ABD-İran krizi şimdilik yatışmış görünüyor. Krizin yatışmasında İran’ın füze saldırısını “asimetrik çatışmanın kitabına uygun” icra etmesi önemli bir rol oynamış görünüyor. Füzeler, video görüntüleriyle İran’da kitlelerin tepkisini yatıştırırken, hedefte zayiat verdirmemesiyle de ABD’nin manevra yapmasına imkân sağlayan sembolik bir uyarı oldu. Trump ABD iç politikasındaki gelişmeleri de dikkate alarak İran’ın bu “sembolik” mesajını aldı ve tansiyonu düşürdü.
Kriz başladığında çoğu uzman, haklı olarak, Trump’ın tutumunun öngörülemez olduğunu, açıklama yapmasını beklemenin daha doğru olacağını ifade ettiler. Azınlıkta kalan bazı uzmanlar ise, İran’ın füze saldırısına ABD’nin yoğun bir cevap verebileceğini öngördüler. Dahası, bu tepki iki ülke arasında “konvansiyonel” bir savaş başlatabilirdi. Sonuçta zaten karışık olan Ortadoğu’da işler daha da karışabilirdi.
Oysa iki ülke arasında olası bir konvansiyonel savaş, siyasi nedenlerden çok
ABD insansız hava araçlarının General Kasım Süleymani’ye suikast düzenlemesi ve olası sonuçları farklı açılardan tartışılıyor. Elbette suikast, ne ABD’nin İran’a yaptırımlarından ne Devrim Muhafızları’nın “terörist” ilan edilmesinden ne de Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği önünde yapılan gösterilerinden/saldırılardan bağımsız değil. Ya da Körfez’de saldırıya uğrayan tankerlerden ve ya Suudi Arabistan petrol rafinerisine yapılan saldırılardan.
“Bir devletin başka bir devletin askeri görevlisini önce terörist ilan edip ardından açıktan suikast düzenlemesi”, hibrit savaşların dönüşmeye başladığını gösteriyor. Bu yönüyle hadise üzerinde durmayı hak ediyor. Oysa bu tür hareketler “örtülü operasyon kategorisinde” ele alınır ve icra edilirdi. Başka bir ifadeyle, “gizli” ve “inkâr edilebilirlik koşullarında” yürütülürdü. Bu defa ABD “sorunu”, herkesin gözü önünde, alenen sonlandırmaya karar
Irak, çökmüş siyasi ve ekonomik yapısı, dağılmış sosyal, kültürel dokusuyla “laboratuvar” haline geldi. Günümüz dünyasının kimine göre hibrit, kimine göre “gri alan” çatışmalarının her türünü görmek mümkün. Özellikle de siyasi, hukuki, kültürel, ekonomik, psikolojik ve askeri alanlarda.
Bugünkü ortamı sağlayan ilk adımlar ülkeyi yıkıma götüren ve 1980’lerde başlayan Irak-İran savaşıydı. Ardından yaşanan Kuveyt’in işgali ve Birinci Körfez Savaşı Saddam Hüseyin’in otoritesini sarstı. ABD’nin “yarım bıraktığı işi” tamamlama iddiasıyla giriştiği 2003 Irak işgali ise ülkeyi adım adım yıkıma götürdü.
Bugün Irak, hırslı bir diktatörün yıllar önce bölgeyi ve dünyayı yanlış okumasının bedelini ödüyor. Öyle ki ülke akla hayale gelmeyecek türden acı ve yıkımı yaşamaya devam ediyor. Dahası, zayıflayan, çöken Irak, bölgesel ve küresel aktörler için iflah olmaz bir
Bu gece 2019’a veda edeceğiz. Gidenin ardından kötü konuşulmaz. Ancak bu kabulü ihlal edecek ve gidenin ardından iyi şeyler söylemeyeceğim. Veda ettiğimiz 2019’un mirası ciddi manada sorunluydu. Gerçekten herkes için zor, yorucu ve oldukça yıpratıcıydı. Anlaşılan, yeni yılda da benzer gelişmeler için hazırlıklı olmalıyız.
Kanaatimiz bu yönde olsa da, pes edecek değiliz ve hayatın devam ettiğini biliyoruz. Ümidimizi korumak, sorunların üstesinden gelebilme kapasitemize güvenmek zorundayız. Elbette gerek küresel gerekse bölgesel gelişmeler, olaylar herkes gibi bizi de olumsuz etkiliyor, canımızı sıkıyor. Ancak tartışmalara, can sıkıcı durumlara rağmen Türkiye’nin bölgesinde önemli bir ülke olduğunu göz ardı etmiyoruz.
Türkiye’nin jeopolitiği ona eşsiz bir konum sağlarken, dikkate değer ekonomik büyüklüğü söz konusu. Yangın yerine dönen Ortadoğu’da, önemli bir haslet olan “devlet” geleneği/kültürü onu bölgesinde her zamankinden daha anlamlı ve güçlü kılıyor.
