Hafta başı Washington Post gazetesinde yayımlanan çok sayıda gizli belge ABD’nin Afganistan savaşının çıkmaza girdiğini gösteriyor. İlginç olan şu: Raporları kaleme alan üst ve orta düzey asker ve diplomatların tamamı Afganistan’da işlerin yolunda gitmediğini belirtirken, 18 yılın sonunda savaşın çıkmaza girdiğini açıkça ifade ediyorlar. Örneğin, 2013-2014 yıllarında Afganistan’da danışmanlık yapan Albay Bob Crowley şunları yazıyordu: “En iyi resmi ortaya koymak için tüm veriler değiştirildi. Örneğin anketler tamamen güvenilmezdi ancak yaptığımız her şeyin doğru olduğunu belirtecek şekilde düzenlendi” demektedir.
Tüm bunlara rağmen, politik hedefi belli olmayan, nafile, pahalı bir askeri harekât sürüp gidiyor. Savaşın maliyeti oldukça yüksek. Bazıları birkaç defa olmak üzere 775 bin ABD askeri Afganistan’da görev yapmış. Bunlardan 2300’ü ölürken, 20 binden fazlası da yaralanmış. Ekonomik maliyet ise inanılmaz. Neredeyse 1 trilyon dolardan fazla. Daha ne kadar masraf yapılacağı da belli
Silahlı saldırı, kitlesel cinayet ABD için “vukuat-ı adiye” den sayılabilir. Özellikle, okullarda meydana gelen silahlı saldırılarda çok sayıda masum insanın hayatını kaybettiği görülür. Saldırılar bazen alışveriş ve eğlence merkezlerinde, bazen askeri üslerde, bazen de okullarda meydana gelir. Geçen hafta Hawaii deniz üssünde iki sivil çalışan bir asker tarafından öldürüldü. Aradan birkaç gün geçmemişti ki bu defa cuma günü ABD’nin en büyük deniz üslerinden biri olan Florida’daki eğitim merkezinde dikkat çekici bir saldırı oldu.
ABD’ye pilotaj eğitimi için gelen, Suudi Arabistan ordusuna mensup bir teğmen, ülkesinden getirdiği tabancasıyla üç ABD denizcisini öldürdü ve sekizini de yaraladı. Daha sonra polisle giriştiği çatışmada öldürüldü. Aslında geçmişte yaşananlara bakarak söz konusu saldırı sıradan bir olaymış gibi görülebilirdi. Ancak saldırganın motivasyonu, kimliği ve Suudi Arabistan ile ABD arasındaki politik/askeri ilişkiler
Üye ülke liderleri NATO’nun kuruluşunun 70’inci yılını Londra’da kutladılar. Soğuk savaşın bitiminde örgütün ne olacağı çokça tartışılmıştı.
Ancak değişen/değişmekte olan risk ve tehditlere rağmen örgüt otuz yıldır ayakta. Üye ülkelerin çabaları sayesinde bu güne kadar gelebildi. Dahası, bu süreçte NATO’ya yeni üyeler katıldığı gibi, hâlâ kapıda bekleyenler var. Ancak tüm bu olumlu gelişmeler örgüt içi krizlerin, gerilimlerin yaşanmadığı anlamına gelmiyor.
Son toplantı öncesi de benzeri bir tablo ortaya çıktı. Trump’ın umursamaz ve tehdide varan açıklamaları, Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” ifadesi bunun birer örneğiydi. Ancak kriz atlatıldı. İtirazlar aşıldı, savunma harcamalarının artırılacağı sözleri verilirken, tehdit ve risk değerlendirmesi genişledi ve bu gün örgüt yoluna devam ediyor. NATO üyesi ülkelerin liderleri bir dahaki toplantıya kadar diplomatlara ve askerlere bir dizi ev ödevi vererek dağıldılar. Bu
Ortadoğu silah ve patlayıcı deposu haline gelmiş durumda. Sadece devletlerin silahlanma-sından söz etmiyoruz. Devlet dışı aktörlerden; teröristlerden, suç örgütlerinden, aşiretlerden söz ediyoruz. Dahası, birçok devlette olmayan cinsten silahlar bile söz konusu grupların elinde. Örneğin Yemen’de Husiler 600 km menzilli füzelere sahip. Bu gün alçak irtifa hava savunma füzeleri, güdümlü tanksavarlar gibi pahalı ve sofistike silahlar herkesin kolaylıkla sahip olabileceği sıradan mallar haline gelmiş durumda. Devletler bu gelişmenin yol açacağı sorunları şimdilik görmezden gelse de orta vadede ciddi sorunlar yaşanacağı açık. Merak edilen ise böylesine etkili silahların, patlayıcıların bölgeye nereden, nasıl geldiği, terörist grupların eline nasıl geçtiği.
