Elinizde yumuşak bir nesnenin olduğunu hayal edin. Ve onu oturduğunuz evin penceresinden dışarıya fırlattığınızı hayal edin, ne olur? Hiç bir şey. Şimdi de elinizde camdan yapılmış küçük bir sarayın maketini tuttuğunuzu hayal edin. Onu da oturduğunuz evin penceresinden dışarıya fırlattığınızı hayal edin ne olur? Saray param parça olur, öyle değil mi?
Şimdi de bebekken ki halinizi hatırlayın. Bebekken sadece kalbiniz değil, bedeniniz bile yumuşacıktır. Yere düşseniz aile fertlerinden biri tezaruhat yapmadığı sürece hiç bir şey olmamış gibi ayağa kalkıp yolunuza devam edersiniz. Ya da o çok sevdiğiniz oyuncağınız elinizden alınsa biraz üzülür sonrasında hiç bir şey olmamış gibi farklı bir oyuncakla oynamaya devam edersiniz. Kısaca her şeyi oluruna bırakıp keyfinize bakarsınız. Büyüdükçe aklınız başınızdan gider, kendinizi korumak adına tıpkı camdan yapılmış saray maketi gibi kalbinizin etrafına camdan duvarlar örersiniz. Koruma amaçlı yapılan bu inşaat aslında sizi daha da korumasız yapar. En ufak bir sert harekette camdan duvarlar kırılırlar. Kırıldıklarında da kırılan parçayı yapıştırıp yolunuza devam edersiniz. Zamanla sarayın duvarları yamalı bohça
Geçenlerde Deepak Chopra sitesinde gezinirken sitenin meditasyonla ilgili bölümünde Deepak Chopra’nın kalbin fiziksel yapısı ile ilgili paylaştığı bazı bilimsel verileri okuma fırsatım oldu. Enteresan bulacağınızı düşündüğüm için bu verileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
“ Kalp hücrelerinin %65 -75 nöronlar gibi hareket ederek bilgi taşırlar. Bu bilgi taşıma işi duygu ve düşünceleri de kapsar. Pacemaker ile (kalp atışını düzenleyen bir alet ) ile kalpteki 100 hücre üzerinde bir araştırmanın sonunda aşağıdaki bilgiler tesbit edilmiş;
1-100 hücre fonksiyonal olarak birbirleri ile iletişim halinde olmadıkları halde senkronize hareket ediyorlar.
2-İki kalp atışı arası sabit ise stress, değişken ise denge hali deneyimleniyor. Çünkü sabitlik olduğunda beden adrenalin salgılıyor. Tepkisel davranmak, sigara ve alkolden daha zararlı desek yanlış olmaz. Tutarlı duygu ve düşüncelere odaklandığımız sürece elektromanyetik alanımız yani auramız dengeye giriyor, tepki verdiğimizde ise bozuluyor.
3-Kalp hücreleri her şeyle bağlantılıdır. Örneğin kış mevsiminin uzun sürdüğü ülkelerde insanların daha fazla depresif olması ya da baharda daha kolay “aşık olmak” gibi. “
Budist öğretiler, yaşadığımız sürece kendimizi korumamız gereken beş oktan bahsederler. Bu beş okun açgözlülük, nefret, bağımlılık, kıskançlık ve gurur olduğunu söylerler.
Bence aç gözlülük oku ile vurulduğumuzda diğer oklardan kaçmak zorlaşır. Açgözlülük öyle sinsi bir oktur ki gizlice hayatınıza sızabilir. Örneğin, bir kitap satın alırsınız. Konusu çok hoşunuza gider. Hemen gider, aynı yazarın diğer kitaplarından bir kaç tane daha alırsınız. Bir şekilde tercihleriniz değişir. Daha diğerlerini okumaya vakit bulamadan başka tür kitaplardan hoşlanmaya başlarsınız. Açgözlülük oku, kitap gibi küçük şeylerle hayatınıza girerek ihtiyacınızdan fazlasına sahip olmanız konusunda sizi yüreklendirir. Zamanla bu ihtiyacından fazlasına sahip olma konusu öyle bir aşamaya gelir ki neyi, neden istediğinizi dahi unutursunuz. Satın alıp da kullanmadığınız bir sürü şey dolapta sizi bekler.