Mevcut gelişmeler 2020’de Libya’nın öncelikli konulardan biri olacağını gösteriyor. Nitekim Güvenlik ve Askeri İş Birliği Antlaşması’nın imzalanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tunus ziyareti ve yılın ilk haftasında Libya’ya asker göndermeye ilişkin tezkerenin TBMM geleceğine dair verilen mesajlar olabileceklerin güçlü işareti.
Türkiye, gerek söylemeleri, gerekse hamleleriyle Libya konusunda kararlı olduğunu, risk almaktan çekinmeyeceğini gösteriyor. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler’in meşru otorite olarak tanıdığı “Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni” her alanda desteklemeye devam ediyor.
Desteğin politik hedefi, Fayiz es-Serrac’ın ülkenin tamamına egemen olmasını sağlamak. Bu mümkün olmaz ise Serrac’ın Hafter ile masaya oturacak şekilde askeri gücünü koruması/mümkün olduğunca nüfuz alanını genişletmesi. Haliyle, ancak bu iki durumda Türkiye Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanları” anlaşmasını tahakkuk ettirebilir ve iç savaş öncesinden kalma ekonomik zararlarının
Küresel ve bölgesel gelişmelere bakınca 2019’un 2020’ye hiç de iyi bir miras bırakmadığını söyleyebiliriz. İyimser olmak mümkün mü? Hiç sanmam. Çünkü çözüm bekleyen birçok karmaşık sorunla baş etmek zorundayız. Başka bir ifadeyle, 2020 de 2019 gibi belirsizliklerle dolu bir yıl olacak. Bu tahmin bir dizi nedene dayanıyor. Kördüğüm haline gelmiş Türkiye-ABD ilişkilerini bir yana koysak bile, güneyimizde olup biten hadiseler tek başına bu kanaatin oluşmasına yeter. Bölgenin karmaşıklığı ve genişliği bize “sürprizlerle” dolu bir yıl vaat ediyor.
Bu kanaati besleyen üç temel nedenden söz edebiliriz. Birincisi, birbirinden bağımsız ve uzak coğrafyalarda yaşanıyor gibi görünse de, aslında tüm olaylar iç içe geçmiş durumda. Örneğin, Libya’dan söz ederken, geri planda cereyan eden uzunca bir gerilimler listesinin farkında olmamız gerekiyor. Bir anlamda Doğu Akdeniz’i, Kıbrıs’ı, Yunanistan’ı, İsrail’i, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Avrupa
Günümüz dünyası-nın en önemli tartışma konularından biri, “güvenlik”. Düzensiz göçten kadın ve güvenliğe, füze savunma sistemlerinden siber alana, çevre sorunlarından su kıtlığına, savaşlardan terörizme, ayaklanmaya, ekonomiden istihbarata, uluslararası suçlardan uyuşturucuya kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz. Güvenlik kavramının kullanımı bu kadar genişlemiş ve çeşitlenmiş olunca kafa karışıklığı yaratmaması mümkün değil.
Durum böyle olunca, gerek akademide gerekse uygulamada güvenlik mercek altına alınıp kavramsallaştırılmaya çalışılıyor. Bu amaçla devlet kurumları kadar akademik kuruluşlar da sivil kuruluşlar da faaliyet gösteriyor. Üstelik kıt kaynaklar ve gönüllülük temelinde.
Bu organizasyonlardan biri 2004 yılından beri faaliyet gösteren Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği. Dernek uluslararası ilişkiler konularının yanı sıra güvenlik konularında da çalışıyor. Amaç, genç öğrencileri akademik olarak güvenlik alanında çalışmaya teşvik etmek.
Son gelişmeler Türkiye açısından Libya’yı “Akdeniz’in karşı kıyısında yer alan bir komşu” olmaktan çıkarttı. Bu gün Libya, Türkiye’nin Akdeniz’deki uzun vadeli çıkarlarında “hayati öneme sahip” bir çıpa haline dönüştü. İki ülke arasında yapılan “Deniz Yetki Anlaşması”, Doğu Akdeniz’in tartışmalı tablosunu ve dinamik dengelerini Türkiye lehine değiştirirken, yeni bir dalgalanmayı da tetiklemiş oldu. Bu gelişme, Türkiye’yi “anlaşmanın” ayakta kalmasını sağlayacak şekilde davranmaya, imza sahibi meşru aktörü ayakta tutmaya ve güvenlik ortamını çıkarları yönünde biçimlendirmeye ve muhafaza etmeye zorluyor.
Başta Avrupa Birliği olmak üzere birçok ülkeden anlaşmaya tepki geldi. Tepkinin nedeni, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ı Akdeniz’de sınırlamasıdır. Ayrıca Türkiye’nin tezleri, Türkiye karşıtı ittifak üyelerini bir daha harita önünde düşünmeye sevk edecek cinsten sonuçlar doğurmaya müsait. Anlaşma,