Türkiye’nin bir kısım Arap ülkelerinin yönetimleri/rejimleriyle ilişkileri sorunlu. Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri listenin başında yer alıyor. Bu ülkelerin liderleri her fırsatta Türkiye aleyhine faaliyet göstermekten geri kalmıyorlar. Bu amaçla, istihbarat örgütleri başta olmak üzere her imkânı kullanmaktan, büyük paralar harcamaktan kaçınmıyorlar.
Ekonomik/finans alanında zorluk çıkartmakta, diplomaside köşeye sıkıştırmak için çabalamakta, yeni askeri ittifaklar kurarak Türkiye’yi yalnızlaştırmak istemekteler. Bazen de istihbarat yöntemlerine, örtülü veya açık operasyonlara başvurmaktalar. En görünen yöntem ise televizyon kanalları, internet siteleri, toplantılar, sosyal medya faaliyetleri organize etmek. Ancak tüm bu çabalara rağmen istenen sonuçları elde ettikleri söylenemez.
Bu bağlamda son hamle Suudi Arabistan-Mısır ortak yapımı tarihi bir filmle gündeme geldi. Kesenin ağzını açan Riyad, kırk milyon dolar harcayarak Türkiye aleyhine dizi film yaptırdı. Ünlü bir yönetmenin ürünü olan dizi, televizyonlarda yayınlanmaya başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun ne kadar “acımasız, gaddar ve kanlı” olduğunu anlatmak üzere kurgulanmış bir senaryo işleniyor. Filmin amacı siyasi olduğundan tipik “siyah” propaganda üzerine kurgulanmış ve gerçeklikle ilgisi yok. Hedef açık. Arap dünyasında doğrudan Türkler/Osmanlı İmparatorluğu, dolaylı olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik olumsuz algı oluşturmak. Ne kadar başarılı olur bilmiyoruz. Ancak propaganda uzmanlarının “Bir siyah propaganda filimi yaptım/izledim dünyam değişti” görüşüne hiçbir zaman itibar etmediklerini biliyoruz.
Öte yandan, Türkiye de boş durmuyor. Benzer şekilde, yönetimleri hedef almaya devam ediyor. Televizyon kanalları, internet siteleri faal, çeşitli toplantılar düzenleniyor. Her iki tarafın yüklü harcamalarından kazanan ise daha çok “uzmanlar”, pazarlamacılar. Ancak söz konusu rekabette Türkiye daha avantajlı görünüyor. Bunun birden fazla nedeni var. İlk neden, rejim ve liderlerin meşruiyetinin açık ara sorunlu olması. Arap ülkelerinin neredeyse hepsinde liderlerin ve rejimlerin ciddi meşruiyet sorunları var. Oysa aynı ülkelerin vatandaşlarının gözünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın itibarı tartışılmaz derecede yüksek. Diğer neden sözünü ettiğimiz Arap ülkelerinin örtülü operasyonlardaki beceriksizlikleri.
Örneğin, Kaşıkçı cinayetinde “suçüstü” yakalanmış olmaları gibi. Ya da, Türk kamuoyunu hiç tanımadıklarını gösteren, işlenen temalar, para saçılan sorunlu gruplar gibi. Kamuoyunun gözünde Erdoğan’ın itibarına hasar vereceğim diye, halkın duyarlı olduğu konuları didiklemenin işe yarayacağını sandıkları gibi. Örneğin, Kıbrıs konusunda Rumlara yanaşmak, PKK konusunda özgürlük güzellemesi yapmak, Ermeni meselesinden fayda ummak ya da Türkiye dışına göçmüş “muhaliflere” para akıtmak gibi.
Yaşananların hem İslam hem de Sünni dünyayı böldüğü bir gerçek. Günün sonunda en büyük zararı Suudilerin göreceğini söyleyebiliriz. Suudi yönetiminin meşruiyet ve güç arayışları, onları bir yandan İsrail’e doğru savururken bir yandan da İran ile karşı karşıya getirmekte. Öte yandan, çıktıları tam öngörülemeyen reformlar, kimliği güçlendirmek yerine, rejimi kökten sarsabilir. Dahası, Muhammed bin Selman’ı Suudi Arabistan’ın Gorbaçov’u bile yapabilir.