Ridley Scott’ın yeni bilimkurgusu “Marslı”, gezegende tek başına kalan bir astronotun, sırtını bilime yaslayan, Robinson Crusoe türü bir hayatta kalma öyküsü
lien / Yaratık” (1979) ve “Blade Runner” (1982), Ridley Scott’ın adının bilimkurgu türünün tarihine yazılmasına yetti de arttı. Ve hâlâ en yetkin olduğu türlerden bilimkurgu filmleri çekmesine itirazı olan yok. Yeni Ridley Scott bilimkurgusu “Marslı / The Martian”, Andy Weir’in çok satan romanının sinema uyarlaması ve Scott’ın ünlü bilimkurgularının tersine karanlık olmayan, esprili ve eğlenceli bir uzay macerası.
Mars’ta bir görev için bulunan ekip, beklenmedik bir fırtınada öldüğünü düşündükleri astronot Mark Watney’i geride bırakıp dünyaya dönüş yoluna çıkar, NASA da Mark’ın öldüğünü açıklar. Ama şans eseri hayatta kalan Mark, geride kalan ekipmanlara hayatta kalma güdüsüyle yaptığı katkılarla yaşamına bir Robinson Crusoe gibi devam eder. Botanik uzmanı olması sayesinde kendi besinini de yetiştirir.
NASA hayatta olduğunu keşfettiğinde onu kurtarmak için bir operasyon düzenler. Scott, Mark’ın hikayesine ağırlık verse de dünyada yaşananlar ve dönüş yolundaki ekibi de takip ettiği filminde 3D’nin hakkını veriyor. Ayrıca
Hollywood’un başarılı komedilerinde imzası olan Nancy Meyers’ın yeni filmi “Stajyer”,70 yaşında stajyer olan bir adamın hikayesi
İlişki Durumu: Karmaşık”, “Tatil” ve “Kadınlar Ne İster?”in yönetmeni Nancy Meyers’ın yeni filmi “Stajyer / The Intern”, komedi türünde ve alışıldık Hollywood mesajlarını vermemesiyle takdiri hak ediyor.
Eğlenceli bir seyirlik
Yakın dönemini komedi ağırlıklı rollerle geçiren Robert De Niro’nun canlandırdığı ana karakter Ben, yıllarca yönetici olduktan sonra emekli olmuş, eşini kaybetmiş, sıkılan 70 yaşında bir adam. Bir gün, hızla büyüyen ve internet üzerinden giysi satış yapan bir firmada olgun stajyer ilanına başvuruyor ve kabul ediliyor. Şirketin sahibi, zor bir kadın olan Jules, başta kendisine atanan stajyer Ben’e mesafeli davranıyor. Jules’un üzerinde de kurduğu işi bir CEO’ya devretmesi gibi bir baskı var. Küçük kızı ve kocasına zaman ayırmakla işi arasında kalan Jules, Ben’in tecrübesinden öğrenecek çok şeyi olduğunu yavaş yavaş keşfediyor.
Çoğu sahnede izleyiciyi kendisine bağlayan, başrollerdeki Anne Hathaway ve özellikle de De Niro’nun performanslarından güç alan film, eğlenceli bir seyirlik. Ama Meyers’ın asıl takdir edilmesi
1996’da yaşanan gerçek bir faciadan yola çıkan “Everest” bir grup dağcının fırtınaya yakalandığı olayı, 20’den fazla karakterle anlatıyor
Hollywood’a İzlanda’dan transfer olan yönetmen Baltazar Kormakur, bu yılki Venedik Film Festivali’nin açılışını yapan filmi “Everest”te 1996’da yaşanan bir faciadan yola çıkıyor. 20’ye yakın karakteri konu alan filmde, profesyonel dağcılar macera meraklısı dağcıları Everest’in zirvesine çıkarmayı bir ticaret haline getiriyor. Bunu yapan ekiplerden Rob Hall önderliğindeki ve diğerleri ticari bir rekabet de içinde. Dağcılar zirveye ulaşmaya çalışırken yakalandıkları bir fırtına birçok insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanıyor.
