Bir bitkinin çiçeği toprak, su ve güneş olmadan açamaz. Bu durumda çiçeğin içinde güneşten, buluttan, sudan, topraktan bir parça vardır dersek yalan olmaz. Bu gerçeği göz ardı ettiğimizde tüm sorumluluk çiçeğe kalır ki, tek başına yapamayacağı bir şeyi ondan istemek yanlış olur. Bu bakış açısını negatif duygular için de kullanabiliriz. Örneğin, acı hiç bir şey olmadan pat diye ortaya çıkmaz. Bu durumda tek başına acıyla savaşmak yerine onu var eden faktörlerle savaşmak bilgece olacaktır. Basit gibi görünse de bunu başarmak kolay değildir.
Gün içinde zihnimizden binlerce düşünce geçer, bu düşüncelere verdiğimiz güç sayesinde farkında olmadan acıyı deneyimleriz. Bu yüzden de negatif duygulara sebep olan düşünceleri sıkıca takip etmek gerekir. Negatif duyguları fark ettikçe onlarla yüzleşmek kolaylaşacaktır ki ortaya çıkış sebeplerini araştırarak düşünce ve duyguların rahatlıkla üstesinden gelebiliriz. İsterseniz nefretle ilgili küçük bir analiz yapabiliriz.
Baştaki çiçek örneğinde olduğu gibi evrendeki her şey birbiri ile bağlantılıdır Nefret, öyle tek başına ortaya çıkmaz. Nefretin ortaya çıkmasında bağımlılıkların rolü büyüktür. Üzerinde biraz düşündüğünüzde nefretin iyi
Analitik bir zihin, analiz çalışmaları yapılırken, program yazarken, süreç çalışması yaparken çok iyidir. Bu tarz zihne sahip olanlar yapılanlara ve söylenenlere bakarak sonucun nasıl olacağını kolaylıkla belirleyebilirler. Zamanla bu konuda öyle başarılı olurlar ki aynı görselleştirmeyi hem kendilerinin hem de başkalarının özel hayatları için de yapmaya başlarlar. Örneğin, karşılaştıkları insanların söyledikleri ve yaptıkları, hedefleriyle uyuşmuyorsa gerçeği onlara şak diye söyleyiverirler. Eğer aralarında gerçekle yüzleşmeye hazır olmayanlar varsa, analitik zihne sahip olan dostlarıyla hemen yollarını ayırabilirler.İşin doğrusu insanlar yanlış seçimler yapmış gibi görünseler de en derinden bu durumun farkındadırlar. Aslında herkesin kendi işine bakması en iyisidir.
Sahip olduğumuz yetenekler birilerini yargılamak için değil de başkalarına faydalı olmak için yaratılmıştır. İsterseniz faydalı olmakla ilgili analitik zihninizle neler yapabileceğinizi sonuçtan bağlantılara giderek bulalım.
Hepimiz sevilmeyi isteriz. Sevildiğinizi hissettiğinizde ne olur? Şimdi
şöyle bir gözlerinizi kapatın ve o anları hatırlayın. Nasıl hissediyorsunuz? İşte size birkaç örnek;
-“
“Ya benim statüm değişirse, ya biri beni kötü duruma düşürürse, ya o kazanırsa, ya ben kaybedersem, ya beni köşeye sıkıştırırsa, ya bana izin vermezse, ya bana küserse, ya beni sevmezse, ya beni suiistimal ederse......... “ şeklinde endişeleniriz. Bu tür endişeler kendini koruma içgüdüsünden kaynaklanır. Çare olarak ta güçlü ve çevresi geniş olan insanlarla dost olmak, “in”‘lere takılmak,“out”’lardan uzaklaşmak, zenginmiş gibi yapmak, gerekirse boş boş konuşmak..... gibi aktivitelere yöneliriz. Bu aktiviteler de çok mutlu etmezler. Bunun üzerine “Böyle Geldi, Böyle Gider”sloganına sıkı sıkıya sarılırız. Taraf seçme, belli bir yere ait olmak hali kasıp kavurur. İçimizden bir ses “ hadi birini seç ve diğeriyle savaş”der.
