Bu hafta vizyona giren filmlerden biri de, televizyon kökenli yönetmen Rainer Matsutani’nin imzasını taşıyan Almanya yapımı korku filmi ‘205: Korku Odası/205: Zimmer Der Angst’. Jennifer Ulrich, Andre Hennicke, Inez Bjorg David ve Tino Mewes’in rol aldığı filmde, üniversite yurduna taşınan ve bir süre sonra kaldığı odada bir lanet olduğuna inanmaya başlayan Katrin’in öyküsünü izliyoruz. Bu filmden yola çıkarak, Avrupa sinemasının yakın dönem korku filmlerine göz atalım.
Calvaire
The Ordeal (2004)
Çok göz önünde olmayan ama küçük ve sadık bir kitle edinen Belçika yapımı korku filmi ‘Calvaire’, arabası bozulduktan sonra tuhaf insanların yaşadığı bir pansiyona gelen bir şarkıcının başına gelenleri konu alıyor. Şiddet seviyesi oldukça yüksek bir korku filmi olan ‘Calvaire’, istismara yaklaşan, türün okyanus ötesi örnekle-rinden çok daha başarılı bir seyirlikti.
YetimhaneEl Orfanato (2007)
Oliver Stone’nun yönettiği “Vahşiler”, Kaliforniya sahillerinin cennetsel tasvirine bir uyuşturucu karteli şiddetini yüklüyor
Filmde Taylor Kitsch, Blake Lively ve Aaron Johnson (soldan sağa) başrollerde.
Oliver Stone’nun Don Winslow’un 2010 tarihli ve aynı adlı romanından uyarladığı “Vahşiler”, yönetmenin uzun süredir vakit geçirdiği politika ve ekonomi konulu filmleri bir yana koyduğu ve “National Born Killers” gibi filmlerinin şiddetine döndüğü bir yapım...
Afganistan’da savaşmış eski asker Chon ve Berkeley mezunu botanikçi Ben, Kaliforniya’da ‘dünyanın en iyi otları’nı yetiştirmektedirler. Filmin anlatıcısı da olan Ophelia, yani O ise ikisinin de sevgilisidir. Ben ve Chon, Elena tarafından yönetilen Meksikalı bir uyuşturucu karteline katılmayı reddettiklerinde, Elena onları tek zayıf noktalarından vurur: Adamlarına O’yu kaçırttırır.
O’nun annesini canlandıran Uma Thurman’ı filmin temposunu bozmamak için kurgu masasında bırakan Stone, olgunluk döneminde gerçekten de dinamik bir yönetimle karşımızda. Şiddet dozunu da az tutmayan Stone’nun “Vahşiler”i Michael Mann’in “Miami Vice”ı ve şiddete bulanan cennet meselesi dolayısıyla Danny Boyle’un “The Beach”i arasında
‘Il Divo’yla dikkat çeken İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun Cannes’da tanıştığı Sean Penn’in başrolünde bulunduğu yeni filmi ‘Olmak İstediğim yer/This Must Be the Place’, bu hafta vizyona giriyor. Filmde Penn, The Cure’un solisti Robert Smith’e benzeyen küskün rock yıldızı Cheyenne’i canlandırıyor. Cheyenne’ni ilginç bir olay örgüsünün içerisine bırakan film dolayısıyla sinemadaki rock yıldızlarına göz attık
‘Thıs Is Spınal Tap’ (1984)
Karakterler: David St. Hubbins, Nigel Tufnel, Derek Smalls Oyuncular: Michael McKean, Christopher Guest, Harry Shearer
Ünlü komedi yönetmeni Rob Reiner’ın çıkış filmi olan ‘This is Spinal Tap’ sahte bir belgesel. Çaptan düşmüş, kötü bir turne geçiren rock grubuyla ilgili bir belgesel çeken bir yönetmen üzerinden ilerliyor. Filmin 1980’lerin rock/metal gruplarıyla inceden inceye geçtiği alay o kadar dozunda ki, Spinal Tap’i gerçek bir grup, filmi de gerçek bir belgesel sananların sayısı hiç de az değil. Bu başarıda Spinal Tap’in üyelerini canlandıran aktörlerin başarısı ve Reiner’ın hüneri tartışılmaz.
‘Zorlu Görev/ Get hIm to the Greek’ (2010)
Karakter: Aldous Snow
Ünlü Amerikalı yönetmen Sam Raimi tarafından yönetilen ve Peter Parker’ı Tobey Maguire’ın canlandırdığı üçlemenin ardından dördüncü film “İnanılmaz Örümcek Adam”la ekip tamamen değişiyor ve seride yeni bir sayfa açılıyor. “(500) Days of Summer / Aşkın (500) Günü” adlı sevilen romantik komediye imza atan Marc Webb yönetmenliğinde yapılan filmde, Peter Parker’ı genç aktör Andrew Garfield canlandırıyor.
Başrol oyuncusu da yönetmen de farklı
Yeni sayfa demişken, hikaye olarak da en başa, Parker’ın Örümcek Adam’a dönüşme meselesine odaklanılıyor. Lisede okuyan, pek popüler bir öğrenci olmayan Parker, dayısı Ben ve yengesi May tarafından yetiştirilmiştir ve ebeveynlerine ne olduğunu merak etmektedir. Parker bir yandan kimliğini bulup diğer yandan yeni tanıştığı ve âşık olduğu Gwen’le yakınlaşmaya çalışırken, babasına ait bir çanta bulur. Bu çantayı araştırmak onu babasının eski ortağı Curt Connors’a götürür. Connors’ın alter egosu ‘Kertenkele / Lizard’ ile tanıştığında kendi süper kahraman kimliğini, yani Örümcek Adam’ı da ortaya çıkarmaya mecbur kalacaktır.
