Geçen yazımda boğaz çakrasında enerji akışının rahat olmamasının, deneyimlerimiz üzerindeki etkisinden bahsetmiştim. Bu yazımda ise boğaz çakrasını arındıracak uygulamalardan bahsetmek istiyorum.
Boğaz çakrasının arınması için öncelikle duyguları anlamakla başlamalısınız. Bunun için özel bir şey yapmanız gerekmez. Duygularınızı değiştirmek ya da geliştirmek zorunda değilsiniz. Başlangıç olarak aşağıdaki sorular üzerinde çalışabilirsiniz. Soruları sordukça içinizden gelen yanıtları bir kâğıda ya da günlüğünüze yazmayı unutmayın.
-En çok neler seni korkutur?
-En çok neler seni öfkelendirir?
-En çok neler seni üzüntü ve ıstıraba sevk eder?
Başka bir uygulamada ise; canını en çok neler acıtır? Neyi/Neleri kıskanıyorsun? gibi zorlu konularla ilgili hissettiklerinizi kabul etmeyi deneyin. Bunu yaparken duygularınızı reaksiyon vermeden ifade edin. Üzerinde çalışabileceğiniz bazı örnek durumlar şunlardır;
-Kendimi güvende hissetmiyorum. Çünkü kendimi diğerleriyle karşılaştırıyorum
-İstediğim pozis
Geçen yazımda başladığım kafamın içindeki sesler konusuna devam ediyorum.
Psikoloji dalında araştırmacı Julian Jaynes, bir makalesinde kafamızdaki seslerin beynin sağ yarım küresinde üretilerek, sol yarım küre tarafından algılandığını, ancak geçmiş zamanlarda bunun ‘’tanrı ile iletişimde olmak’’ şeklinde tanımlandığını, sonraki yıllarda bu seslerin gerçekte iç sesimiz olduğuna karar verildiğinden bahsetmektedir. Bence Julian Jaynes çok haklı. Kafamızdaki sesler tanrıdan gelmiş olsaydı, hep birlikte mutlu mesut yaşardık.
Hintli bir yoga gurusu ve yazarı, Sadhguru da aynı şekilde iç sesler için ‘’Onlar sizsiniz’’ diyor. Sadhguru’nun İç seslerle ilgili yaptığı bir konuşma içeriğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sadhguru; ‘’İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran özelliği çok zeki olmasıdır. Ne yazık ki, bu sesleri yaratan ve sizi zora sokan kendi zekânız. Ortada hiçbir şey sebep yokken acı çekmenize sebep olurlar. İçinizde bir iyi ses, bir de kötü ses var denildiğinde fantastik bir şeyler
Herkesin kafasının içinde sesler vardır. Bazılarımız bu seslerin farkında, bazılarımız ise farkında değil. Kafasındaki seslerin farkında olmayanlar için bu sesleri bir örnekle açıklamak istiyorum.
Gecenin bir saatinde uyanır, bir sorun hakkında düşünmeye başlarsınız. O an sorunla ilgili bir sürü düşünce gelir. Bir düşünce başka bir düşünceyi, başka bir düşünce farklı bir düşünceyi getirir ve düşünceler sürekli birbirini kovalar. Peki, o sırada bedende neler olur?
Beden, kafanızdan geçen düşüncelerin o anda gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmaksızın o düşüncelere uygun olarak reaksiyon verir. Örneğin, korkulu bir düşünce ya da durum hakkında düşünüyorsanız, bedeniniz korkulu düşüncenin duygusuna göre reaksiyon gösterir, gerçek bir tehlike olduğunu var sayar. Endişe ve kaygı ortaya çıkar. Bu durum devam ettikçe her şeye karşı endişeli kaygılı bir şekilde reaksiyon vermeye başlarsınız. Tüm bunlar ileriki bir tarihte rahatsızlık olarak kendisini
Nefes almakla ilgili en önemli konu, nefes alıp verirken doğru kasların kullanılmasıdır. Kendi deneyimlerime bakarak söyleyebilirim ki nefes alıp verirken bel ve sırt kaslarını, boyun ve göğsünü hatta popo kaslarını kullananlar dahi olabiliyor. Sizin de bildiğiniz gibi nefes alıp verirken kullanılması gereken kas, Diyafram kasıdır.
Nefes alıp verirken, diyafram kası dışındaki kaslardan yardım alırsanız, solunum sisteminizi kapatırsınız. Diyafram yerine göğüs kaslarınızı kullandığınızda diyaframın bulunduğu bölge sertleşir. Bu da fiziksel ve duygusal anlamda gerginliğe sebep olur.
Diyaframınızı kullanarak nefes aldığınızda, bedende nefes alma işlevi için daha fazla alan yaratılmış olur. Geçmiş travmalar sebebiyle enerjisel olarak kapalı olan bölgelerdeki enerjiler tekrardan düzenlenir. Solunum sisteminin kapalı olan bölgeleri açılır. Solunum sisteminin açılmasıyla solunum kaynaklı rahatsızlıklarda gözle görünür iyileşmeler görülür.
