Türkiye paralel hayatlar yaşama konusunda çok becerikli. İdeolojik farklılıktan siyaset yapma yöntemlerine, terörden güvenliğe, dış politikadan ekonomiye kadar.
En ilginç olanı ise siyasette yaşananlar. Erken seçime gidiyoruz. Partiler iktidar yarışını sürdürecekler. Sandıktan kimin/kimlerin çıkacağını göreceğiz.
Öte yandan, ülkenin bir kısmında, iktidarın ve egemenliğin namlunun ucunda olduğuna inanan PKK, silahla siyaset yapmaya devam ediyor. Sandıktan iktidara ulaşmaya çalışanlarla, aynı zaman ve zeminde, mayın, RPG ve kalaşnikof üçlemesiyle rekabet ediyor. Bu rekabet yarışında 7 Haziran seçim sonuçları oldukça önemli.
Devlet cephesinde ise işler göründüğünden daha karışık. “Teşhis” konusunda muğlaklık devam ediyor. Erken seçimle birlikte siyasi karar alıcıların öncelikleri de değişmiş durumda. Cevabı aranan bir diğer soru meselenin geldiği aşama. Öte yandan, bu aşamaya uygun stratejilerin üretildiği de söylenemez. Günlük tedbirlerle seçim sürecini geçirmenin ciddi maliyeti olacağını göreceğiz.
PKK, bir yardımseverler derneği olmadığı gibi, Öcalan’da bu derneğin fahri başkanı değildir. Derdi, Türkiye’de “demokrasinin standartlarını yükseltmek” hiç değildir.
PKK’nın politik-askeri stratejisinin esasını silahlı eylemler ve “özerklik” ilanı oluşturuyor. Dozunu artırdığı eylemlerle hükümeti “yıpratmayı” hedefliyor.
Uzun dönemde ne olur bilemeyiz ama kısa dönemde PKK’nın kararlarını etkileyecek nedenleri mercek altına alabiliriz. Bu sayede kısa vadeli öngörülerde bulunabiliriz.
PKK, Irak ve Suriye’de kapasitesini zorlayan biçimde IŞİD ile savaşıyor. Koruması gereken bir halk ve coğrafya var. Dini referansla hareket eden IŞİD, etnik motivasyonla savaşan PKK’dan daha sofistike yöntemler kullanıyor. Bu nedenle PKK, savaşa yoğunlaşmak, bölgede ciddi sayıda kuvvet bulundurmak ve lojistik tahsis etmek zorunda. Bu tablo PKK’nın tüm kapasitesiyle Türkiye’ye yüklenmesini engellediği gibi strateji ve taktiklerini de etkiliyor.
Öte yandan, ABD ve AB, şimdilik, PKK’nın sıklet merkezini Türkiye’ye kaydırarak kamu düzenini bozmasını kendi çıkarları açısından uygun görmüyor. PKK’nın Türkiye’ye odaklanması IŞİD ile mücadele kapasitesini zaafa uğratabilir, Batı’nın parçası ve müttefiki Türkiye’nin de dikkati dağılabilir. Bu yüzden PKK/HDP siyasi baskıyla karşı karşıya kalabilir.
PKK’nın erken seçime vereceği anlam, kısa dönem tutumunu belirleyebilir. PKK, 7
PKK eylemleri birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Sorunla nasıl baş edilecek ve kamu düzeni nasıl sağlanacak, gibi. Kırk yıldır faaliyette olan PKK, eylem yelpazesini genişletiyor ve artırıyor. Bu günlerde yine terör saldırıları yapıyor. Suikast, kundaklama, sabotaj, yasa dışı gösteriler gibi. Öte yandan “milis” teşkilatıyla şehir ve kasabalarda “özerklik” ilan ettiğini açıklıyor. Halkı direnişe çağırıyor, hendekler kazıyor, patlayıcı kullanıyor, polisle çatışıyor.
Şehirlerarası yolları kesiyor. Dağlarda askere pusu kuruyor, askeri üslere saldırıyor. Teorik olarak teröristlerin envanterinde olmaması gereken ağır silah ve havan kullanıyor. Terörden öte gerilla tarzı eylemler de yapıyor.