Kadim bilgilere başvurduğumuzda ise “orta yol”sloganı çıkar karşımıza... Orta yolda kalmaya çalışsak ta bir müddet sonra herhangi bir tarafı savunurken buluruz kendimizi..
Şu aralar içimdeki ses şöyle diyor. “Kendini korumak yerine sahip olduğun sevgiyi koru” Fakat bunu yapmak o kadar kolay olmuyor. Çoğunlukla önüme iki engel çıkıyor. Birisi, zihnimin her şeye anlam verme tutkusu, diğeri ise fikirlerimi paylaşmaya olan tutkum. Bu ikisi olduğu sürece
“Armut Piş, Ağzıma Düş”sloganını çok seviyoruz. Her şey hazır önümüze gelsin istiyoruz. Acı çekmeden, terlemeden oluversin istiyoruz.“Armut piş ağzıma düş” sloganı ne kadar cazip görünürse görünsün, sebep olduğu çok önemli bir şey var; o da “tembellik”. Tembellik insanı yaşam enerjisinden uzaklaştırıyor. Ne kadar çok hareket o kadar da enerji demek. Hareket etmeye başladığınızda çekim yasası görevini yapmaya başlıyor ve diğerleri ile bağlantınızı kuvvetlendiriyor. Yaşam enerjisi olduğu sürece kişi yaratıcılığını daha iyi ifade ediyor, keyfi yerine geliyor, sahip olduğu potansiyeli daha çok fark eder hale geliyor. “İmkansız” gibi görünen mümkün oluyor.
Bu güzel enerjiden faydalanmayı kim istemez ki!! Bunun için yapılacak tek şey var, O da “Armut Piş Ağzıma Düş” sloganını bırakmak.
Bir ara ben de “Armut Piş, ağzıma düş” anlarından birini yaşıyordum. Bir kitap yazmaya karar vermiştim. Konusu üzerinde halihazırda çalıştığım bir konuydu ve deneyimlerimi bu kitaba sığdırmak istiyordum. Fakat kitap içeriğinin bir anda kendiliğinden şekillenmesini bekliyordum. Kısaca “Armut Piş Ağzıma Düş” anı yaşıyordum. Bu sloganı bırakmam gerektiğine inanan tarafım, yeni bir kitaba
Geçenlerde Bebek’te Cafe Nero’da oturmuş, yeni kitabım üzerine çalışırken yan masada erkek arkadaşıyla birlikte oturan bayanın “Benim problemim kendimle, asıl korktuğum kendim aslında“şeklinde konuştuğunu duydum. Bayanın sezgileri bayağı güçlü olmalı ki arkası dönük oturduğu halde onları dinlediğimi fark etti ve oturdukları masayı ileriye doğru iterek benden uzaklaştı. Artık konuştuklarını duyamıyordum. Kadının söyledikleri aklıma takılmıştı. İnsanın kendi kendisinden korkmasına sebep ne olabilir? diye düşünmeye başladım.
Bir insanın kendi kendisinden korkmasının bir sebebi, hayata, insanlara karşı verdiği tepkiler olabilirdi. Genelde süreç şöyle gerçekleşir; bir şeyler olur, dayanamaz, tepki veririz. Sonra da verdiğimiz tepkiden rahatsız oluruz. Bir daha aynı şeyin olmaması için yemin etmiş olsak da aynı tepkiyi vermeye devam ederiz. Tepkinin sebebi eksik bilgiye sahip olmaktır. İsterseniz bu konuyu biraz daha analiz edelim.
Dışarıyı algılamamıza yarayan beş duyumuzdan göz’ü örnek alalım. Göz, önce nesneye bakar, o sırada nesneden yayılan ışık kornea’ya oradan da göz sinirleri aracılığıyla beyine ulaşır. Beyin, nesnenin ne olduğunu göz sinirlerine bildirir. Bu süreç,
Sezgiler hakkında fazla bilgim olmadığı zamanlarda onlarla bağlantıya geçebilmek zihnimi bırakmam gerektiği söyleniyordu. Her konuda sürekli zihnine başvuran bir kişi için bunu yapmak çok zordu. Zihnimi kullanmadığımda şüphe ve endişenin artacağını düşünüyordum ki bu düşünceyi yaratanın da zihnin kendisi olabileceği aklıma gelmiyordu. İçimdeki araştırmacı taraf hareketlenince çekim yasası görevini yapmaya başladı, çok şükür ki Vianna Stibal tarafından keşfedilen Theta Healing tekniğini karşıma çıkardı. Önce Theta Healing Basic ile İleri Seviyesi sonrasında ise “Gök kuşağı çocukları “ (Rainbow Children) eğitimine katıldım. Özellikle Gökkuşağı çocukları eğitiminin içeriği bayağı uçuk kaçıktı. Bu uçuk kaçık şeyler sezgilerimle bağlantıya geçmeme yardım etti. Bir şeylerden şüphe duymadan ilerlemek, şifayı izlemek gerçekten çok keyifliydi. Çocuk ruhu denilen şeyin açığa çıkması ise işin bonusuydu.
