede Dans”, 1970’lerde Belfast’ta bir çocuğun vurulması, ailenin ve özellikle kız kardeşinin yaşadığı dehşetle açılıyor. Ardından 20’li yaşlarının sonlarında gördüğümüz kız kardeş Colette, Londra’da metroya bomba koyarken MI5 tarafından yakalanıyor. Colette’i sorgulayan memur Mac, ona bu şartlar altında uzun yıllar boyu hapiste kalacağını ve küçük oğlunun yaşayacağı güçlükleri anlatıyor. Eğer MI5 için casusluk yapmayı kabul ederse hiçbir şey olmamış gibi evine dönebileceğini söylüyor. Bu teklifi oğlu için kabul eden Colette, IRA için çalışan ve MI5 için önem taşıyan kardeşleri Connor ve Gerry’e karşı casusluk yapmaya çalışıyor. Ancak IRA’dan Kevin kendilerine yakın bir casusun varlığından şüphelenmeye başlıyor.
Derinlikli karakterler
Filmin yönetmeni James Marsh, Oscar ödüllü müthiş belgesel “Man on Wire / Teldeki Adam”ın hikaye anlatımındaki başarısını ve bir bölümünü yönettiği suç dizisi “Red Riding”in puslu, melankolik atmosferini “Gölgede Dans”ta bir araya getiriyor. İngiliz milliyetçiliği veya IRA savunmasıyla da işi
Yönetmen yeni filminde İtalya’da ve aralarında Penelope Cruz, Alec Baldwin ve Roberto Benigni’nin olduğu iddialı bir oyuncu kadrosuyla bol hikayeli bir yapı sunuyor
Sevgili New York’unu arada sırada terk edip kendisini Paris, Barselona gibi Avrupa şehirlerine atan Woody Allen, bu filmle izleyicisini Roma’ya konuk ediyor. Yönetmen neşeli insanların yaşadığı, güneşli bir Roma göstermeyi seçtiği filminde, çeşitli hikaye örgülerini takip ediyor. Bunlardan birinde kız arkadaşı Sally ile yaşayan Amerikalı genç mimar Jack, Sally’nin cazibeli arkadaşı Monica’ya âşık olmamaya çalışıyor. Diğer bir hikayede sıradan bir vatandaş olan Leopoldo, durup dururken bir anda ünlü oluyor. Başka bir hikayede bir İtalyan’a âşık olup evlenmeye karar veren ABD’li Hayley, birini Allen’ın bizzat canlandırdığı ebeveynlerinin ziyaretiyle kendisini kültür çatışmasının içinde buluyor.
Allen, Roma’nın turistik yerlerinde, klasik romantik komedi “Roma Tatili / The Roman Holiday”i aratmayacak şekilde bol bol geziniyor. Roma’yı romantizm şehri olarak öne çıkaran filmde Allen da şehrin büyüsüne kapılmış gibi... Film, çoğu Allen filmi gibi çok hoş bir seyirlik olmakla birlikte, yapı ve ritim olarak derli toplu
Woody Allen, kendi filmlerini hiç önemsemediğini her fırsatta dile getirse de, sinema takipçileri onunla hiç de aynı fikirde değil. Filmlerine ve espri anlayışına hayran geniş bir kitle bulunan, herkesin farklı bir filmini beğendiği Allen, bu hafta Roma’da çektiği yeni filmi ‘Roma’ya Sevgilerle/To Rome with Love’la izleyicilerinin karşısında. Bu vesileyle Woody Allen sinemasının dört özelliğini mercek altına aldık
New York, New York
Martin Scorsese, Spike Lee ve Sidney Lumet’in de aralarında olduğu önemli yönetmenler New York’a çok film armağan ettiler. Ama New Yorklu sinemacı denince ilk akla gelen, bu ünü sonuna kadar hak eden, kariyerinde uzun süre sadece bu şehirde film çeken Woody Allen şüphesiz. ‘Manhattan’ın Allen’ın canlandırdığı karakteri Isaac’in şu diyalogu meseleyi anlatıyor: “New York’a tapıyordu. Şehri abartılı bir şekilde idealize ediyordu. Daha doğrusu, romantize ediyordu. Onun için New York, mevsim ne olursa olsun, siyah beyaz var olan bir şehirdi ve George Gershwin’in harika tınılarıyla nefes alıp veriyordu.” Londra (‘Match Point/Maç Sayısı’), Barcelona (‘Vicky Cristina Barcelona’), Paris (‘Paris’te Gece Yarısı/Midnight in Paris’) kariyerinin yakın
John, onun çocukken canlanan oyuncak ayısı Ted ve sabırla John’un olgunlaşmasını isteyen sevgilisinin hikayesini konu alan bir film karşımızdaki
“Ayı Teddy / Ted”
Yön.: Seth MacFarlane Oyn.: Mark Wahlberg (John Bennett), Mila Kunis (Lori Collins), Seth MacFarlane (Ted), Joel McHale (Rex), Giovanni Ribisi (Donny) Sen.: Seth MacFarlane, Alec Sulkin, Wellesley Wild Gör.: Michael Barrett Müz.: Walter Murphy
Popüler televizyon dizisi “Family Guy”ın yaratıcısı Seth MacFarlane’in sinema projesi “Ayı Teddy”, yalnız bir çocuk olan John’un sevdiği oyuncak ayısı Ted’in canlanmasını dilemesi ile başlıyor. Ted canlanıp John’un en yakın arkadaşı ve popüler bir sima oluyor. Aradan yıllar geçiyor; 30’lu yaşlarına gelen John ile Ted’in yakın arkadaşlığı sürüyor. John’un uzun süreli sevgilisi ve ‘hayatının aşkı’ Lori, Ted’le sürekli ot içen, işine karşı sorumsuz John’dan olgunlaşmasını bekliyor.
