Güzel ilişkimiz olsun, bol paramız olsun, çok mutlu olacağız diye düşünürüz. Şöyle bir etrafımıza bakar, güzel bir ilişkisi olan ya da bol parası olup da mutsuz olan bir sürü insan olduğunu fark ederiz. Sonra da işin doğrusu nedir diye düşünüp dururuz? Acaba, bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz arzularımızdan vaz mı geçsek? Yoksa bunları arzulamaya devam mı etsek?
Bence arzularımızdan vaz geçmemeliyiz. Bizi daha çok geliştirecek, daha ileriye götürecek ve herkese faydalı olacak şeyleri arzulamak güzeldir.
İsterseniz, asıl sıkıntının nerede olduğunu şöyle bir analiz edelim. Güzel ilişkimizin olmasını isteyebiliriz; bunda bir sorun yoktur. Buradaki mutluluğu bozan şey; bir ilişkimiz olduğunda “Kız ya da erkek arkadaşım beni terk eder ise” tarzındaki düşüncelerdir. Çünkü bu düşünceler başladığında korku ortaya çıkar. Korku ortaya çıkınca da tek şey olur. O da “ mutsuzluk”. Kısaca ilişkide bizi mutsuz eden ilişkinin etrafında dolaşan düşünceler yani bakış açımızdır. Ama biz ne yaparız. Asıl suçlunun bizzat endişe ve korkuları yaratan düşüncelerimiz olduğunu aklımıza bile getirmeyiz. İşte bu hal literatürde “cahillik” olarak bilinir. Cahilliğin zeki olup olmamakla ilgisi
Evrenden, Allahtan, Tanrıdan, Kaynaktan; onu ne şekilde tanımlıyorsanız, bizim için bir şeyleri gerçekleştirmesini isteriz. İstemek güzeldir. Ancak isteklerimizin ne tür sonuçlar doğuracağını bilmek bir o kadar da önemlidir. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için geçen yaz başımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Uzun zamandır Şanlı Urfa’daki Göbekli Tepe’yi ve dünyanın ilk üniversitesinin inşa edildiği Harran ilçesini gezmek istiyordum ve nihayet geçen yaz bu isteğimi gerçekleştirdim. Urfa’da kaldığım otel personellerinden Kadir, kiralık araç arayışımı fark edince, gitmek istediğim yerlere kendi özel aracı ile götürmeyi teklif etti. Ücret konusunda anlaştıktan sonra Kadir ile birlikte yola koyulduk. Yolda giderken Kadir, Hz. Eyüp’ün türbesini ziyaret etmemiz konusunda ısrar etti ve çaresiz türbenin yoluna saptık. Türbeye giderken Kadir, Hz. Eyüp’ün hikâyesini anlattı. Hikâye şöyleydi;
Sabrın sembolü olarak bilinen Hz Eyüp, herkes tarafından çok sevilen, varlık sahibi bir adammış. Ancak şeytanın Hz Eyüp’ün sabrı ile ilgili şüpheleri varmış. Allah, sevgili kulunun sabrını kanıtlamak için önce doğal bir afet yaratmış. Doğal afet esnasında
Evrenden, Allahtan, Tanrıdan, Kaynaktan; onu ne şekilde tanımlıyorsanız, bizim için bir şeyleri gerçekleştirmesini isteriz. İstemek güzeldir. Ancak isteklerimizin ne tür sonuçlar doğuracağını bilmek bir o kadar da önemlidir. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için geçen yaz başımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Uzun zamandır Şanlı Urfa’daki Göbekli Tepe’yi ve dünyanın ilk üniversitesinin inşa edildiği Harran ilçesini gezmek istiyordum ve nihayet geçen yaz bu isteğimi gerçekleştirdim. Urfa’da kaldığım otel personellerinden Kadir, kiralık araç arayışımı fark edince, gitmek istediğim yerlere kendi özel aracı ile götürmeyi teklif etti. Ücret konusunda anlaştıktan sonra Kadir ile birlikte yola koyulduk. Yolda giderken Kadir, Hz. Eyüp’ün türbesini ziyaret etmemiz konusunda ısrar etti ve çaresiz türbenin yoluna saptık. Türbeye giderken Kadir, Hz. Eyüp’ün hikâyesini anlattı. Hikâye şöyleydi;
