2004 yapımı “İnanılmaz Aile”nin devam filmi “İnanılmaz Aile 2”, sevilen animasyonun öncülü seviyesinde olmasa da eğlenceli bir seyirlik sunuyor
Animasyonun öncü ve yaratıcı stüdyolarından Pixar’ın haklı bir şekilde en sevilen filmlerinden biri 2004 yapımı ve bütün üyeleri süper kahramanlardan oluşan bir aileyi merkeze alan “İnanılmaz Aile / The Incredibles”dı. Uzun bir zamandan sonra devam filmi “İnanılmaz Aile 2 / Incredibles 2”yle karşımıza çıkan seri, ilkinin çizgisinden uzaklaşmayan ancak öncülüne erişemeyen bir yapım.
Bu filmde süper kahramanlardan oluşan Parr ailesi, süper kahramanların kanun dışı kabul edilmesiyle sıradan bir hayat yaşamaya alışmaya çalışıyor. Derken zengin bir iş adamı, ailenin annesi Helen Parr üzerinden onları yeniden resmiyete kavuşturacak bir planı uygulamaya koyuyor. Helen Parr, namı diğer “Elastigirl” suçlu peşinden koşarken çocuklara bakma işi hevessiz olsa da Mr. Incredible’a düşüyor.
İkinci filmin ilk filmin mizahına en yaklaştığı anlar da Mr. Incredible’ın mükemmel baba olma çabaları. Filmin büyük aksiyon sahneleri animasyon tekniği olarak dikkat çekse de sürekli bir heyecanı ayakta tuttuğunu söylemek güç. Sonuçta çoğu Pixar filmi gibi animasyon
Yunanistan’ı dünya sinemasının merkezine taşıyan 2009 yapımı “Köpek Dişi”, Türkiye’de ilk kez gösterime giriyor.
Yunanistan yaklaşık 10 yıldır sinemaseverleri heyecanlandıran birçok yapım çıkardı. Dünya sinemasını takip edenler için birçok yenilik sunan Yunan Yeni Dalgası adlı akımın ilk örneklerinden biri Yorgos Lanthimos’un imzasını taşıyan 2009 yapımı “Köpek Dişi / Kynodontas”tı. Çekildiği dönemde Türkiye’de gösterime girmeyen bu önemli filmi bu hafta beyazperdede izleme şansı yakalandı. Film, çocuklarını dışarıdaki dünyadan uzakta büyüten bir aileyi merkeze alıyor. O dönem ekonomik krizle gündemde olan Yunanistan’ın bu durumunu direkt referans almasa da bir çürüme ve huzursuzluk halini yansıtan bir film.
Lanthimos, mesafeli ve karakterlerine karşı acımasız bir üslubu benimserken izleyiciyi bir tür cehennemin içine atıyor. Ancak kurduğu soğuk dünya, mizahtan yoksun değil. Özgün filmlerin çok nadir çekildiği düşünülürse Lanthimos’un parlak filmlerle dolu filmografisinin bu özel üyesi zamana direniyor. Film, ilk gösterimini yaptığı Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünün büyük ödülünü kazandıktan sonra “En İyi Yabancı Dilde Film” dalında aday da olmuştu.
Haftanın
Casus komedilerine anlamlı bir katkı yapmayan “Beni Satan Casus”un ilgi çekici yanları kadın arkadaşlığını ön plana çekmesi ve McKinnon’ın performansı
Ticari sinemanın komedide en sık başvurduğu alanlardan biri casus filmleri. Sayısız casus komedisinin en yenisi “Beni Satan Casus”un benzerlerinden en büyük farkı bir kadın arkadaşlığını merkeze alması…
Audrey, erkek arkadaşı Drew tarafından terk edilir. En yakın arkadaşı Morgan tarafından teselli edilirken Drew’un bir ajan olduğu ve değerli bir bilgiyi Audrey’de bıraktığı anlaşılır. Audrey ve Morgan, kendilerini Avrupa’da uluslararası bir casusluk hesaplaşmasının ortasında bulurlar ve acemi şansıyla canlarını kurtarmaya çalışırlar.