Öte yandan, teknolojinin her türlüsünü, özgürlük alanlarını kullanarak propaganda savaşını yürütüyor. Televizyonu, radyosu, internet siteleri var. Bildiriler yayımlıyor, kurallar koyuyor. Uymayanları cezalandırıyor.
Üstelik altı milyon seçmeni olan legal “cephe” örgütüne sahip. Uluslararası ilişkileri üst düzeyde ve hatırlı müttefikleri var. Yeryüzünün nadide örneklerden olan bir yeteneği daha var. Örgüt mensupları aidiyetlerine göre değil de bulunduğu coğrafyaya göre
Suriye iç savaşı sadece sahada değil, değişik başkentlerde de sürüyor. Herkesin savaşla ilgili bir “planı” var. Bunların bir kısmı savaşın nasıl sonlan-dırılacağına, bir kısmı da Suriye’de askeri resmin nasıl değiştirile-bileceğine odaklanmış durumda.
Başta İran, Rusya, Suudi Arabistan ve ABD olmak üzere birçok ülke kapalı kapılar ardında Suriye’nin geleceğini tartışıyor. Diplomatik ziyaretler, niyet açıklamaları, telkinlerin yanı sıra askeri yardımlar, operasyonlar ve genişleyen işbirliği bunun en iyi göstergesi.
ABD ise her iki konuda da aktif. Bu günlerde İncirlik üssünü kullanmaktan dolayı mutlu görünüyor. Ancak yetkililerin açıklamalarından Türkiye ile aralarında bazı pürüzlerin olduğu da anlaşılıyor. Özellikle, Suriye’de “güvenli bölge” ve PKK/PYD’nin statüsü konularında.
Türkiye “güvenli bölge” konusunda uzun süredir ısrarcı. Ancak ABD’nin bu fikre pek sıcak bakmadığını biliyoruz. Sonuç olarak, Türkiye kendi planını kendi başına hayata geçirmek zorunda kalacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin ısrarının nedeni sadece sivilleri korumak değil, aynı zamanda Suriye’deki askeri resmi değiştirmek. Bunun için “dost gerilla” gruplarına ihtiyacı var. Dolayısıyla,
Türkiye-ABD mutabaka-tının ardından, İncirlik Hava Üssü koalisyon uçaklarına açıldı. İncirlik’ten ilk hava harekâtı geçen hafta gerçekleştirildi. Bugünlerde ABD yeni filolarını naklediyor. Önümüzdeki günlerde insansız hava araçlarına (İHA) savaş uçakları da katılacak. Hava harekâtı yoğunlaştıkça, Irak ve Suriye’de askeri resim de değişecek. Bu değişikliğin bir dizi politik, güvenlik ve ekonomik çıktıları olacak.
Üslerin koalisyon güçlerine açılması sadece IŞİD’in geleceğini etkilemekle kalmayacak. Aynı zamanda Esad’dan, PKK/PYD’ye, Özgür Suriye Ordusu’ndan El Nusra’ya kadar savaşan herkes gelişmelerden nasibini alacaktır. Öte yandan, bu gruplara destek veren kişiler, devlet dışı aktörler ve devletler de yeni hesapların içinde olacaktır.
Hava harekâtının kısa sürede “kesin zafer” getirme ihtimali zayıf. Yine de IŞİD’i zor günlerin beklediğini söyleyebiliriz. Fakat IŞİD, bu saldırılara en iyi bildiği asimetrik yöntemlerle cevap vermeye çalışacaktır. Sadece Suriye ve Irak’ta değil, ulaşabildiği her yerde, beklenmedik zamanlarda.
Aslında üslerin kullandırılmasının en fazla Türkiye’yi etkileyeceğini ileri sürmek abartılı olmaz. İç ve dış politikadan güvenlik sorunlarına, operasyonun
Geçen yazıda PKK’nın, “ayaklanma” koşullarını hazırladığından söz etmiş ve bunun örgüt tarihinde bir ilk olmadığını belirtmiştim.
PKK, ilk denemesini şu meşhur 90’larda yaptı. Soğuk Savaş’ın bittiği, Birinci Körfez Savaşı ile Saddam’ın Kuzey Irak’tan çekildiği günlerdi.
Yine, başta Avrupa olmak üzere, “entelektüel” dünyada, çok kültürlülük, etnik kimlik, demokrasi, devlet zulmü konularının romantik yaklaşımla ele alındığı dönemlerdi.