Sabrın sembolü olarak bilinen Hz Eyüp, herkes tarafından çok sevilen, varlık sahibi bir adammış. Ancak şeytanın Hz Eyüp’ün sabrı ile ilgili şüpheleri varmış. Allah, sevgili kulunun sabrını kanıtlamak için önce doğal bir afet yaratmış. Doğal afet esnasında
Anda kalmayı becermek zaman alsa da yaşam kalitemizi arttırmak için anda kalabilmeyi başarmak çok önemli! İsterseniz şu an her şeyi bir kenara bırakıp bir süreliğine anda kalmanın yaşamımıza katabileceklerine odaklanalım. Anda kalma anları, geçmiş hikâyelere ait endişe ve düşünceler ile geleceğin öngörülerinden uzak kaldığımız anlardır. Peki, bizi yoldan çıkaran, rahatsız eden düşünceler olmadığında ne olur? Bizi yoldan çıkaracak hormonlar salgılanmaz, beyin dalgalarımız yavaşlar, beyindeki savunma mekanizması uykuya dalar. Çünkü artık endişelenecek ya da korkacak bir şey yoktur. İşte o zaman bir çocuk gibi safça, heyecanla “şimdi neler oluyor” a bakarız. Olanı olduğu gibi kabul ederiz.
Anda kalma hali, beyin dalgalarımızın hangi dalga boyunda olduğu ile ilgilidir. Örneğin, şu an yazdıklarım ile yazacaklarımı aynı anda düşünüyor, amacımı hatırlıyor, içeriğin anlaşılır olabilmesi için gayret sarf ediyorum. Tabii bir de yazı yazma hızımı, zihnimden hızla geçen düşüncelere uydurmaya çalışıyorum. Beynim, aktif durumda, bu da beynin “Beta” dalga boyunda olduğunu gösteriyor. Beyin dalgalarım, tek bir şeye odaklanmayı seçtiğimde yavaşlayacak, buna bağlı olarak bedenim de
( Bu yazıyı okumadan önce Duygu Farkındalığı –I başlıklı yazıyı okumanızı öneririm)
“ Duygu Farkındalığı” çalışmasına yapmaya başlamadan önce, bu çalışmanın size nasıl hizmet edeceğini belirleyin. Size nasıl hizmet edeceği, niyetiniz olsun. Sonrasında ise tıpkı “Nefes Farkındalığı” çalışmasında yaptığınız gibi 20 dakika boyunca tek başınıza kalacağınız sakin bir yer edinin. Önce nefes alış verişinize odaklanın. Sonrasında ise her nefes alış verişinizde bedeninizin daha da rahatladığını hayal edin. Bedeniniz iyice rahatladıktan sonra, geçmişte sizi kızdıran bir olayı ve o an hissettiklerinizi hatırlayın. Bakın bakalım, o an hissettiğiniz duygu nasıl bir duyguydu? “Çaresizlik mi? ”, “Üzüntü mü?”, “Kızgınlık mı?”, “ Nefret mi?” vb. gibi.
Şimdi de o duygu içine girin. Ve onunla kalın. Bu çalışmayı yaparken araya düşüncelerin girmesi çok normaldir. Düşünceler her geldiğinde tekrar nefesinize odaklanıp o anı ve oradayken hissettiklerinizi hatırlayın. Ve o hissi bedeninizde hissedin. Yapmamanız gereken tek şey “ niye bunu bana yaptı” “ ben zavallıyım” “ hep benim başıma geliyor” şeklindeki dramalara girmektir. Bu tarz cümleler egoya aittirler. Ego, sizi, “kurban “ ya da “suçlu”
Kişinin ihtiyaçları Sahte ve Gerçek olmak üzere iki türlüdür. Sahte ihtiyaçlar başkaları üzerine kurulmuştur. Hatta bazıları başkaları tarafından hiçbir zaman karşılanamayacak türden talepler olabilir. Başkalarına bağımlı olduğumuzda, ihtiyaçlarımız beklediğimiz şekilde karşılanmaz. Bu da öfke, suçlama, kırgınlık ve kinle sonuçlanır. Gerçek olan ihtiyaçlar, başkaları tarafından gerçekleştirilmeyenlerdir. Onlar sayesinde gerçek potansiyelimizi fark ederiz. Çünkü gerçek ihtiyaçta sevginin ancak verilerek elde edilmesi söz konusudur.
