Amerikalı doktor John Zabat, Nefes Farkındalığının ( mindfulness) kronik tibbi durumların tedavisinde etkin rol oynayabileceğini düşünmüş ve ünlü Budist hoca Thich Nhat Hanh’ın desteğini alarak yapmış olduğu klinik çalışmalarla bu düşüncesini ispatlamıştır. John Zabat farkındalığı “ Yargısız bir şekilde şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla, Dikkatinizi toplayabilmektir” şeklinde tanımlamaktadır. Sizce John Zabat’ın bahsettiği gibi yargısız bir şekilde dinleyebilmeyi, duyabilmeyi, var olabilmeyi, tadabilmeyi, görebilmeyi ve de hissedebilmeyi başarabilen varlıklar kimlerdir? Tabii ki çocuklar. Ama biz yetişkinler ne yaparız? , “ Öyle yaparsan böyle olur, böyle yapman gerekir, böylesi her zaman en güzelidir, Böyle ol, buna dikkat et, “ şeklindeki bilgece sözlerle! Onları güle oynaya yargılar dünyasına davet ederiz. Peki, onlar ne yapıyorlar?
Olgunluk çağına geldiklerinde geçmişte olduğu gibi yargılardan arınmış bir dünya yaratabilmek adına terapilere, workshoplara katılarak farkındalık geliştirirler. Ancak bu farkındalık süreci uzun bir süreçtir. Peki, bu süreç neden uzundur?
Çünkü gerçeğin farkında değiliz. Çünkü sürekli geçmişin düşünceleri ile
Spritüal çalışmalara ilk başladığım zamanlarda güzel bir işim, bir sürü dostum, yaşamımı sürdürecek kadar param olmasına rağmen mutsuzdum. Bir kere çok çabuk öfkeleniyordum. Ve bu durum da beni çok rahatsız ediyordu. Kısaca dünyevi şeyleri yaratma konusunda başarılı olmama rağmen konu kendim olduğunda arzuladığım bolluk bereketi yaratamıyordum. Bu yüzden de bolluk ve bereket konusunda şüphelerim oluşmaya başlamıştı. Bir sürü spritüal çalışmalar yapıp farkındalığımı arttırmaya başladıkça kişinin kendini tanıma işinin, saatlerce çalışılıp, başarılabilecek bir şey olmadığını fark ettim. Kendimle bolluk ve bereket enerjisi arasında kızgınlık, öfke enerjisi ile onun yarattığı bağımlılıklar vardı ve bunlar bolluk ve bereket enerjisini hissetmemi engelliyordu. Çünkü öfke, kızgınlık ve bağımlılıkların enerji frekansı öyle düşüktü ki insanı dar bir alanda kalmaya zorluyordu. Toprak, su, güneş, ay, gübre olmadan bir çiçek büyüyemiyor ise bolluk ve bereket, sevgi, huzur, açık bir zihin, cömertlik, kendimize ve çevreye saygı, sorumluluk alma, sabırlı olma gibi erdemler yoksa yaratılamıyordu. Tabii bir de açgözlü ve haince düşünceler içinde olmamak gerekiyordu.
Aç gözlülük,
Eskiden meleklere pek inanmazdım. Onların, insanların kendilerini iyi hissetmek için yarattıkları hayal ürünü şeyler olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise bu fikrim değişti artık onlara inanıyorum. Çünkü bana, her gün var olduklarına dair bir sürü objektif kanıt sunuyorlar. Siz de onların varlığını hissetmek istiyorsanız aşağıdaki yazıma bir göz atın.
Meleklerin varlığını hissedebilmek için öncelikle içinizde meleksi bir enerji olduğunu kabul etmelisiniz. Ancak herhangi bir şeyin varlığını kabul ettiğinizde hayatınızda kendisini göstermeye başlar. Var olmadığını düşündüğünüz şeyler yaşamınızda da olmayacaktır. Aslında bu parametre sadece melekler için değil, yaşamınızdaki diğer konular için de geçerlidir. Bir kez içinizde meleksi enerjinin varlığını kabul ettiğinizde evrendeki meleksi enerjiler de size doğru çekilir.