Şimdi biraz da açgözlülük okunun zamanla başımıza öreceği bazı çoraplardan bahsetmek istiyorum. İsterseniz siz de bu yazdıklarımı kendi yaşamınızla karşılaştırın ve doğruluk payı olup olmadığını tespit edin.
- Sahip olduğunuz bir sürü şeyiniz
Kötü bir şey olduğunda çok kızar ya da çok üzülürüz. İyi bir şey olduğunda ise uzun süre devam etmemesi bizi üzer. İyi de olsa kötü de olsa bir şekilde acı çekeriz. Bunlarla ilgili başka bir önemli konu ise iyi ya da kötü her ne olduysa bunlara verdiğimiz tepki ileride bizi nelerin beklediğinin göstergesidir.
Kötü bir şey olduğunda “Bu nasıl benim başıma geldi?”, “ Niye hep ben?”, “ Ben çok şansızım”, “ Her seferinde böyle oluyor! Biri ona haddini bildirmeli! Ondan nefret ediyorum ya da ona çok kızıyorum” şeklindeki düşünceler ile hikâyeler yazmaya başladığımızda ileri de kızgınlık ve nefreti deneyimleriz. İyi bir şey olduğunda “Bu hayatımın en önemli anı, çok mutluyum, ancak daha fazlasını nasıl elde edebilirim”, “ Ona sahip olmak ne kadar güzel, bir tane daha alayım ya da o bana ait, Allah tarafından benim için gönderildi (ya da yaratıldı)” şeklindeki düşüncelerle olana sıkıca sarıldığımızda ise, açgözlülük enerjisinin etki alanına girerek, kendini iyi hissetmeme hali yani tatminsizliği deneyimleriz. Açgözlülük, kızgınlık, üzüntü bunların hepsi evrende her şeyin aynı kalacağı inanışı ile beslenir. Kişi, “evrende her şey geçicidir, değişim
Bu aralar “Herkes Sevilmeye Değer” düşüncesi üzerine çalışıyorum. Biliyorum ki gerçekten çok sevdiğimde, çaba sarf etmeden anlayış gösterebiliyorum. Anlayış göstermek o kadar güzel bir uygulama ki tepkisel olmayı sona erdiriyor. Herkesi eşit derece de sevmek, ayrımcılığı da ortadan kaldırıyor. Zira ayrımcılık nedense hep kıskançlık, rekabet, aç gözlülük, üzüntü ve öfke ile sonuçlanıyor. Bu arada “Herkes Sevilmeye Değer” düşüncesi üzerine çalışırken dikkat edilecek önemli bir konu var. O da diğerlerinin kölesi haline gelmemek. Bunun için de herkesin eşit olduğu gerçeğinin göz ardı etmemek gerekiyor. Zira bugüne kadar hakları ihlal edilen, suiistimal edilen bir kişinin çevresine ışık saçtığı görülmedi.