Kadınların ön planda olduğu komediler, “Nedimeler”in başarısından beri Hollywood’un gitgide daha sık başvurduğu bir formüle dönüşüyor. “Saturday Night Live” çıkışlı parlak komedyen Kate McKinnon’ın yetenekleriyle “Beni Satan Casus”u tek başına izlenebilir kıldığı düşünülürse kadınların merkezde olduğu komedilerin tercih edilmesi isabetli bir karar. Film, türünün en tepe noktası olmasa da kadın arkadaşlığını merkeze alması ve McKinnon sayesinde eğlenceli vakit geçirtme amacına ulaşıyor.
Statham, dev
Marc Forster’ın imzasını taşıyan “Christopher Robin”, aynı adlı ana karakterin yetişkinliğinde Winnie the Pooh’yla dostluğunun yeniden doğmasıyla gelişen maceraları konu alıyor.
Sevilen çizgi karakterler Winnie the Pooh ve arkadaşları, animasyon ve canlı çekimlerin bir arada kullanıldığı “Christopher Robin”le yetişkin Christopher Robin’in hayatına ve sinema perdesine geri dönüyor.
Winnie the Pooh’nun yaratıcısı A. A. Milne’nin oğluyla aynı adı taşıyan karakter Christopher Robin’i Winnie the Pooh hikayelerindeki küçük çocuk olarak hatırlamak mümkün. Onunla aynı adı taşıyan bu filmde onu bir yetişkin olarak ve Ewan McGregor’ın suretinde izliyoruz.
Filmde karşılaştığımız Robin, hayal gücünü yitirmiş birisi. Bu noktada Winnie the Pooh ve arkadaşları onun dünyasına yeniden dönüyor ve hayatın güzel taraflarını yeniden keşfetmesine vesile oluyor.
Filmin yönetmen koltuğunda oldukça tecrübeli bir isim var: Marc Forster. “Monster’s Ball”, “Finding Neverland ”, “World War Z”, Bond filmi “Quentum of Solace”a ve kıymeti yeterince bilinmemiş “Stranger than Fiction”a imza atan Forster, Winnie the Pooh’yu beyaz perdeye döndüren filmde bir kez daha kaliteli ana akım filmdeki hünerlerini
“Mission: Impossible Fallout”, serilerin sürdükçe kan kaybettiği genel kuralının dışında kalan bir film ve yaz vizyonunun en iyilerinden biri.
1996 yılında başlayan aksiyon serisi “Görevimiz Tehlike”nin altıncı filmi “Mission: Impossible Yansımalar / Mission: Impossible Fallout”un bir aksiyon zirvesi olması pek tahmin edilebilir değildi. Ancak beşinci filmi de yöneten Christopher McQuarrie’ın ve filmin başrolündeki Tom Cruise’un adanmışlıkları “Mission: Impossible Yansımalar”ı iki buçuk saatlik seyir süresinde nefes aldırmayan bir ana akım aksiyon zirvesine çeviriyor.
Ajan Ethan Hunt, ekip arkadaşını kurtarmaya çalışırken dünyanın sonunu getirmek isteyen bir grup teröristin eline plütonyumun düşmesine sebep olur. Nükleer tehdide karşı ekibiyle birlikte görevlendirilen Hunt, bir yandan CIA tarafından şüpheyle karşılanırken kendisini bir kez daha bir karmaşanın içinde bulur.
Film, tasarım açısından eşsiz aksiyon anları birbirini takip ederken serinin önceki filmlerinden güç alan bir hikayeye sahip. Cruise’un seriye getirdiği karizmanın da filme katkısı büyük. Sonuç itibarıyla “Mission: Impossible Fallout”, serilerin sürdükçe kan kaybettiği genel kuralının dışında kalan bir film ve
Avrupa sinemasının en önemli yıldızlarından Javier Bardem, bu hafta gösterime giren “Pablo Escobar’ı Sevmek / Loving Pablo”da Pablo Escobar olarak karşımıza çıkıyor.
