Polarite ( kutuplaşma) yasası gereği sıcak ve soğuk, ışık ve karanlık gibi evrendeki her şey diğer kutbu ile birlikte var olur. Sıcağın sıcak olabilmesi için soğuğun, iyi şeyleri yaratmak için kötünün ne olduğunun bilinmesi gerekir. Örneğin; bir kiralık katilin oğlu için şiddet ve silah konuları önceleri normal görünecek, ileride okulda öğrendiklerinden sonra şiddet ve silahlar hakkında farklı düşüncelere sahip olacaktır.
İşte bu şekilde yaşam içinde bir kutuptan diğerine giderek hayatla ilgili yeni şeyler öğrenir, zamanla netleşerek kendi gerçeğimizi yaratırız. Nihayetinde de denge ve uyumu keşfederiz. Örneğin yaşamınızda, sevginin yokluğunu hissediyorsunuz öncelikle sevginin zıt kutbu olan korkunun var olduğu yaşam alanlarınızı bulmalısınız. Ancak bu göründüğü gibi kolay olmayabilir. Çünkü korku bir kez yaşamınıza girdiğinde olduğu gibi kalmaz, değişir, dönüşür ve hatta kapsama alanını genişletir. Korkunun enerji frekansı, neşe ve coşkununki kadar yüksek ( hafif) olmadığından sizi yavaşlatmış hatta durdurmuş bile olabilir. Zaten bu yüzden de ” Korkudan dondu, kaldı” denir. Sonra sürekli bir erteleme hali içinde olabilirsiniz. Yeni bir şeyler yapmak,
Bazen insanlardan uzak kalmak isteriz. Hatta biraz daha ileriye giderek “İnsanları çok severim. Onlarla birlikte olmak çok hoşuma gider, ancak her seferinde zarar gören ben oluyorum ” şeklinde konuşmalar yaparız. Ben de geçmişte bu tarz konuşmaları yapanlardan biriydim. Mümkünse kendimi insanlardan uzak tutardım. Eski kadim bilgeler böylesi bir durum için “İçerisi neyse dışarısı da odur” derler.Geçmişte bu sözü her hatırladığımda, sevgili egom bu sözün benim hayatıma uygulanamayacağını iddia ederdi. İçimden gelen diğer ses ise, neden insanlardan uzak kaldığımı araştırmamı isterdi. Ve ben günlerden bir gün bu araştırmayı yapmaya karar verdim.
“İçerisi neyse dışarısı da odur” sözü gerçekten doğruysa, insanlarla ilgili beni rahatsız eden, onlarla birlikteyken yaptığım bir şey olmalıydı. Ama bu neydi? Bunu her düşündüğümde, sevgili egom mükemmel olduğumu söyleyerek, geçmişte diğer insanların yapmış olduğu haksızlıkları, çocukken de sessiz bir çocuk olduğumu ve insanlardan uzak kalmayı tercih ettiğimi hatırlatırdı. İçimden gelen diğer ses ise; “ korkmadan her şeyin üstesinden gelen, cesaret gerektiren şeyler yapan birinin, insanlardan uzak kalmayı seçmesi çok
Elimizi ateşe değdirdiğimizde ne olur? Canımız yanar ve elimizi hemen ateşten geri çekeriz. Peki, canımız yandığında elimizi ateşten çekerek acıdan kurtulabiliyorsak, zihinsel ve duygusal acılardan kurtulmak konusunda aynı kararlılığı neden gösteremiyoruz? İsterseniz kişisel gelişimin en popüler konularından biri olan “Değersiz Hissetmek” ile bu konuyu gözden geçirelim.
Hepinizin bildiği gibi insanın kendisini değersiz hissetmesi, acı verir. Çünkü kendimizi her değersiz hissettiğimizde öz güvenimiz azalır ve de kendimizi güvende hissetmeyiz. Değersiz hissetmenin böylesi bir negatif etkisi olmasına rağmen ondan kurtulamamamızın bir tek sebebi olabilir. O da onun bize hizmet etmesidir. Nasıl mı? Mesela değersiz hissederek birilerinin bizimle ilgilenmesini sağlayabiliriz. Bu sonuç güzel bir sonuç gibi görülebilir. Ancak değerimizi her düşürdüğümüzde sahip olduklarımızın değeri de düşecektir. Bu da şükretmenin üzerimizde yaratacağı olumlu enerjisinden faydalanmaya son vermek anlamına gelir. Benzer analizi korku, kızgınlık, pişmanlık gibi acı veren diğer her şey için yapabilirsiniz. Bunu her yaptığınızda, daha da özgürleşeceğinizden emin olabilirsiniz.