En önemlisi de, durup dururken neden birden hiddetlendiğimin, önceden deneyimlemediğim konular hakkında nasıl bilgi sahibi olduğumun, bazı şeyleri diğerlerine göre daha çabuk kavramamın sebeplerini keşfettim. Aranızda bu konu ile ilgilenenler için Vianna’nın Gök Kuşağı çocukları eğitimi
Bazen ilişkilerimizle ilgili başımıza öyle şeyler gelir ki tepki vermeden yolumuza devam etmek zorlaşır. Tepki vermeden yolumuza devam etmeyi başarmanın yolu, buz dağının hem görünen hem de görünmeyen tarafını hatırlamaktan geçer. Buz dağının görünmeyen tarafından neyi kastettiğimi anlatmak için herkesin pek çok kez deneyimlediği bir olayı örnek vermek istiyorum.
Diyelim ki; sevdiğiniz bir kişi size haksızlık yaptı ya da kötü davrandı. Ne yaparsınız?
1- “Eyvallah” derim, ileride benzer davranışlara devam etse bile “eyvallah “ demeye devam ederim. Sonuçta onu çok seviyorum.
2. Onunla yüzleşip neler hissettiğimi anlatırım
3- Onunla yüzleşip haddini bildirdikten sonra da dostluğumu bitiririm.
4- Ses çıkarmadan onunla olan dostluğumu bitiririm.
Yukarıdaki maddelerden bazılarında tepki vermeden yolumuza devam etmiş gibi görünsek de sonuç tatmin edici olmayabilir. Ben bu dörtlüyü değişik zamanlarda değişik kişilere uyguladım. Birinci madde içlerinden en acılı olandı. Beni negatif enerjinin içine çekmekten başka hiç bir işe yaramadı. Kim Zarar gördü? “Ben”.İkinci maddeyi seçtiğimde, hissettiklerimi açıkça ifade etmek çok güzeldi. Fakat o yine de bildiğini yaptı. Kim
Hemen hemen herkes sevginin gücünü bilir. Fakat konu, sevgi yapmaya geldiğinde dünyada var olan kötülükler mazeret olarak kullanılır. Geçmişte sevgiyi gerçekleştirenlerin farklı bir gezegenden geldiğine inananlarımız bile var. Hatta onların “uzaylı” olabileceklerini söyleyerek sevgiyi yapacak genlere sahip olmadığımızı da kabul etmiş oluyorlar.
Ben henüz tam olarak başaramamış olsam da sevginin yapılabileceğine inanıyorum. Bunun için de önce inanmak sonrasında da kontrolü elden bırakmak gerekiyor. Nedense çevremizdeki her şeyi, herkesi kontrol etmek istiyoruz. İnsanların kendi koyduğumuz kurallar dahilinde bizi sevmelerini istiyoruz. Bu da çevremizdeki insanları nesne yerine koymak anlamına geliyor. Bu yakıştırmayı ilk defa Osho’nun bir kitabında okuduğumda çok şaşırmıştım. Bir insanın başka insanı nesne olarak görmesi inandırıcı gelmemişti. Nesnenin anlamı üzerine biraz çalıştığımda bu yakıştırmanın yanlış olmadığını anladım. Çünkü aynı uygulamayı bizzat kendim yapıyordum. Çevremdeki insanların bana istediğim gibi davranmalarını, beni istediğim zaman takdir etmelerini ve sevmelerini, hatta benim istediğim zaman da, onlara yardım etmeme izin vermelerini istiyordum. Bu