Dışarıya adım atar atmaz o günün hikayesi şekillenmeye başlar. Yaşı, konumu ne olursa olsun dikkatimize çekilen her kişiden bir şeyler öğreniriz. Evren, karşımıza çıkan insanlar aracılığıyla mesaj yollar.
İsterseniz bu konuya bir örnek üzerinden devam edelim. Çalışıp çabalayarak, emek harcayarak bir yerlere gelmiş bir insanı hayal edin. Şimdi de ayak oyunları ile bir yerlere gelmiş bir insanı hayal edin. Sonra bu iki kişi ile aynı iş yerinde çalışan başka bir kişiyi hayal edin. Fakat bu seferki biraz yoldan çıkmış olsun. 8-10 yıldır beklediği terfiyi alamadığı için sürekli söylensin. Hatta başarılı olan arkadaşlarının başarısı ile ilgili komple teorileri üretsin. Ayak oyunlarında başarılı olan arkadaşının ipliğini pazara çıkarsın. Sizce evren, bu kişinin karşısına sürekli başarılı insanları çıkartarak moralini bozmaya çalışıyor olabilir mi? Bence hayır.
Aslında evrenin bu kişiye vermek istediği mesaj şudur; İşine odaklan, kendi başarı hikayeni kendin yarat!.
Bu mesajı doğru algılamayan kişi, karşısına çıkan başarılı insanları rakip görmeye devam ettikçe kendi kazdığı kuyuya düşecektir. Çünkü sürekli dışarıya odaklanarak, işine yeterli zamanı ayıramayacak. Sonunda o
”Gerçekten yapılacak bir şey olmasaydı, şu an ne yapıyor olurdunuz? “
Bence gerçekten yapılacak bir şey olmasaydı şimdikinden çok daha huzurlu olurduk.
Sürekli düzeltilmesi gereken bir şeylerin olduğunu düşünüyoruz. Bir şeyleri tamamlamaya çalışırken başka bir tarafın yarım kalmasına, birisinin tarafını tuttuğumuzda diğerinin canının yanmasına, hak, adalet peşinde koşarken mutlaka birilerinin hakkının yenmesine sebep oluyoruz. Hatta arkadaşlarımızın sorununu çözmeye çalışırken onlarda var olan güzelliklerin, yaratıcı fikirlerin farkına varamadığımız anlar olabiliyor. Fakir, kimsesiz çocukların mutlu olup olmadıklarını sorgulamadan onları mutlu etmenin yollarını araştırabiliyoruz. Belki de sırf bu yüzden, ünlü dervişler, gurular savundukları felsefeler aracılığıyla tepki vermek yerine izleyici olmaya ve kendi içimize dönmeye yönlendiriyorlar.
İsteyen herkes, kendisini her an yapılacak bir şey olmadığına, inandırmaya başlayabilir. Ve bu fikre inanmak boş bir hayal değil. Şöyle bir geçmişe baktığınızda, ne kadar büyük sorun yaşamış olsanız dahi bir şekilde çözüm bulduğunuzu, dibe vurduğunuzda bir şekilde yukarı çıktığınızı, umudunuz kırıldığında mucizelerle
Bir önceki yazımda kendinizi rahatsız hissettiğinizde ortaya çıkan sinirlilik ve korku halinden kaçmak, hızla hareket etmek, fiziksel mimikler vb gibi yapmak yerine rahatsızlık hissi ile baş başa kalmanın öneminden bahsetmiştik. Aynı konuda Pema Chödrön’nin paylaştıkları ile devam etmek istiyorum. Dikkat! Pema Chödrön’ün paylaşımları sizi alıştığınız bilgilerin dışına çıkartabilir.