Bedenimizi, zihnimizi ve duygularımızı ne kadar arındırırsak sahte ihtiyaçlar gerçeğe dönüşecektir. İşte bu arınmayı sağlayan teknikler; Transformal nefes, nefes farkındalığı ve duygu farkındalığı tekniğidir. Ben de bu yüzden, “Duygu Farkındalığı” tekniğini, “Transformal nefes” ve “Nefes farkındalığı” tekniği ile birlikte kullanırım. Kendime daha anlayışlı olmayı ve en önemlisi sevmeyi tüm bu teknikler sayesinde keşfettim. Tabii hala gidecek yolum var.
Aslında yaşamımızda ne oluyor ise önce bedende kendini gösterir. “ Ben başarısızım”, “Yine hata yaptım” gibi düşünceler bizi derinden etkiler. Bu da direk yaşamımızı etkileyecektir. Bir anda
Yakında yepyeni güzel bir yıla giriyoruz. Herkes için en iyisi, en mükemmeli olur inşallah
Şu sıralar, her sene yaptığım gibi 2013 yılı hedeflerimi gözden geçiriyorum. 2013 yılını gözden geçirdikten sonra 2014 yılı hedeflerimi belirleyeceğim. Hedef belirleme çalışmasını 2006 yılından beri yaparım. İlk yaptığım yıl hedef sayım 125’di. 2007 yılının hedef sayısı 95, 2008 yılının 50, 2009 yılının 25, 2010 yılının 21, 2011 yılının 33, 2012 yılının 25, 2013 yılınınkisi ise 21 adetti. Bu hedeflerden bazıları aynı yıl içinde gerçekleşti, bazıları ise sonraki yıllara devretti. Tüm bu süreç zarfında zaman zaman vazgeçtiğim hedeflerim de oldu tabii. Tek bir hedefim var ki listeye giriş tarihinden 4 yıl sonra gerçekleşti. Hatta 2013 yılı hedef listemi yaparken “Artık bu olmayacak” diye düşünerek onu listeden çıkartmıştım. Ne oldu dersiniz, listede olmadığı halde 2013 yılı bitmek üzereyken gerçekleşiverdi. Artık hiçbir hedefimle ilgili umutsuzluğa kapılmıyorum. Biliyorum ki, bana ait olan tüm hedefler günün birinde gerçekleşecek. Aranızda bu çalışmayı yapmak isteyenler var ise ne kadar saçma gözükürse gözüksün gerçekleşmesini istediğiniz her şeyi büyük küçük demeden yazın. Yani uçun,
Herhangi bir şey hikâyeleştirerek anlatıldığında daha iyi anlarız. İşte bu yüzden de Dede Korkut, Nasreddin hoca gibi bilge kişiler bizlere rehberlik yaparken hikâyelere başvurmuşlardır. Bu hikâyelerin yanında çocukların yeteneklerine sahip çıkmalarını hatırlatan Thinker bell’in Hazine adası, bilinçaltının sınırsızlığına dikkat çeken Alice, iç güzelliğin önemini vurgulayan Kül Kedisi Sinderalla’nın hikâyeleri vardır.
Tabii bir de kendi başımıza yazdığımız hikâyeler vardır. Bazıları bizi büyütüp ilerletir, bazıları ise küçültüp, geriletir. Örneğin dostlarımızdan biri arzu ettiğimiz gibi davranmıyor ise onun hakkında“ o çok uyumsuz “ hikâyesini yazarız. Bizimki yerine kendi kalıbını benimsemiş olan dostumuza karşı “uyumsuz” olanın aslında kim olduğu koskoca bir soru işaretidir. Başka bir örnek hikâyede ise dostlarımızdan birinin çok yalancı olduğundan bahsederiz. Bundan bahsederken de dünyadaki herkesin yalan söylediği gerçeğini bir kenara bırakırız. Zamanla öyle çok yalan söyleriz ki diğerlerinin de yalan söylediğine ikna oluveririz. Çünkü içimiz neyse dışarısı da öyledir!
Bence biraz daha yaratıcı olup ve o güzel dostlarımızın neden yalan söylediklerini ya da neden