Koronavirüs salgını öncesinde küresel rekabetin doğuya, Çin’e, kaydığı genel kabul gören bir fikirdi. Her ne kadar konu ağırlıklı olarak “ticaret savaşları” çerçevesinde ele alınsa da, farklı yönleri olduğu da bir gerçekti. Buna rağmen yorumlarda iyimser bir hava hakimdi. Beklentiler sürecin zamana yayılacağı ve fazlaca sertleşmeden yönetilebileceği yönündeydi. Ne var ki koronavirüs salgınının ardından ABD-Çin ilişkilerinin karakterinin ve geleceğinin değiştiği gözlemleniyor. Dahası, ilişkilerin geleceğine dair eski iyimser hava da yavaş yavaş değişiyor. Sebep çok açık. Koronavirüs Çin’den çıkmış ve dünyaya da buradan yayılmıştı.
Koronavirüsün yayılma sürecinde Çin’in muğlak tutumu gri bir alan yarattı. Konunun etrafında bitmez tükenmez komplo teorileri, hikâyeler ve efsaneler üretildi. Popülizmin ilgi gösterdiği efsanelerle bezenmiş bu gündem çok sayıda taraftar yarattı. Bu gelişmelere politik rekabet, korku, kızgınlık ve sosyal medyanın gücü de eklenince, Çin kendisini tüm tartışmaların merkezinde buldu. O ana kadar belirli bir tempoda seyreden Çin-ABD rekabeti ve sınırlı gerilim alanlarında gözle görülür bir değişim oldu.
Söz konusu gelişmelerin sadece ABD-Çin ilişkilerini değil, küresel ilişkileri de etkileyeceği anlaşılıyor. Gelişmeleri dört başlık altında ele almak mümkün. İlki, koronavirüs salgınının ABD’nin Çin karşıtı hamlelerine hız kazandıracak olmasıdır. İkinci olarak, salgın iki ülke arasında yeni rekabet alanları ortaya çıkartmış görünüyor. Üçüncü olarak, mevcut sorunlar daha da detaylanmakta. Son olarak, salgın Trump’ın Çin’e karşı atacağı adımlar için ihtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini, meşruiyeti sağlayacak koşulları üretmiş görünmekte.
Koronavirüs salgını, Trump’ın Çin’e karşı yürüttüğü ticaret savaşında ihtiyaç duyduğu “takviye kuvveti” sağlamış görünüyor. Sadece fikri alanda değil, Çin’in tedarik zincirinden çıkarılma işlemlerinin hızlandırılması için gereken meşruiyeti de sağlamış görünüyor. Öyle ki salgın ABD’nin yerel üretimi teşvik ve koruma altına alma fikrini desteklediği gibi, Çin dışına çıkartılacak ürün yelpazesini de farklı sektörlere doğru genişletecek gibi görünüyor. Önümüzdeki süreçte, sadece korona salgınının ön plana çıkarttığı sağlık sektörü değil, başta güvenlik olmak üzere “stratejik” olarak tanımlanan ve riskli olarak sınıflandırılan tüm mallara ait tedarik zincirinde Çin’in konumu yeniden tartışılacaktır. Bu tablo ABD ile Çin arasındaki ticaretin hacmini değiştirirken, kuralların da gözden geçirilmesine yol açacaktır.
İlişkilerde değişimin odaklanacağı konular sadece ticaretle sınırlı kalmayacaktır. Çünkü elimizde uzunca bir liste var. İlk akla gelenler, finans sektörü, insan hakları tartışmaları, teknoloji transferi, politik gerilimler, güvenlik ve askeri konular olacaktır. Çin’in Hong Kong ve Tayvan politikalarının bundan sonra daha fazla gündeme geleceği anlaşılıyor. Yine Çin’in, Uygur Türklerine yönelik politikaları, insan hakları ihlalleri de gündemin ilk sıralarında yer alacaktır. Kuşak Yol Projesi’nin geleceği ve karşılaşacağı zorluklar yeni dönemin gündemi gibi görünüyor.
ABD-Çin ilişkilerinde gerilimin artacak olması, iki ülkenin istihbarat örgütlerine daha fazla iş düşeceği manasına da gelmektedir. ABD’nin ısrarla üzerinde durduğu “teknoloji hırsızlığı”, bir yandan istihbarat dünyasını, bir yandan da ekonomik ilişkileri ve eğitim öğretim faaliyetlerini ilgilendirmektedir. Özellikle 5G, yapay zekâ, süper bilgisayarlar gibi teknolojik alanlar hem istihbaratın üretim araçları hem de hedefi olarak gündemde kalacaktır. Dahası, Çin’in sayıları bir milyon beş yüz bini bulan, başta ABD olmak üzere, yabancı ülkelerdeki öğrencileri de bu gerilimden etkilenecektir. Çin’in artan askeri kapasitesi, uzaydaki varlığı, Çin Denizi’ndeki faaliyetleri ABD ve Uzakdoğu’daki müttefiklerini her zamankinden fazla hareketlendirecek gibi görünüyor.
Koronavirüs salgını, doğuya doğru kayan rekabetin hızını artırmış, alanlarını çeşitlendirmiştir. Bu durum sadece iki ülkeyi değil, tüm dünyayı farklı alanlarda ve ölçeklerde etkileyecektir.
Not: Ramazan bayramınızı kutlar, sevgi ve saygılarımı sunarım.