Görüldüğü gibi hikaye olarak 2002 yapımı ilk filmin yüzdüğü sulardayız. Nitekim filmin yurtdışında aldığı ilk
Başarılı animasyon serisi “Buz Devri”nin dördüncü filminde mamut Manny, ailesine kavuşmaya çalışıyor...
Gişede başarılı bir seri olan “Buz Devri” dördüncü filminde yoluna aynı kalitede devam ediyor. Dünyada kıtalar ayrılmaya başlar. Bu süreçte mamut Manny, yeni yetmelik dönemine girmiş kızı Şeftali ve eşi Ellie’den ayrı kalır. Manny, tembel hayvan Sid ve kaplan Diego bir buz kütlesinin üzerinde okyanusa sürüklenirler. Manny ailesinin yanına dönmeye çalışmaktadır. Ancak karşılarına çıkan Kaptan Kart liderliğindeki korsan gemisi tarafından esir alınmaları evlerine ulaşmalarını zorlaştıracaktır.
“Buz Devri 4”ü yapan ekibin yeni ana karakterlerinde seride görmeye alışık olmadığımız saf kötü Kaptan Kart ve henüz aile kurmayı başaramamış Diego’nun potansiyel eş adayı Shira öne çıkıyor. Nitekim aile vurgusu etrafında dönen seri, herhalde bir sonraki filmde tembel hayvan Sid’i de baş göz edip, bekar kahraman bırakmayacak gibi gözüküyor!
Ekip, gişede işler yolunda giderken ve çocuklar seriye bayılırken, yeni riskler almaya çalışmayıp seriyi aynı yolda ilerletmişler. Dördüncü filmin diğer “Buz Devri” filmlerinden ne fazlası ne de eksiği var. Tabii ki, animasyonda gelişen
Fransız sinemasının dikkat çeken isimlerinden birine dönüşen Guillaume Canet’yi bu hafta ‘Daha İyi Bir Hayat/Une Vie Meilleure’un başrolünde izliyoruz. Aktör, ilk çıkışını 1999 tarihli Danny Boyle filmi ‘Kumsal/The Beach’le yapmıştı. Canet’den yola çıkarak, 2000’li yıllarda öne çıkan Avrupalı
oyuncuları seçtik
Alexandra Maria Lara
Romanya doğumlu Alman oyuncu Lara, 2001 tarihli Alman filmi ‘Tünel/The Tunnel’la dikkat çekti. O günden beri yer aldığı başarılı projelerle spot ışıklarının altında yer almasa da, sağlam adımlarla ilerliyor. Hitler’in son günlerini anlatan ‘Çöküş/Der Untergang’da Hitler’in son sekreteri Traudl Junge rolünde dikkat çekti. Joy Division’ın solisti Ian Curtis biyografisi ‘Control’de Curtis’in aşık olduğu gazeteci karakterini canlandırdı. Kate Winslet’e Oscar getiren ‘Okuyucu/The Reader’, Francis Ford Coppola imzalı ‘Youth without Youth’ ve 2008’in dikkat çeken Alman filmi ‘Der Baader Meinhof Komplex’de etkileyici performanslar sergiledi.
Yönetmenliğini ve başrollerini üstlendikleri “Rumba” ile hatırlayabileceğimiz Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy, yeni filmleri “Aşk Perisi / La Fee” ile sinemalarını kurdukları fiziksel komedi ve görselliğe dayanan anlayışlarını sürdürüyorlar. Bir otelin gece resepsiyonisti Dom (Abel), otele müşteri olarak gelen ve peri olduğunu iddia eden Fiona’ya (Gordon) âşık olur. Ancak Fiona’nın peşinde onu bir psikoloji kliniğine yatırmaya çalışan adamlar vardır.
“Aşk Perisi”, hikaye anlatımında ve mizahta görselliğe dayalı bir sinemayı özleyenlere hitap eden,
tatlı ve eğlenceli bir yapım.
Can Dostum
Güçlü oyuncu kadrosu ‘Otoyol’u arıyor
Başarılı oyuncuların rol aldığı “Can Dostum”, karakterlerin aralarındaki sorunları çözmeye çalıştığı bir dram
Bir Türk şirketi tarafından uluslararası sinema için üretilen “Babam İçin / Will”ın yönetmen koltuğunda belgesel kökenli bir isim olan Ellen Perry oturuyor.
Yıllar sonra kavuştuğu babasıyla 2005’de İstanbul’da oynanan Liverpool ve Milan arasındaki Şampiyonlar Ligi finaline gitmeyi planlayan 11 yaşındaki Will (Perry Eggleton), babasını kaybeder. Koyu bir Liverpool taraftarı olan Will, babasının anısına da sahip çıkmak için İstanbul’daki finale gitmeye karar verir. Bunu başarmak için yalnız yolculuk yapması gerekecektir. Tecrübeli karakter aktörü Bob Hoskins’in de rol aldığı film, duygusal bir aile filmi olarak dikkat çekiyor.
Vampirin yuva özlemi
1966’da yayına başlayan, gotik ‘pembe dizi’ kağıt üzerinde tam Tim Burton’ın uyarlayacağı bir iş. Yani alabildiğine ‘kitsch’; korku ve komediyi bir arada sunuyor ve tabii ki tuhaflıklarla dolu.
18. yüzyılda Kuzey Amerika’ya İngiltere’den gelen ve zenginleşen bir ailenin çapkın oğlu Barnabas (Johnny Depp), önce evin hizmetçisi Angelique Bouchard’la (Eva Green) ilişki kurar. Ardından onu sevmediğini söyleyerek genç kızın kalbini kırar. Ancak bir cadı olan Angelique, bir köşede ağlamak yerine Barnabas’ın sevdiği kızı intihara