Bu hafta gösterime giren “Pablo Escobar’ı Sevmek / Loving Pablo”da, uyuşturucu tacirlerinin en ünlüsü Pablo Escobar’ı canlandıran ve gelecekte canlandıracak oyuncuların kabarık listesinde kendisine yer bulan aktör İspanyol sinemasının uluslararası alanda en ünlü isimlerinden Javier Bardem. Escobar olarak protez bir göbek, ağır İspanyolca aksanlı bir İngilizce ve tuhaf kıvırcık saçlarla karşımıza çıkan Bardem’in bu rolü tesadüf değil. Çünkü filmin aynı zamanda yapımcılarından olan Bardem daha önce aldığı Escobar’ı canlandırma tekliflerini reddetmiş: “1998’den beri ‘Pablo Escobar’ karakterini bir kişi olarak merak ettim. Son yirmi yıl boyunca, birçok Escobar rolü teklifi aldım ama onları her zaman reddettim çünkü bir stereotipin ötesinde hiçbir şey hissettirmediler.” Film, Escobar’la birkaç yıl ilişki yaşayan bir televizyon sunucusunun “Loving Pablo, Hating Escobar” adlı anı kitabının sinema uyarlaması. Virginia Vallejo adlı gazeteciyi eşi Penelope Cruz’un canlandırdığı film, popüler televizyon dizisi “Narcos”la takip
Stil ve şık bir film çekme isteğinin felaketle sonuçlandığı örneklerden “Terminal”, iddialı oyuncu kadrosuna rağmen içi bomboş bir seyirlik.
Yönetmen Vaughn Stein, ilk uzun metrajlı filmi “Terminal”de kara film tarzı bir hikayeyi stilin öne çıktığı bir sinema diliyle anlatmanın peşinde. Oyuncu kadrosu da kağıt üzerinde heyecan verici. “I, Tonya”da bu yılın çok konuşulan ve Oscar adaylığı da getiren bir performansa imza atan Margot Robbie’ye müthiş yetenekli ancak sinemayı ihmal eden aktör Mike Myers, başarılı İngiliz aktör Simon Pegg ve Max Irons eşlik ediyor. Ancak bu kadro da Stein’ın içi boş stil şovunu kurtarmaya yetmiyor.
Film, isimsiz distopik bir şehirde geçiyor. Ölümcül bir hastalığa sahip öğretmen Bill, gizemli garson Annie, metroda çalışan bir temizlik görevlisi ve bazı suçlular kendilerini bir suç komplosunun ortasında buluyor. Bu tekinsiz dünyada kimse ilk bakışta göründüğü gibi değil.
Film, karışık bir kurguyla öyküyü yavaş yavaş açmaya çalışıyor. Ancak Stein’ın anlatım seçimleri sonucunda film, aşırı iddianın izleyiciyi dışarıda bırakan bir felakete nasıl dönüşebileceği üzerine bir ders niteliği kazanıyor.
Dracula tatilde
2012
Marvel çizgi roman uyarlamalarının 20. yapımı, Paul Rudd’ın canlandırdığı sempatik karakterin ikinci sinema macerası.
Avengers” gibi kalabalık kadrolu Marvel uyarlamalarına alternatif sunan ve tek bir karaktere odaklanan 2015 yapımı “Ant-Man”, maceraları “Ant-Man ve Wasp / Ant-Man and the Wasp”la devam ediyor.
Paul Rudd’ın performansının da etkisiyle sempatik bir süper kahramana dönüşen Ant-Man, ikinci solo filminin başında Almanya’da yaşanan bir olaydan ötürü ev hapsinde. Hope’un namı diğer Wasp’ın annesi ve bilim insanı Dr. Hank Pym’in eşi Janet, uzun yıllar önce kuantum evreninde kaybolmuştur. Janet, kendisi de bu boyuta geçebilen Ant-Man’le zihinsel bir bağlantı kurunca, üçlü Janet’i geri getirmek için iş birliğine gider.
Diğer Marvel filmlerinden daha farklı olarak evrenin büyük bir tehdit altında olmadığı, amansız kötülerin ortalıkta gezinmediği bu macera, daha insani bir göreve odaklanıyor. Rudd’ın Ant-Man’i izleyicinin rahat bağ kurabileceği, yenilebilir, hata yapabilir ve gündelik kaygıları olan biri olarak canlandırması, bu mütevazı öyküyü izlenir kılıyor. “Ant-Man ve Wasp”, en iddialı Marvel uyarlamalarından değil. Ancak Marvel’ın teknik standartlarını tutturan, rahat