Konunun uzmanları silahların el ve yer değiştirmesine dair metotları beşe ayırıyor. İlk sırada karaborsa ve değişmez elemanları kaçakçılar var. Kâr yüksek ve talep varsa, piyasa koşulları alıcı ve satıcıyı bir araya getiriveriyor. Kaçakçılar çatışma
Türkiye’nin bir kısım Arap ülkelerinin yönetimleri/rejimleriyle ilişkileri sorunlu. Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri listenin başında yer alıyor. Bu ülkelerin liderleri her fırsatta Türkiye aleyhine faaliyet göstermekten geri kalmıyorlar. Bu amaçla, istihbarat örgütleri başta olmak üzere her imkânı kullanmaktan, büyük paralar harcamaktan kaçınmıyorlar.
Ekonomik/finans alanında zorluk çıkartmakta, diplomaside köşeye sıkıştırmak için çabalamakta, yeni askeri ittifaklar kurarak Türkiye’yi yalnızlaştırmak istemekteler. Bazen de istihbarat yöntemlerine, örtülü veya açık operasyonlara başvurmaktalar. En görünen yöntem ise televizyon kanalları, internet siteleri, toplantılar, sosyal medya faaliyetleri organize etmek. Ancak tüm bu çabalara rağmen istenen sonuçları elde ettikleri söylenemez.
Bu bağlamda son hamle Suudi Arabistan-Mısır ortak yapımı tarihi bir filmle gündeme geldi. Kesenin ağzını açan Riyad, kırk milyon dolar harcayarak Türkiye aleyhine dizi film yaptırdı.
NATO üyesi ülkelerin liderleri 3-4 Aralık tarihlerinde Londra’da toplanacaklar. Geleneksel olarak, liderlerin toplantısında, önce üye ülkelerin savunma ve dışişleri bakanları bir araya gelmekte ve gündem detaylarını açığa kavuşturmaktalar. Bu yılın dikkat çeken konularından biri “uzay”. Uzay, bir başlık olarak liderlerin gündeminde yer alacak. Liderler NATO’nun “uzay” ile ilgili hedeflerini ve bu hedeflere ulaşmak için gereken stratejileri tartışacaklar. Ortaya bir yol haritası konulacak.
Aslında bu konu, savunma ve güvenlik çevreleri için yeni bir husus değil. Çünkü Soğuk Savaş döneminde ABD’nin meşhur “Yıldızlar Savaşı” projesi kapsamında da çokça tartışılmıştı. Sovyetler Birliği’ni daha fazla askeri harcama yapmaya ve ekonomisini çökertmeye yönelik bu proje, 1980’lerin sonunda beklenen sonucu vermişti.
ABD Başkanı Trump, 29 Ağustos 2019’da “Uzay Kuvvetleri Komutanlığı’nı” tanıttığında konu gündemde kendisine yer bulmuştu. Trump, bu kuvvetin
Arap Baharı tüm dünyaya kötü bir tecrübe yaşattı. İç savaşlar, şiddet, terör, ekonomik yıkım, göç bu kötü tecrübelerden bazıları. Dahası, etkilerini daha uzun yıllar hissedeceğiz.
Son günlerde İran’dan gelen haberler, sosyal medya görüntüleri pek iç açıcı değil. Protestolar, polisle çatışmalar, sokak hareketleri sürüyor. Bütün bunlar ister istemez insana Arap Baharı’nın ilk günlerini hatırlatıyor. Her ne kadar bugünkü gösterilerin nedeni hükümetin benzin fiyatlarına yaptığı zam olarak ifade edilse de, gerçek nedenler daha derinde ve çeşitli. Ekonomik gidişattan, yüksek işsizlikten, yolsuzluktan, rüşvetten, kötü yönetimden, devlet bütçesinin hırslı dış politik amaçlar için sarf edilmesinden, iç göçten rahatsız bir ülkenin halkı tepkisini gösteriyor. Tepkiler zaman zaman rejimi hedef alırken, etnik sorunları, mezhebi farklılıkları da su yüzeyine çıkartıyor.
Dahası, ABD’nin nükleer politikalar nedeniyle
Geçen hafta DAEŞ lideri Bağdadi Türkiye sınırına beş kilometre mesafede, Suriye topraklarında, ABD askerlerinin operasyonuyla öldürüldü. Bağdadi’nin İdlib’de saklandığı yerleşke, birkaç bina ve avlu duvarından oluşuyordu. Bölgede benzerlerine sık sık rastlamak mümkün. Operasyon başarıyla sonuçlanmış olsa da hâlâ çeşitli yönleri ve muhtemel sonuçları üzerinde tartışmalar sürüyor.
Özellikle bir kısım analist/konuşmacı, her seferinde, Bağdadi’nin saklandığı yerin konumuna bakarak onu Türkiye ile ilişkilendirmeye çalışıyor. Türkiye’nin Bağdadi’yi koruduğunu ima ediyorlar. En “büyük kanıtları” ise Bağdadi’nin sınıra beş kilometre mesafede gizlenmiş olması. Amaç açık. Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturarak zor durumda bırakmak.
Bir ülkede iç savaş uzun yıllardır sürüyorsa, Suriye gibi, çoğu bölgelerde devlet otoritesi kaybolmuş demektir. Örgütler, aşiretler, savaş ağaları, suç örgütleri otorite haline gelirler. Medyada, sosyal