Oyuncular üzerine düşeni yapıyor
Filmde macera merakının, güvenliğin tehdit altında olduğu bir ticarete dönüştüğünü ima eden yerler en ilginç bölümler. 8 bin metrede rakip firmaların müşterilerinin bir yerden bir yere geçmek için sırada bekledikleri sahne gibi... Ancak Kormakur, 20 karakteri izleyici olarak umursamamızı sağlamak bir yana onları tanıtmayı bile başaramıyor. Dolayısıyla karakterlerin hayatta kalıp kalmamasının heyecanı tam anlamıyla hissedilmiyor. Evde merakla bekleyen aileler gibi kısımlarsa filmin
Sherlock Holmes’u 90 yaşında ve hafızasıyla boğuşurken gösteren “Mr. Holmes ve Müthiş Sırrı”nın Holmes külliyatına ekleyecek bir değeri var
Arthur C. Doyle’ın aklı her şeyin üzerine koyan dedektifi Sherlock Holmes, dünya döndükçe uyarlanmayı sürdürecek ve farklı suretlerle belirecek gibi görünüyor. Benedict Cumberbatch’in dedektifi canlandırdığı “Sherlock”un etkisi devam ederken, gelmiş geçmiş en büyük İngiliz aktörlerden Ian McKellen, 90’larında bir Sherlock Holmes’u “Mr. Holmes ve Müthiş Sırrı / Mr. Holmes”de canlandırıyor.
90 yaşındaki dedektif aralarında Dr. Watson’ın da olduğu sevdiklerini kaybetmiş, taşrada bir evde arıcılık yapan yaşlı bir adam artık. Evin bakıcısının oğlu Roger’la iyi bir iletişim kurabilen Holmes, bir yandan da bitkisel çözümlerle hafıza kaybının önüne geçmeye çalışıyor. Hafızasında araştırdığı iki hikaye var: 30 yıl önce kocasının isteği üzerine soruşturduğu bir kadın ve Japonya’da babasını arayan bir adamla çalıştığı son işi. Bir yandan yalnızlık, pişmanlık ve en değer verdiği şey olan aklını istediği gibi kullanmamanın acısını yaşayan melankolik Holmes, bir yandan Roger ile dostluğu sayesinde yeni şeyler öğrenmeyi sürdürüyor.
Akılda kalıcı
“Çılgın Hırsız”ın yan karakterleri Minyonlar kendi filmlerine kavuşunca dünya gişelerinde fırtına gibi estiler. Şimdi sıra Türkiye’de
Popüler “Çılgın Hırsız / Despicable Me” serisinin kendilerini kötülere hizmet etmeye adamış ve yeteneksizlikleriyle kötülerin sonunu getirmiş küçük sarı varlıkları minyonlar, yan rollerden başrole çıktılar.
Universal Pictures ve Illumination Entertainment tarafından zekice bir hamleyle kendilerine ait bir filmin başrolüne yerleşen bu sarı yaratıkların filmi “Minyonlar / Minions”, şimdilik dünya çapında kazandığı 1 milyar doları geçen hasılatla gelmiş geçmiş en çok kazanan 22’nci film ve üçüncü animasyon oldu. En iyi gişe yapan animasyon unvanı da artık “Minyonlar”da.
Filmde üç kardeş minyon; Kevin, Stuart ve Bob kendilerine hizmet edecekleri yeni bir kötü bulmak için harekete geçip süper kötüler toplantısına katılıyor ve başarılı da oluyorlar. Mucit kocası Herb’le birlikte dünyayı ele geçirme planları yapan süper Scarlett Overkill’le bir araya gelen minyonlar, beceriksizlikleriyle izleyiciyi eğlendiriyor, kötüyü ise kızdırıyorlar.
Bir pazarlama başarısı
Film, “Çılgın Hırsız” serisini beğenen ama minyonların kendilerine ait bir filme
1960’ların televizyon dizisinden uyarlanan “Kod Adı: U.N.C.L.E.”da Soğuk Savaş dönemindeyiz. 60’ların estetiğini taşıyan filmde bir araya gelen CIA ve KGB’nin süper ajanlarının macerasını izliyoruz
Ajanlar ve sinema izleyicileri arasında bitmeyen aşkın son göstergesi 1960’ların televizyon dizisi “The Man from U.N.C.L.E.”ın beyazperdeye devşirilmesi. Ajanlar sinemada genellikle müthiş film “Köstebek”teki gibi bürokratlar olarak değil, üstün fiziksel yetenekleri ve zekalarıyla şaşırtan kişilikler olarak karşımıza çıkıyorlar. “Kod Adı: U.N.C.L.E. / The Man from U.N.C.L.E.”da olduğu gibi.
