Sevgiyi görünür hale getiren sevginin zıddı; “korku” dur. Korkudan uzaklaştıkça sevgiye, sevgiden uzaklaştıkça da korkuya yaklaşırız. Bu durumda korkunun var olabilmesi için tek bir şeye ihtiyaç vardır. O da “Sevgi”.
Sevginin ne olabileceğini kafa yormaya başladığım da polarite (kutuplaşma) kanuna başvurmaya karar verdim. Yaşamımdaki korkunun izlerini bulabilirsem onu sevgiye dönüştürmek sadece bir karara bakıyordu. Bu yüzden de attığım adımların arkasındaki motivasyonun sevgi ya da korku olup olmadığını araştırmaya başladım. Ne kadar iyi niyetli olursam olayım attığım adımların arkasında bir plan vardı. Onu yaparsam bu olur, öyle dersem bunu alamam gibi manipülatif planlar yapıyordum. Manipülasyonun var olduğu her yerde tek bir şey vardı o da korkuydu. Kendi kendime “Neden böyle yapıyorum” dediğimde ise bir şeylerin eksik olacağı ya da yapılamayacağı ya da bir daha bana ihtiyaç duyulmayacağına dair korkularım olduğunu keşfettim. Bu tür korkularım olduğu sürece de evrenin benim için bir şeyler yapmasına izin veremiyordum. Kısaca sabırsızca davranıyordum. Motivasyon kaynağı korku olan aksiyonlar da beni kendim olmaktan uzaklaştırıyordu. Kendim
Her ilerlemenin yönü, ileri doğru olmayabilir. Değişik yönlere doğru yapılan hamleler de ilerleme sayılır. Evrendeki hiçbir şey durağan olmadığı gibi hamlelerimizde durağan olmayacaktır. Örneğin hareket etmeme hamlesi bile ilerleme yolundaki atılmış bir adım olarak kabul edilebilir. Başka bir deyişle; hamlelerimizin yönü ne olur olsun, hepsi de bir sonraki adımın nasıl olması gerektiğine dair açık ve net bir bilgi verir. İçinde olduğunuz hamlenin ilerleme potansiyelinizin bir parçası olduğundan emin olsaydınız nasıl olurdu?
Bence hayattan daha fazla keyif almaya başlardınız. Daha önemlisi hepimizin ihtiyacı olan “umut” hissi var olurdu. Bence umut, yaşam enerjimizin aktive olmasını sağlayan en iyi ilaçlardan biridir. Umut var ise bizi aşağıya çeken enerjiler yerine neşe var olur. Bu yüzden de bizi en çok mutlu edecek hamlelere odaklanmak akıllıca olabilir. Tabii bir de hamlelerin değişik olması konusu var. Her defasında rutinin dışına çıkılmalıdır ki aslında nasıl var olabileceğimiz daha görünür hale gelsin. Özellikle mucizelerin peşinde koşanlardansınız, bilin ki mucizeler şu an yaptıklarınızdan çok yapmadıklarınızda saklanmaktadır.
Çocukluğumuzda var olan o saf neşe, coşku, sevgi, mutluluk aslında içimizde bir yerde saklıdır. Onları saklandıkları yerden çıkarmak yani üzerlerindeki örtüyü kaldırmak için geçmiş travmalardan arınmak gerekir. Gerçek bir arınma, kişinin bilincinde, bakış açısında ve hareketlerinde olumlu yönde değişim yaratabilendir. Bu da bedensel, zihinsel ve ruhsal arınmanın birlikte olması anlamına gelir.