Evrende an ve an gerçekleşen gece ve gündüz gibi değişimleri anlayışla karşılarız. Mesela gece olduğunda gündüz, gündüz olduğunda gece olması için ısrarcı olmayız. Değişimin konusu kendi konfor alanımızla ilgili olduğunda ise aynı bilgeliği göstermeyiz. Ev, aile, iş, dostlar, araba vb. gibi bize ait olduğunu düşündüğümüz şeylerin aynı şekilde kalmalarını isteriz.
Evrendeki diğer her şey de olduğu gibi bakış açımız başta olmak üzere yaşam içinde sürekli değişime uğrarız. Bu değişimlerin bazıları hoşumuza gider, bazıları ise hoşumuza gitmez. Hoşumuza gidenleri bırakmamak adına sürekli onlara tutunuruz. Hoşumuza gitmeyenlerin ise eski haline dönmesi için çaba harcarız. Hoşumuza gitmeyen bir değişimin var olma sebebi daha önce atılan bir tohumdan kaynaklanır. Ve bir kez var olan bir tohumun eski haline dönmesi teknik olarak mümkün değildir. Bu gerçeği yok saydığımızda ise kendimizi çaba harcar bir halde buluruz. Hatta bazen duvara tosladığımız da olur. Duvara toslama halleri gerçekle savaştığımız anlardandır. Ve şimdiye kadar gerçekle yaptığı savaşı kazanan olmamıştır.
İsterseniz şu aralar gerçekle savaş halinde olduğunuz alanlara şöyle bir bakıp
Niyetiniz, hayatınızı nasıl yaşayacağınızı belirler. Niyet ettiğinizde niyetinizle ilgili olanlara doğru çekilirsiniz. Bu çekilme, altında mıknatıs, üstünde iğnelerin olduğu bir örtüyü hareket ettirdiğinizde toplu iğnelerin sürekli mıknatısın bulunduğu bölge civarında kalmasına benzer. Bu yüzden de niyetinizin içeriği çok önemlidir. Ancak genellikle bizi aşağıya çeken deneyimleri getirecek niyetler belirleriz. Bu da bilinçli olarak niyet etmediğimizin kanıtıdır.
Bilinçli niyetin gücünü, Dr. Masaru Emoto’nun sularla yaptığı çalışma çok net bir şekilde göstermektedir. Dr. Masaru Emoto kendi geliştirdiği teknik ile soğuk bir odanın içinde son derece güçlü bir mikroskop ve çok hızlı bir fotoğraf çekimi şekli ile su kristallerinin resimlerini çekmeyi başarmıştır. İçeriğinde sevgi kelimelerinin yer aldığı sözcüklerin söylendiği su kristallerin muhteşem güzellikte olduğu, kötü sözlerin söylendiği kristallerin şekillerinde bozulma olduğu görülmüştür. Sevgi ve nefret sözcüklerinin su molekülleri üzerinde yaptığı bu değişikliğin bilimsel yönü tam olarak bilinmiyor olsa da bedeninizin büyük bir kısmının su olduğunu düşünürsek zihninizden geçen düşüncelerin
Budist öğretiler değişimin kaçınılmaz olduğunu, hiçbir şeyin tek başına var olamayacağını, her şeyin birbiri ile bağlı olduğunu şu örnek ile anlatırlar; Bir çiçeğe derinden dokunduğunuzda güneşe dokunmuş olursunuz. Güneş ışığını çiçekten çekip almak mümkün değildir. Güneş ışığı çiçekten alınabilseydi, çiçek bozulacak ve var olmayacaktı. Bu durumda çiçek ile güneş birbiri ile bağlantılıdır demek hiç de yanlış olmayacaktır. Aslında sadece güneş ve bulut değil, dünya, tüm mineraller, hava her şey çiçeklerle ile bağlantılıdır. Herhangi biri olmadığında çiçeğin formu da yok olacaktır. Bu örnekleme; var olan her şeyin geçici olduğunu çok iyi anlatmaktadır. Başımıza gelen her şey geçicidir. Korkuyu da çiçek örneğindeki gibi analiz edebiliriz.
