Geçen yazıda PKK’nın, “ayaklanma” koşullarını hazırladığından söz etmiş ve bunun örgüt tarihinde bir ilk olmadığını belirtmiştim.
PKK, ilk denemesini şu meşhur 90’larda yaptı. Soğuk Savaş’ın bittiği, Birinci Körfez Savaşı ile Saddam’ın Kuzey Irak’tan çekildiği günlerdi.
Yine, başta Avrupa olmak üzere, “entelektüel” dünyada, çok kültürlülük, etnik kimlik, demokrasi, devlet zulmü konularının romantik yaklaşımla ele alındığı dönemlerdi.
PKK tam da o günlerde, “gerilla himayesinde halkı ayaklandırmak” üzere harekete geçti. Ancak dört nedenden hedefini gerçekleştiremedi. Ama asla vazgeçmedi, sabırla yeni bir fırsatın doğmasını bekledi.
1986’dan itibaren bazı vilayetlerde devlet otoritesi o kadar hızla eridi ki PKK’nın kendisi bile buna inanamadı. Literatürün “erken iktidar hastalığı” olarak tanımladığı bir durum ortaya çıktı.
Örgüt, 1989’dan itibaren yeterli sayıda eğitimli militanı olmadan “ayaklanma” sürecini başlattı. Bir kısım halkı sokağa dökmeyi başardı. Ancak, gösteriler, çatışmalar uzadıkça uzadı. İşçinin, esnafın, şoförün, köylünün enerjisini, ekonomik kaynaklarını tüketti, düzenini bozdu. Fakat devlet, beklentilerin aksine çökmedi. 1994’e gelindiğinde ise halk sokaklardan “gerçek hayata”, dükkânına, çiftine çubuğuna, teröristler de dağlarına döndüler.
Başarısızlığın ikinci nedeni, “köylü militanların” şehirlerdeki halkı ayaklandırmaya amatörce yaklaşmalarıydı. Kitapta yazılı bir numaralı kuralı ihlal ettiler. Kitap, “Gerilla, ayaklanan halkı devlet otoritesine ve kanunlara karşı korumalı” derken bu düsturu savsakladılar. Tıpkı, 1992’de Şırnak’ı ele geçirme girişiminde olduğu gibi. Güvenlik güçleri inisiyatifi kaptırmadı. PKK şehri ele geçiremedi ve dağlara çekilmek zorunda kaldı. Eyleme destek veren, şehrin düşmediği gören ve korumasız kalan milis örgütünde yer alan bir kısım halk da yollara düştü ve Irak’a kaçtı. Mahmur kampının doğuş hikâyesi budur.
Üçüncü neden, başlangıçta PKK lehine gibi görünen küresel ve bölgesel koşulların ve önceliklerin değişmesi oldu. PKK’yı destekleyen İran ve Suriye tutumunu değiştirdi. AB ve ABD’de “ayaklanma” sonrası Kürt devletinin kurulmasını “o sırada” çıkarlarına uygun bulmadılar.
Son olarak, devletin oyunun kuralını değiştirme kararı, PKK’nın ayaklanma stratejisini bozdu. Devlet, Mao’nun deyimiyle “sudaki balıkları” yakalamak için elindeki tüm askeri imkânları seferber etti. Bu defa devlet “kitaba” uygun davrandı. Nitekim 1994 sonlarında PKK destekli “ayaklanma” provaları son bulurken, örgüt yeni bir öğrenme sürecine girdi. Neyi ne kadar öğrendiği ise başka bir yazının konusu.