“Korkuya, sinirliliğe de bir tür saygı duymak, duygularımızın bizi nasıl fırıl fırıl döndürme gücü olduğunu anlamak gerekir. Bu anlayış acımızı nasıl arttırdığımızı, kendimize nasıl zarar verdiğimizi keşfetmemize yardımcı olur. Bu anlayış sayesinde pireyi deve yapacak zincirleme tepkilere itimat etmeyip pireyi kendi haline bırakırız. Olaylar III dünya savaşı ya da iç savaş haline gelmezler. Bir an için duraklamayı öğrenerek sırf içten gelen bir dürtüyle aynı şeyi doldurmak yerine sadece duraklamak dönüştürücü bir deneyimdir. Bekleyerek esas açıklıkla olduğu kadar esas hareketlilikle de bağlantıya geçmeye başlarız. Bunun neticesinde zarar vermeyi bırakırız. Kendimizi iyice tanımaya ve saygı duymaya başlarız. Her şey olabilir, her şey evimizin içine girebilir, oturma odamızdaki kanepenin üstünde
Dürüstlük yolculuğunda daha da derinleşmek istediğimde şöyle bir yazı (*) karşıma çıktı. “Dürüstlük yolculuğunda samimi olduğumuzda, zarar verdiğimiz kimi durumlara karşı kendimizi ne kadar körleştirdiğimizi fark etmek oldukça şaşırtıcıdır. Tarzımız o kadar kökleşmiştir ki çevremizdeki insanlar, başkalarıyla olan ilişkilerimizde nasıl zarar verdiğimizi anlatmaya çalışsalar da onları duymayız. Bazı şeylerin yapılış tarzına o kadar alışırız ki bir şekilde başkalarının da buna alıştığını düşünürüz”
Bir çok kişi böyle bir gerçekle yüzleşmeye hazır değildir. Bu yüzden başkalarına zarar verdiğimizi görmezlikten geliriz. Halbuki, dürüstlük yolculuğu, uyanık kalmayı gerektirir. Uyanık kalabilmek için de hafif bir sıkıntının yaklaştığını hissettiğimizde o an kendimizi eğlendirmek yerine neler olduğunu izlemeyi seçmek gerekir. Örneğin, Budist hocalardan Pema Chodron bu konudaki deneyimini şöyle anlatır. “ Bizden kendi kendimizi rahatsız hissettiğimiz zaman sadece fiziksel hareketlerimize dikkat etmemiz istendi. Ben kendimi rahatsız hissettiğim zaman kulağımı çekmek, kaşınmadığı halde burnumu ya da başımı kaşımak ya da yakamı düzeltmek gibi şeyler yaptığımı fark etmeye başladım. İpin
Kişi kendisine nazik davranacak kadar saygı duymuyorsa kendisine karşı saldırganlık hali içinde demektir. Bu hal içinde olan bir insan şefkat ve sevgiyi tam hissedemez, huzur ve neşe yaşamında eksiktir. Özetle“Zarar verme” konusu gündemindedir. Bunun tam tersi, kişi kendisine ve başkalarına zarar vermemeye başladığında ise şifâlânmaya başlar.
Genellikle kişi kendisine zarar verdiğinin farkında olmaz. Çünkü zarar vermek, denildiğinde ilk akla gelen şiddettir. Şiddet, fiziksel zarar verme, mala ziyan verme, çalma gibi konularını kapsar. Fiziksel olarak verilen zararların yanında zihinsel olanları da vardır. Genellikle bunların farkında olmayız. Hatta onları normal karşılarız. Başkaları hakkında dedikodu yapmak, kötü sözler söylemek, boş konuşmak bu gruba girer. Örneğin, kişi boş konuştuğu sürece kendisini geliştiremeyeceğinden arzu ve istekleri de gerçekleşmeyecektir. Dolaylı da olsa kişi kendisine zarar vermiş olur.
Düşünce ve inançlarımız aracılığıyla da kendimize zarar verebiliriz. Örneğin, Herhangi bir kişi hakkında “ O çok kötü bir insan” şeklinde düşündüğümüzde, o kişinin ileride kendisini geliştirme potansiyelini ret etmiş oluruz. Sürekli onu kötü insan olarak
Kişi kendisine nazik davranacak kadar saygı duymuyorsa kendisine karşı saldırganlık hali içinde demektir. Bu hal içinde olan bir insan şefkat ve sevgiyi tam hissedemez, huzur ve neşe yaşamında eksiktir. Özetle“Zarar verme” konusu gündemindedir. Bunun tam tersi, kişi kendisine ve başkalarına zarar vermemeye başladığında ise şifâlânmaya başlar.