PKK tam da o günlerde, “gerilla himayesinde halkı ayaklandırmak” üzere harekete geçti. Ancak dört nedenden hedefini gerçekleştiremedi. Ama asla vazgeçmedi, sabırla yeni bir fırsatın doğmasını bekledi.
1986’dan itibaren bazı vilayetlerde devlet otoritesi o kadar hızla eridi ki PKK’nın kendisi bile buna inanamadı. Literatürün “erken iktidar hastalığı” olarak tanımladığı bir durum ortaya çıktı.
Örgüt, 1989’dan itibaren yeterli sayıda eğitimli militanı olmadan “ayaklanma” sürecini başlattı. Bir kısım halkı sokağa dökmeyi başardı. Ancak, gösteriler, çatışmalar uzadıkça uzadı. İşçinin, esnafın, şoförün, köylünün enerjisini, ekonomik kaynaklarını tüketti, düzenini bozdu. Fakat devlet, beklentilerin aksine çökmedi. 1994’e gelindiğinde ise halk sokaklardan “gerçek
Bu günlerde olup bitenleri anlamak için “ayaklanma” literatürüne ve PKK tarihine müracaat faydalı olabilir. Çünkü PKK da aynı kaynaklardan besleniyor. Nitekim ilk günden itibaren uzatılmış halk savaşına dayalı “politik-askeri” stratejisini hiç terk etmedi.
Tüm alametler, PKK’nın “halk savaşı” stratejisini yeni bir dinamizmle farklı bir aşamaya taşımaya çalıştığını gösteriyor. Bu aşama, “gerilla himayesinde halkı ayaklandırmak” olarak tanımlanabilir. Girişim, PKK tarihinin ikinci denemesi olacak.
Bir kısmı medyaya yansıyan, bir kısmı da devlet katında istatistiki veri halinde muhafaza edilen PKK eylemleri, münferit olaylardan oluşmuyor. Eylemler serisinin stratejik planlamaya dayalı, örgüt hafızası ve tecrübeleriyle şekillenmiş bir zincirleme mantığı var. Nitekim “kitap”, eylemlerin tipi, coğrafi dağılımı, hedefleri ve yoğunluğu çerçevesinde bize şunları söylüyor.
Seçim sonrası PKK, basit bir amaca odaklanmış durumda: “Ayaklanma” koşullarını hazırlamak. Bunun için de dört hedef kitlenin “olgunlaşması/olgunlaştırılması” gerekiyor.
İlk hedef kitle, bölge halkıdır. Bunları örgütlemek, silahlı milis teşkilatı kurmak ve ayaklanma için fikren hazır hale getirmek
HDP, Dolma-bahçe’de bir “mutabakat” metni olduğunu söylüyor. Uyulmasını istediği bu belgeyi hükümetin yok saydığı iddiasında. Hükümet kanadı ise tamamen farklı görüşte.
Sözü edilen “mutabakat”, PKK perspektifinden, çözüm süreci sonunda nasıl bir Türkiye’ye ulaşılacağını resmediyordu. Şimdi ise değil varılacak hedef, ortada süreci yürütecek aktörler yok. Sonuçta “mutabakat” öksüz kalmış görünüyor.
“Öksüz metindeki” hedeflerin hayata geçirilememesinin iki temel nedeni var. İlki, başlangıçta, müzakereciler arasında var olan güç dengelerinin süreç içinde değişmesi. Diğeri, sürecin geldiği aşamadan kaynaklanan “teknik” zorluklar. Kaldı ki metnin içeriği ayrı bir tartışma konusu.
Taraflar bu gün müzakereye başladıkları noktada değiller. Suriye ve Irak’taki gelişmeler, iç politikadaki güç kaymaları müzakerecilerin pozisyonlarını güçlerini ve önceliklerini kökten değiştirdi.
IŞİD, Batılı ülkeleri kaygılandırdı. PKK/PYD, IŞİD ile savaşarak avantajlar elde etti. Türkiye-Suriye sınırı boyunca coğrafi derinlik kazanırken, askeri kapasitesini artırdı ve sofistike silahlara sahip oldu. En önemlisi ise ABD ve AB ile nezdinde uluslararası meşruiyet ve görünürlük elde etti. Bu durum, PKK’da özgüven