Şimdi de bu düşünce üzerinde çalışırken yakın zamanda başıma gelen bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Geçtiğimiz ay 25 gün süren sıkı bir meditasyon kampındaydım. Her sabah grup olarak mutlu olmak ve daha güzel bir yaşamın tohumlarını atmak adına temenni tarzında birkaç sayfa yazıyı hep birlikte yüksek sesle okuyorduk. Sağ tarafımda Amerikalı bir kız, sol tarafımda ise Tibetli bir rahibe oturuyordu. Sağ tarafımdaki Amerikalı kız, metni grup
“ Kendimizle olan ilişkimizi iyileştirdiğimizde, diğer ilişkiler de otomatik olarak iyileşir”
Bu cümleyi ilk okuduğumda ilişkilerle ilgili yaşadığım sorunun benden kaynaklandığını kabullenmekte bayağı zorlanmıştım. Gerçeği söylemek gerekir ise diğerlerini suçlamak daha kolay gelmişti. Zaten çoğu insanda böyle yapmıyor muydu? Nefes koçu eğitimim sırasında bu konu tekrar gündeme geldi. Eğitim içeriğinde kişinin kendi kendisini sabote ettiği davranış kalıplarının nefes ile arındırılabileceğinden bahsediliyordu. Bu başlık altındaki davranış kalıplarının çoğu bende de vardı. O sıralar bu davranış kalıplarını temizlemek için doğru yerdeydim. Ancak yıllarca burada bahsedilen davranış kalıplarının normal davranış kalıpları kategorisinde yer aldıklarını düşünerek kendimle olan ilişkimin mükemmel olduğuna inanmıştım. Allaha şükür ki nefes sayesinde ben de var olanlar kendiliğinden zaman içinde eriyip gitti. Arada bir hortlayanlar oluyor tabii ancak artık kontrol ben de, onlar beni değil, ben onları yönetiyorum. Hatta diğerleri olan ilişkim daha da iyileşti. Siz de diğerleri ve kendinizle olan ilişkinizi düzeltmek istiyorsanız aşağıdaki listeye bir göz atıverin. Bu
Bugün bizi özümüzden uzaklaştıran inanç ve düşüncelerimizin var oluş hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Doğar doğmaz kendi ihtiyaçlarımızı kendi başımıza karşılayamayız, birilerin bizimle ilgilenmesine ihtiyaç duyarız. Sevgili ailemiz de bu sorumluluğu seve seve üstüne alır. Bizi büyütebilmek için elinden geleni yapar.
Onlarla birlikte olduğumuz ilk yıllarda etki tepki yasasını keşfederiz. Örneğin güldüğümüzde tezahürat yaparlar. Mızırdandığımızda ise hemen yanımıza biri gelir. Bu şekilde biraz da olsa mızırdanmanın ne kadar mükemmel bir şey olduğunu keşfederiz. Zaman ilerledikçe tüm ailenin merkezi haline geliriz. Bu durum okula başlayıncaya kadar devam eder. Okula başladığımızda dünyanın merkezi olduğuna inanan bir sürü çocukla karşılarız. Kısaca evdeki krallığın burada devam etmediğini anlarız. Ne yapmalı acaba derken ego hemen araya girer ve yeni kurallar, yeni düşünce sistemleri ve yeni bakış açıları ile aklımızı çeler. Yaptığı yeni düzenleme ile her şeyin merkezi olduğumuz yalanına bizi öyle bir inandırır ki bu yeni kurgudan keyif almaya başlarız. Ancak zamanla kabuğu olan bir tohuma dönüşürüz. Tohum bizi, kabuk ise egoyu temsil etmektedir. Kabuğu
Sevgiyi görünür hale getiren sevginin zıddı; “korku” dur. Korkudan uzaklaştıkça sevgiye, sevgiden uzaklaştıkça da korkuya yaklaşırız. Bu durumda korkunun var olabilmesi için tek bir şeye ihtiyaç vardır. O da “Sevgi”.
Sevginin ne olabileceğini kafa yormaya başladığım da polarite (kutuplaşma) kanuna başvurmaya karar verdim. Yaşamımdaki korkunun izlerini bulabilirsem onu sevgiye dönüştürmek sadece bir karara bakıyordu. Bu yüzden de attığım adımların arkasındaki motivasyonun sevgi ya da korku olup olmadığını araştırmaya başladım. Ne kadar iyi niyetli olursam olayım attığım adımların arkasında bir plan vardı. Onu yaparsam bu olur, öyle dersem bunu alamam gibi manipülatif planlar yapıyordum. Manipülasyonun var olduğu her yerde tek bir şey vardı o da korkuydu. Kendi kendime “Neden böyle yapıyorum” dediğimde ise bir şeylerin eksik olacağı ya da yapılamayacağı ya da bir daha bana ihtiyaç duyulmayacağına dair korkularım olduğunu keşfettim. Bu tür korkularım olduğu sürece de evrenin benim için bir şeyler yapmasına izin veremiyordum. Kısaca sabırsızca davranıyordum. Motivasyon kaynağı korku olan aksiyonlar da beni kendim olmaktan uzaklaştırıyordu. Kendim