Genellikle kişi kendisine zarar verdiğinin farkında olmaz. Çünkü zarar vermek, denildiğinde ilk akla gelen şiddettir. Şiddet, fiziksel zarar verme, mala ziyan verme, çalma gibi konularını kapsar. Fiziksel olarak verilen zararların yanında zihinsel olanları da vardır. Genellikle bunların farkında olmayız. Hatta onları normal karşılarız. Başkaları hakkında dedikodu yapmak, kötü sözler söylemek, boş konuşmak bu gruba girer. Örneğin, kişi boş konuştuğu sürece kendisini geliştiremeyeceğinden arzu ve istekleri de gerçekleşmeyecektir. Dolaylı da olsa kişi kendisine zarar vermiş olur.
Düşünce ve inançlarımız aracılığıyla da kendimize zarar verebiliriz. Örneğin, Herhangi bir kişi hakkında “ O çok kötü bir insan” şeklinde düşündüğümüzde, o kişinin ileride kendisini geliştirme potansiyelini ret etmiş oluruz. Sürekli onu kötü insan olarak
Kişi kendisine nazik davranacak kadar saygı duymuyorsa kendisine karşı saldırganlık hali içinde demektir. Bu hal içinde olan bir insan şefkat ve sevgiyi tam hissedemez, huzur ve neşe yaşamında eksiktir. Özetle“Zarar verme” konusu gündemindedir. Bunun tam tersi, kişi kendisine ve başkalarına zarar vermemeye başladığında ise şifâlânmaya başlar.
Genellikle kişi kendisine zarar verdiğinin farkında olmaz. Çünkü zarar vermek, denildiğinde ilk akla gelen şiddettir. Şiddet, fiziksel zarar verme, mala ziyan verme, çalma gibi konularını kapsar. Fiziksel olarak verilen zararların yanında zihinsel olanları da vardır. Genellikle bunların farkında olmayız. Hatta onları normal karşılarız. Başkaları hakkında dedikodu yapmak, kötü sözler söylemek, boş konuşmak bu gruba girer. Örneğin, kişi boş konuştuğu sürece kendisini geliştiremeyeceğinden arzu ve istekleri de gerçekleşmeyecektir. Dolaylı da olsa kişi kendisine zarar vermiş olur.
Düşünce ve inançlarımız aracılığıyla da kendimize zarar verebiliriz. Örneğin, Herhangi bir kişi hakkında “ O çok kötü bir insan” şeklinde düşündüğümüzde, o kişinin ileride kendisini geliştirme potansiyelini ret etmiş oluruz. Sürekli onu kötü insan olarak
Kişi kendisine nazik davranacak kadar saygı duymuyorsa kendisine karşı saldırganlık hali içinde demektir. Bu hal içinde olan bir insan şefkat ve sevgiyi tam hissedemez, huzur ve neşe yaşamında eksiktir. Özetle“Zarar verme” konusu gündemindedir. Bunun tam tersi, kişi kendisine ve başkalarına zarar vermemeye başladığında ise şifâlânmaya başlar.
Genellikle kişi kendisine zarar verdiğinin farkında olmaz. Çünkü zarar vermek, denildiğinde ilk akla gelen şiddettir. Şiddet, fiziksel zarar verme, mala ziyan verme, çalma gibi konularını kapsar. Fiziksel olarak verilen zararların yanında zihinsel olanları da vardır. Genellikle bunların farkında olmayız. Hatta onları normal karşılarız. Başkaları hakkında dedikodu yapmak, kötü sözler söylemek, boş konuşmak bu gruba girer. Örneğin, kişi boş konuştuğu sürece kendisini geliştiremeyeceğinden arzu ve istekleri de gerçekleşmeyecektir. Dolaylı da olsa kişi kendisine zarar vermiş olur.
Düşünce ve inançlarımız aracılığıyla da kendimize zarar verebiliriz. Örneğin, Herhangi bir kişi hakkında “ O çok kötü bir insan” şeklinde düşündüğümüzde, o kişinin ileride kendisini geliştirme potansiyelini ret etmiş oluruz. Sürekli onu kötü insan olarak