Bunun için de mutlu olduğumuz anların uzun sürmediğini kabul etmekle başlamalıyız. Örneğin zorlu bir kıştan sonra yazın gelmesi bizi çok mutlu eder. Hava sıcaklığı biraz artsamutsuz oluruz ya da son model güzel bir araba aldık diyelim. Birisi gelip aracımıza çarpar, işimiz o kadar yoğundur ki aracı tamire götürme zorunluluğu bizi mutsuz eder. Şöyle bir yaşamınıza baktığınızda sürekli sizi mutlu eden bir şeyi bulamazsınız. Sizi şu an mutlu yapan şey, ileride sizi mutsuz eden haline gelebilir. İşte bu yüzden de çocukken sahip olduğunuz o hiç değişmeyecek olan ışık halini aktive etmekte fayda vardır. Ayrıca hayatınızdaki bazı yanlışları değiştirmeye ya da bırakmaya odaklanmalısınız. Örneğin “Sevginin Peşinden Koşmak”başlıklı yazımda bahsettiğim gruplaşmakavramına bir an evvel son vermelisiniz.
Doğuştan kör olan bir kişiye elma ve portakalın ne olduğunu nasıl öğretirsiniz? Önce elma ve portakala dokunmasını sonra onları koklamasını sonrasında ise tadına bakmasını istersiniz. Öyle değil mi? Bu küçük deneyimden sonra doğuştan kör olan kişi normal bir insan gibi elma ve portakalı birbirinden ayırt etmeye başlar. Aynı örnekten devam edecek olursak doğuştan kör olan kişiye elma ve portakalı anlatırken elmaya portakal, portakala elma dediğimizde ne olur? Kişi yaşamı boyunca elmayı portakal, portakalı da elma olarak bilir. İşte biz de tıpkı bu örnekte olduğu gibi sevgiyi yanlış öğrendik. Ve öğrendiğimiz o halin peşinden koşuyoruz. Her birimizin sevgi anlayışı farklı ve belki de bu yüzden birbirimizle anlaşamıyoruz. Bence Buddha, Mevlana, Yunus Emre vb gibi büyük hocalar bu gereksiz farklılaşmayı önlemek adına sevgiyi anlattılar. Hatta var olan tüm dinlerin sevgi ve şefkatin üzerine kurulu olduğu düşünülürse sevgi hakkında yanlış bilgilerle donatılmış olduğumuzu söylemek yanlış olmaz.
Sizce, çevrenizdeki insanları dostlarım, düşmanlarım ve nötr hisler beslediklerim şeklinde üç gruba ayırdığınız, arada bir de olsa nötr
Farkındalık geliştirerek ruhumuzla olan bağlantımızı kuvvetlendiririz.Farkındalık kısaca algılarımızın ötesindeki gerçeği fark etmektir. Düşüncelerimiz zaman zaman bizi yoldan çıkartabilir. Tekrar dengeye gelebilmek farkındalık geliştirmekle mümkün olur. Peki, şu farkındalık denilen şey nasıl geliştirilir?
İlk önereceğim yöntem rahatsızlık veren düşüncelerin sorgulanmasıdır. Örneğin, bu düşünce nereden gelmiş olabilir? Nasıl oluyor da böyle düşünüyorum? Düşündüklerim gerçek olabilir mi? Bu düşünce olmasaydı şimdi nasıl hissederdim? Bu düşüncenin varlığına inandığımda nasıl hissediyorum? Şeklindeki sorgulamaların yanıtını verdikçe düşüncelerin ötesindeki gerçeğe adım adım yaklaşırız. Düşüncelerin sorgulanması dışında nefes ve meditasyon çalışmaları da farkındalığın geliştirilmesinde kullanılacak güçlü tekniklerdendir. Nefes bence farkındalık geliştirmek isteyenler için öncelikle başvurmaları gereken bir tekniktir. Nefesi deneyimleyenler çok iyi bilirler, nefes düşüncelerin sakinleşmesine yardımcı olur. Gereksiz düşünceler yok olmaya başladığında görülmeyen yani gerçek görülür hale gelir. Meditasyona gelince, klinik çalışmaların sonuçları, meditasyon yapanların
“Kendinize Ne Kadar Güveniyorsunuz?” adlı yazımı okuyan birkaç dostum, bana şu soruyu sormuş; “ Sanırım bende de Aynı Sorunlar Var. İnsanlardan uzak durmak, herkese evet demek, istemediğim şeylere hayır diyememek gibi. Peki, ben nereden başlamayalım?”