Soğuk Savaş döneminde kıyasıya bir mücadele içindeki CIA ve KGB’nin süper ajanları Solo ve Illya patronlarından gelen bir emirle bir görev için güç birleştiriyorlar. O görev de faşist bir suç çetesinin nükleer bomba üretmesini önlemek. Doğu Almanya’dan önemli bir bilim adamının kızı Gaby de onlara babasını bulma konusunda yardımcı olmak için katılıyor. Ekip dünyanın mahvolmasını engellemek için hünerlerini sergiliyor.
Hoş ve boş bir film
En son “Sherlock Holmes” (2009 ve 2011) filmleriyle karşımıza çıkan Guy Ritchie, filmde 1960’ların atmosferi, sanat tasarımı ve modasını
Al Pacino gibi güçlü ve seyircinin sempatisine peşin peşin sahip bir aktör, yalnız ve aksi bir adamı merkeze alan “Hayallerimdeki Kadın” için gerekli ama bu film Al Pacino’nun kariyeri için gerekli değil
Amerikan bağımsız sinemasının “All the Real Girls” ve “Undertow”la tanınan yönetmeni David Gordon Green, “Hayallerimdeki Kadın / Manglehorn”da başrole neslinin efsane ismi Al Pacino’yu yerleştiriyor. Pacino’nun canlandırdığı çilingir Manglehorn, çok sevdiği kedisiyle yalnız bir hayat süren bir adam. Finansçı zengin oğluyla sorunlu, torunuyla şefkatli bir ilişkisi olan Manglehorn, yıllar önce aşk yaşayıp kaybettiği kadını düşünüp ona mektuplar yazmakla meşguldür. Ona ilgi duyan bankacı Dawn, Manglehorn’un sert kabuğunu kırmaya zorlayacaktır.
Film alıştığımız aksi, yaşlı adam hayata tutunabilecek mi sorusunu takip ediyor. Al Pacino izleyicinin sempatisini personasıyla peşin peşin yanına aldığından film için önemli. Ama özensiz senaryosuyla film, Al Pacino için önemli olamaz.
Karakter derinleşemiyor
“Hayallerimdeki Kadın”, “Hayatı yeni doğmuş bir bebek gibi seviyorum” gibi repliklere, kapıları açan çilingirin kendi kalbini kilitlemesi gibi kör gözüm parmağına metaforlara
Aktör Joel Edgerton’ın ilk yönetmenlik denemesi “Geçmişten Gelen” psikolojik gerilim türünün bir örneği. Edgerton zeki senaryosuyla eleştirmenlerin takdirini kazandı
Avustralyalı aktör Joel Edgerton, kameranın önünden arkasına geçen isimler arasına katıldı.
Yakın dönemde Ridley Scott’ın “Exodus: Gods and Kings”inde II. Ramses rolünde izlediğimiz Edgerton’ın ilk yönetmenlik denemesi “Geçmişten Gelen/ The Gift”, psikolojik gerilim türünde.
Edgerton sadece yönetmen değil, aynı zamanda filmin senaristi, yapımcısı ve başrollerden birinde.
Evli çift Simon ve Robyn’in hayatı yolunda giderken, Simon’ın liseden arkadaşı Gordo ile karşılaşması işleri altüst ediyor. Simon’ın başta tanımadığı Gordo’yla karşılaşmasının ardından tuhaf hediyeler gelmeye başlıyor. Simon’ın Gordo ile geçmişinden gelen bir sır yavaş yavaş çiftin hayatını etkilemeye başlıyor.
Sağlam bir ilk adım
İlk yönetmenlik denemesi için Alfred Hitchcock ve Michael Haneke’nin “Saklı / Cache”si gibi kaynaklara bakan Edgerton, eleştirmenleri etkiledi. Filmle ilgili çıkan yazılar filmin hem gerilimi ayakta tuttuğuna hem de zeki bir senaryoya dayandığına işaret ediyor. Filmin klişelerle hareket ediyor gibi gözüküp