Meleksi enerjiyi, tıpkı içimizdeki sevgi, şefkat, huzur gibi enerjilerden biri olarak düşünebilirsiniz. Sevgi ve şefkati daha çok hissetmek için ne yaparsınız? İnsanları sevmeyi çevrenizi sevmeyi, sevginin anlamını vb gibi öğrenmeye çalışırsınız öyle değil mi? Aynı şekilde meleksi enerjide kalmak için de meleksi adımlar atmalısınız. Meleksi adımlar atarak
Bilinçaltı o kadar enteresan şeyler yapar ki örneğin, aptal olmak, işimize yarayacak ise onu bile gerçekleştirir. Diyelim ki geçmişte bir şekilde kandırıldınız. Ve bu olay sizi bir hayli üzdü. Bilinçaltı, bu olaydan hemen sonra benzer olayların gerçekleşmemesi için gereken tohumları ekecektir. Ancak ekilen tohumun bir de beslenmesi gerekecektir. Bunun için de geçmişte yaşanmış, bitmiş olaylar bu yeni yaratıma uygun hale getirilecektir. Tohum büyüyüp serpilmeye başlayınca etkisi daha da yaygınlaşacaktır. Örneğin; Çok sevdiğiniz bir dostunuzdan herhangi bir konu hakkında bilgi vermesini istediniz ve de o an, fazla zamanı olmayan dostunuz bildiklerini, kısaca size özetlemek zorunda kaldı. Tesadüf bu ya! sonraki günlerde konuyla ilgili yeni bilgiler edindiniz. İçinizdeki o çok iyi yetiştirilmiş aldatılma tohumu dostunuzun sizi aldattığı illüzyonunu yaratacaktır. Aslında bu olayda aldatanın; uzun zamandır tanıdığı bildiği dostuna söz hakkı vermeden hüküm veren siz mi? yoksa zamanı kısıtlı olduğu için eksik bilgi vermek zorunda kalan kişi yani dostunuz mu? olduğu büyük soru işaretidir.
Bilinçaltı, yukarıdaki örnekte olduğu gibi, sakındığımız faaliyetleri bizim de
Duygusal olmak, çok güzel olsa da zaman zaman başımıza iş açtığı da olur.Peki, duygular en çok ne zaman başımıza iş açarlar?
Duygular, geçmişin düşünceleri ile geleceğin öngörülerinden ilham aldıklarında başımıza iş açarlar. Bu tür anlar var olmayanın varmış mı gibi göründüğü anlardır. Geçmişte bizi üzen bir olay olduğunda bilinçaltına “ Bir daha olmasın” komutunu veririz. O zaman bilinçaltı, lambanın cininde olduğu gibi benzer deneyimin bir daha gerçekleşmemesi için yeni inançlar yaratır. Ama bu arada öfke ve nefretin de doğmasına sebep olur. Her doğum sürecinde olduğu gibi öfke ve nefret doğduğunda, yaşlanma ve ölüm süreci de başlayacaktır. Yaşadığımız sürece bu şekilde bir sürü doğum gerçekleşir. Bir kez doğan ölene kadar bizimle kalır ve her geçen gün duyguları kontamine ederler. Bu yüzden de güzel tohumlar ekmek, duyguları arındırmak çok önemlidir Nefes ve meditasyon (*) duyguları arındırılmasında çok etkilidirler. Transformal Nefes ile duyguların arındırılma mekanizması şöyledir;
Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi biz Transformal nefeste, diyafram nefesi yaparız. Diyafram nefesi yaparken birbiri ile bağlantılı nefes alıp veririz. Bağlantılı nefes ile
Wikipedia, sezgileri en genel anlamıyla gerçekliği dolaysız olarak içten ya da içeriden kavrayabilme, tanıyıp bilme yetisi olarak tanımlamış. Bir bakışta tümüyle kavrama halini kazanmayı kim istemez ki!