John, Hollywood komedilerinin son dönem popüler karakterlerinden ‘çocuk erkek’ kalıbının klasik bir örneği. Bu iyi niyetli ancak büyümek istemeyen erkeklerin, genellikle onları sorumsuzluğa iten yakın erkek arkadaşı olurdu. Bu filmde, ayı Ted bu görevi yerine getiriyor. Lori ise sabırlı ve
Romantik bir ilişkiyi dünyanın yaklaşan sonuyla birleştiren filmin başrollerinde başarılı komedyen Steve Carell ve İngilizlerin yeni yıldızlarından Keira Knightley var
İlk ve Son Aşkım”, kıyamet filmleri ve romantik komedi türünü karıştıran bir yapım. Dünyaya çarpacak bir göktaşı, insanlığın sonuna getirecektir. Sigorta satıcısı sıradan adam Dodge’ın karısı, üç hafta sonra kıyametin kopacağı kesinleşince kocasını terk eder. Dodge, çevresindeki insanların dünyanın sonu psikolojisine dahil olmadan bunalımlı bir şekilde gündelik hayatını sürdürür. “Otostopçunun Galaksi Rehberi” tarzı bir açılışın ardından filmin diğer ana karakteri Penny ile tanışırız. Penny kıyameti İngiltere’deki ailesinin yanında karşılamak ister ancak uçakları kaçırır. Lise aşkı Olivia’dan bir mektup alan Dodge, dünyadaki yaşam bitmeden önce Olivia’yı görmeye karar verir.
Tesadüfler sonucu yol arkadaşı Penny olur ve ikili arasında romantik bir ilişki başlar.
Lorene Scafaria’nın ilk yönetmenlik denemesi, Carell’ın bunalımlı haliyle başladığında ümit veren bir komedi izlenimi veriyor. Ancak Penny hikayeye dahil olduğunda, Keira Knightley’nin Carell’a tezat oluşturan aşırı mimikleri ve abartılı komedi
Hollywood’un gözde animasyon stüdyosu Pixar, İskoçya’da geçen masalsı filmi “Cesur”la bir kez daha övgü topladı
Aralarında “Oyuncak Hikayesi / Toy Story” serisi, “Up” ve “WALL-E”nin de olduğu filmlerin yaratıcısı, animasyonun dev ismi Pixar, yeni çalışması “Cesur”da İskoçya’ya uzanıyor. Üstelik de ilk kez bir kadın ana karakteri merkeze alıyorlar.
Filmin ana karakteri Merida, DunBroch kralı Fergus’ın kızı. Kalıplara uymak istemeyen Merida, klanlar arasında barışı garantileyecek politik bir evliliğe yanaşmıyor. Bu da annesi Elinor’la arasını açıyor. Ormana kaçan ve burada tanıştığı biri sayesinde büyüye başvuran Merida, aileyi birbirine katıyor. Özellikle de annesiyle ilişkisi büyük darbe alıyor.
Filmin gösterime girdiği yerlerde çıkan eleştiriler, Pixar’ın çoğu zaman tutan ‘sihri’nin bir kez daha tuttuğuna işaret ediyor. 3D animasyon tekniğiyle övgü toplayan “Cesur”un hikayesiyle ilgili söylenenler de ümit verici. Yazılarda Grimm Kardeşler’in masallarını andıran öğelere vurgu yapılırken “Cesur”la Japon animasyon üstadı Hayao Miyazaki’nin işleriyle paralellikler kuruluyor. Pixar, masalları sevmeyen yetişkinlerin dışında her yaş grubuna hitap eden bir film ortaya
Bourne serisinin dördüncü filminde ünlü ajan Jason Bourne’u boşuna aramayın; yerini Aaron Cross’a bıraktı
Casus gerilimi türünde popülerleşen ve uzun ömürde olmasa da, gişe başarısında James Bond’la rekabet etmeyi başaran ticari seri Jason Bourne’un üçüncü filmi “The Bourne Ultimatum”u 2007’de izlemiştik.
“Bourne’un Mirası”yla seri, Jason Bourne, dolayısıyla başrol oyuncusu Matt Damon ve yönetmeni Paul Greengrass olmadan yoluna devam ediyor.
Yeni yönetmen serinin yabancısı değil: İlk üç filmin senaristliğini üstlenen Tony Gilroy... Bourne’un yerini alan ana karakter ise “Ölümcül Tuzak / The Hurt Locker”la yıldızı parlayan Jeremy Renner’ın canlandırdığı Aaron Cross. Peki Bourne’un mirası emin ellerde mi?