Aslında başlama noktası çok basit; insanlarla birlikte olmaya devam etmek ve de onlara hayır diyebilmek. Ben de bu konulara çözmeye niyetlendikten sonra kendimle ilgili önemli bir şeyi fark ettim. Hayat amacım, “insanlara faydalı olmaktı” Ama ben insanlarla birlikte olmak yerine kendi kabuğuma çekilmeyi tercih ediyordum. İnsanlara yardım ederken de çoğunlukla onlara katlanmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Aynı anda hem onlara faydalı olmayı hem de onlardan uzaklaşmayı istemek enteresandı. Çünkü bu ikisi birbirinin tam tersi durumlardı.
Bu durumda önümde iki seçenek vardı. Ya hayat amacımdan tamamen vaz geçecektim ya da bu durumu kabullenecektim. Nerede yanlış yaptığımı araştırırken, insanlara faydalı olurken kullandığım yöntemler de sorun olduğunu fark ettim. İnsanlara yardım ederken çoğunlukla kendimi suiistimal ediyordum. Kendimi suiistimal ettikçe de karanlık tarafım ortaya çıkıyordu. Bu
Bu yazımda “Herkesin Hayrına Olan Nasıl Gerçekleşir” isimli yazımı okuyan bir dostumun sorusuna yanıt vermek istiyorum. Soru şöyleydi: “Güçlü sorular nasıl sorulur?”
Güçlü soru sorma, koçluk tekniğinde kullanılır. Yaşam içinde ilerleyemediğinizi düşündüğünüz de güçlü sorular size güzel çıkış yolları sunacaktır. Güçlü sorular, hayır ya da evet yanıtının alınabileceği kapalı sorular değildir. Güçlü sorular nasıl, neler, ne gibi sözcüklerden oluşan yanıtı uzun olan açık sorulardır. Bazı güçlü soru örneklerini aşağıda bulabilirsiniz; Diyelim ki arkadaşınız size şöyle bir şey söyledi;
- Çaresizim. Beni insan yerine koymuyor ya da hep deniyorum bir türlü beceremiyorum.
Siz: Peki bununla ilgili neler yapmak istiyorsun? Ya da yaşadıkların ile ilgili neleri değiştirmek isterdin?
Arkadaşınız; xxx yapabilirim, yyy yapabilirim
Siz:Peki, başka neler yapabilirsin?
Arkadaşınız; zzzz , pppp
Negatif kaynaklı yaklaşımlar negatif, pozitif kaynaklı yaklaşımlar ise pozitif sonuçların oluşmasına sebep olurlar. Bu yüzden de ne yaptığımızdan çok nasıl yaptığımız önemlidir. Örneğin, insanlara yardım etmek, onlara destek vermek pozitif bir yaklaşım gibi görünse de yardım ediş tarzımız bu sonucu her an değiştirebilir. Mesela, ne kadar iyi niyetli olursak olalım; “şunlardan sakın, bunlardan korun, o kişi ile konuşma, bu ilişkiyi bırak, bunları yapmamalısın, bu işin en doğrusu budur! “ Şeklindeki tavsiyelerle karşımızdaki kişiyi mutlu edemeyiz. İnsanların, kendi sorunlarını çözemeyecek kadar güçsüz olduklarını düşünerek sürekli onların işlerine karışmak negatif kaynaklı bir yaklaşımdır. Diğer bir deyişle insanların geçmiş seçimlerine çamur atarak pozitif sonuç elde edilemez.
Güçlü sorular sorarak insanların kendi çözümlerini üretmeleri için fırsat tanıdığınızda ise pozitif kaynaklı yaklaşım içindesiniz demektir. Pozitif kaynaklı yaklaşımda kişi çözümünü kendi başına bulduğu için kendisini daha da güçlü hissedecek ve kendisiyle gurur duyacaktır. Size gelince kişinin mutluluğuna aracılık ettiğiniz için çok mutlu olursunuz. Sonuç olarak “Kazan kazan” durumu yani “