Sezgiler bedenimizdeki enerji noktalarıyla bağlantılıdır. Örneğin telepatik gücümüz boğaz çakramızla, sezgisel görümüz 3.göz, empatik sezgilerimiz 3.çakramızla bağlantılıdır. Aranızda iyi güzel de bundan benim niye haberim yok diyen var ise bence yanlış düşünüyor. Çünkü sezgiler sürekli hayatınızın içinde ve farkında olmasanız da onları sıkça kullanıyorsunuz. Örneğin; Son derece mutlu bir şekilde markete gittiğinizi düşünün. Ödeme için kasaya gittiğinizde kasiyerin huysuz biri olduğunu fark ediyorsunuz. Oradan uzaklaşırken aniden içinizde bir kızgınlık hissediyorsunuz. Acaba bu duygular size mi yoksa kasiyere mi ait? Büyük bir olasılıkla fark etmeden kasiyerin duygularını aldınız. İşte empatik sezgilerimizin çalışma şekli böyledir. Empatik sezgilerimizin sayesinde market örneğinde olduğu gibi başımıza garip şeyler gelebilir. Peki, sezgilerin bize sağlayacaklarını nasıl keşfederiz?
Tabii ki çalışarak, deneyerek, emek vererek… Ben de ruhsal yolculuğuma başladığımda
Kişisel gelişim üzerine eğitimlere katılmak güzeldir. Yeni insanlarla tanışır, yeni şeyler öğreniriz. Aradan bir iki hafta geçer, başka bir kişisel gelişim eğitimi dikkatimize çekilir, ona da katılırız. Bu böyle sürekli devam edip gider. Hatta ilerleyen zamanlarda bir de bakmışız kişisel gelişim konusunun bilirkişisi olmuşuz. Bu sefer bilirkişi unvanı ile katıldığımız eğitimlerde “ şimdikinin diğerlerinden farkı ne olabilir, diğerleri işe yaramamıştı, bunun ondan ne farkı var? ” şeklinde hesap soran düşünceler içinde oluruz.
İlerleyen günlerde, arkadaşlarımızdan biri, kadim bir öğreti hakkında fikrimizi almak ister ve “Bu öğreti sana nasıl yardımcı oldu? Dostum“ der. Önce şöyle bir düşünür, sonra yaşamımızda değişen bir şey olmadığına kanaat getirip, kişisel gelişim konusunun boş bir hikâye olduğunu itiraf ediveririz! Aslında kişisel gelişim konusu boş bir hikâye değildir. Sadece küçük bir ayrıntı göz ardı edilmektedir. Bu küçük ayrıntı, eğitim sırasında öğrenilenlerin uygulanmamış olmasıdır. Eğitimde öğrendiklerimizi uygulamaya başladığımızda içimizdeki zenginlikler aktive olur. Güzellik, fiziksel durum, statü bizi koruyamaz, çünkü hepsi geçicidir. Biz asıl koruyan
Her zaman bir şey iyi ya da kötüdür. Bunlara verdiğimiz tepki yaşamımızı şekillendirir. Tepkinin kaynağını araştırdığımızda düşüncelerle karşılaşırız. Düşüncenin pozitif nitelikleri huzur, negatif nitelikleri ise korku, endişe ve kızgınlıktır. Her ikisinin de yan etkileri vardır. Örneğin, zihnimizin negatif tarafını kullandığımızda kalbimiz kapanır. Bu yüzden bir an evvel zihne odaklanmak yapılabilecek en iyi seçim olacaktır. Zihnimize odaklandıkça onu tanımaya başlarız. Zihni tanıdıkça da değişim daha da kolaylaşacaktır. Örneğin; “Öyle olmalıydı, böyle değil” yerine “Ben kızgınım”, ben kıskancım ama bunu değiştirebilirim” dediğinizde zihin açılır. Zihin açıldıkça da o çok istediğimiz şey olan “Kalbimiz açılır.”
Şimdi ise kalbin kapanmasına yol açan bazı düşünce kalıplarından bahsetmek istiyorum.
- Gelecekte olabilecek bir şeyler için örneğin uçak düşecek, deprem olacak şeklinde düşündüğümüzde endişeleniriz. Aslında hepsi birer görüntüden ibarettir. Ama o görüntü ile birlikte hisler hareketlenmeye başlar ve duygusallaşırız. İşte hisler geldiğinde o düşünceye inanmaya başlarız. Ve böylece korku, kızgınlık yaratılmış olur.
- Başka bir örnekte ise sevdiklerimizi