Korku, zihinsel formlardan biridir. Umutsuzluk, bağımlılık, sevgi, ıstırap, farkındalık vb. gibi bir sürü elementten oluşur. Ve bu elementlerin hepsi korku gibi zihinsel formdurlar. Zihin formları üzerinde çalışmanın en iyi yolu “Nefes Farkındalığı” tekniğini (mindfulness) uygulamaktır. Nefes Farkındalığı, bizi engelleyen zihinsel formlarına yaklaştırır. Net bir izleme ile zihnimizi körleştirenlerin neler
Algılarımızla yarattığımız bu dünyada gerçeği bulmak imkânsız gibidir. Çünkü gerçek gerçek, sürekli aynı kalan değişmeyendir. Örneğin, çok dürüst olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu düşünce, yüzde yüz doğru mudur? Hayır, kişinin dürüst olma niyeti ne kadar güçlü olursa olsun, gerçekten dürüst olabilmesi için dürüstlüğünü gösterebileceği ya da ifade edebileceği insanlara, dürüstçe var olmaya devam edebileceği bir iş, bir ev ve paraya ihtiyacı vardır. Bunlardan birkaçı eksik olduğunda dürüstlükten bahsetmek zorlaşacaktır.
Aynı şekilde; “ Ben çok korkağım ve daha cesur olmak istiyorum” düşüncesine inanan bir kişi sonuçlara takılmış demektir. Çünkü kendisini ” korkak” yapan parçaları alt alta listeleyerek listedekilerin bir kaçını dahi elimine edecek olsa “ Ben Çok Korkağım” cümlesi değişime uğrayacaktır. Bu mekanizma “kızgın ben”, “çaresiz ben”, sinirli ben” ya da “mutlu ben” için de aynen geçerlidir.
Evrende her şey, herkes birbirine bağlıdır, hiç bir şey kendi başına var olmaz. Bugün deneyimlediklerimiz sadece bir sonuçtur. Bu yüzden de bugün başımıza gelenleri düzeltmeye çalışmak gereksiz bir çaba olacaktır. Bir evin inşa
Nefes, fiziksel olarak, dahaiyi sağlık, daha çok enerji ve güç sağlar, zihinsel olarak, bastırılmış duyguları temizler ve stresi çözümler, ruhsal düzeyde ise daha çok sevgi, neşe ve “kendini iyi hissetme” hali sunar. İnsanın böyle güzel bir cümleyi okuduktan sonra hemen nefes yapası geliyor değil mi?
Çok doğru, bir an evvel aydınlanıp, kolay yoldan mutlu olmayı kim istemez ki. Ancak nefesin bir şartı var. O da, kötü günde ve iyi günde bir ömür boyu onunla yaşamınızı paylaşmanız. Yani her şeyde olduğu gibi nefese de emek vermek gerekiyor. Mesela dünya şampiyonu bir sporcu, şampiyonluğu ilan edildikten sonraki gün ne yapar? Çalışmalarına devam eder, Öyle değil mi? Yazımın başında yazdıklarımın gerçekleşmesi için de nefesin tıpkı bir dünya şampiyonu disiplininde yapılması gerekir.
Yaşamımızdaki karmaşa, doğduğumuzdan beri öğrendiklerimiz ile geçmiş travmalardan kaynaklanır. Böyle olmasaydı her şeyi doğal haliyle algılayacaktık. Bence doğal olanı algıladığımız da mutluluk kaçınılmaz olacak. Nefes ve nefesle birlikte yapılan farkındalık çalışmaları bizi doğal olana yaklaştırır.
Ben, uygulamalarını yaptığım transformal nefesi, netleşmek ve yoldan çıktığımda yolumu bulmak için