Diyafram kası dışında bedenimizde iki farklı diyafram kası daha bulunur. Bunlardan biri pelvik diğeri de vokal diyafram kaslarıdır. Tam bir
Bir şeyi çok beğendiğinizde, bütününün çok iyi olduğunu düşünürsünüz. Bu düşünceyi fazlaca benimsediğinizde onunla ilgili beklentiniz yükselir. Ona sahip olmak için ne gerekiyorsa yapmak istersiniz. Beklentiniz gerçekleşmediğinde yaptığınız seçimle ilgili kendinizi suçlamaya başlarsınız. Suçluluk duygusu öylece sessiz, sakin bir kenarda durmaz, öfkeyi ortaya çıkartır. Öfke de aynı şekilde öylece durmaz, sizi paralize eder. Gün içinde karşınıza çıkan bir sürü şeyle ilgili benzer deneyimi yaşadığınızda, öfke hayatınızdaki vazgeçilmezler grubuna dahil olur.
Öfke, ‘’Nasıl oldu da bunu yapabildin’’ sorusunu sorandır. Kendi deneyimlerime bakarak söylüyorum; Bu soru üzerinde zaman geçirdiğinizde, önce kötü insan olduğunuzu varsayar sonrasında ise bu varsayıma inanarak yaşantınızı sürdürürsünüz.
Sizce ‘’Nasıl oldu da bunu yapabildin’’ sorusunun gerisindeki esas problem nedir?
Esas problem, mevcut durumun
Geçenlerde bir danışanım, ‘’anlattıklarınız o kadar soyut ki zihnimde bir yerlere oturtamıyorum’’ şeklinde bir paylaşımda bulundu. O an ona söylemedim ama bundan 17 yıl önce, ben de aynı kafadaydım. O zamanlar enerjiler ve meleksi konuşmalar bana çok garip gelirdi. Hiçbir fiziksel yapısı olmadığı halde soyut zihnimden dışarıya yansıyan somut görüntüye inanırdım. Bu inanç, beni fiziksel hayatta karşıma çıkan her şeyin soyut zihnin ürünü olduğu gerçeğinden uzaklaştırmıştı. En nihayetinde soyut aklımdan dışarıya yansıyan somut görüntülere güvenemeyeceğimi anladım. Fakat illüzyonundan kopabilmek için daha zamana ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorum.
Zihninize bir anda düşen içerisinde bir sürü fikri barındıran düşüncelere güvenemezsiniz. Hiçbirisinin fiziksel yapısı yoktur. Benzer şekilde duygularınıza da güvenemezsiniz. Onlar da soyut zihnin ürünüdür. Bu yüzdendir ki, bir sürü insan aynı şeye baktıkları halde farklı düşünür, farklı hissederler.
Sonbahar geldi. Eski kültürler, bilim ve astroloji, bu güzel mevsimin birçok yönünü, insan yaşamıyla ilişkilendirdiler. Bu sembolik çağrışımlar, en derinden Doğa Ana'nın hayatımız üzerindeki inanılmaz etkisini hatırlatırlar. Sonbahar mevsimi, kişinin kendini yansıtması ve farkındalık kazanması için en iyi zamanlardan biridir.
Sonbahar mevsiminin yedi sembolik anlamı olduğu söylenir. Sonbaharın 7 sembolik anlamının ilki Değişimdir. Sonbahar, bedenlerimizin, zihinlerimizin ve çevremizin sürekli değişip, geliştiğini hatırlatır. Bu hatırlamayı içselleştirdiğimizde şimdiki zamanı kucaklayarak hayatın geçiciliğine odaklanma şansını elde ederiz. Böylelikle sahip olduklarımızdan ve kim olduğumuzdan memnun olma hali daha çok hissedilmeye başlar.
Kendinden memnun olma, modern dünyada uygulanması en zor değerlerden biri. Evimizi, bahçemizi her neye sahipsek hepsini sürekli olarak daha üst seviyeye getirmek istiyoruz. Yeni yerlere seyahat etmek istiyoruz. Vücudumuzun şeklini değiştirmek istiyoruz. Tüm bunlar daha fazla tüketmeye teşvik ediyor bizi. Her neyi
Her an, her şeyin değiştiği söylense de değişmeyen bazı gerçekler vardır. Buddha, binlerce yıl önce değişmeyecek gerçekleri dünyevi olaylar üzerinden anlatmıştır. Dünyevi olayların değişmeyecek üç özelliği şunlardır;
İlki süreksizliktir. Var olan her nesne, her olay olduğu gibi kalmaz, sürekli değişip, dönüşür ve başkalaşır. Bu özelliğin hayatımızdaki yansıması şöyledir;
Diyelim ki, birisi size haksızlık yaptı. Bir sonraki karşılaşmanıza kadar ne yaparsınız?
Bir sonraki kötülük atağına karşı kendinizi konumlandırırsınız.
Bunun tam aksi, iyi davranan bir kişi olduğunda ise bir sonraki karşılaşmanız da benzer şekilde davranacağından emin olarak kendinizi konumlandırırsınız. İçinde bulunduğumuz sonbahar mevsimi, nasıl bir gün sona erecekse insanların davranışları da an ve an değir. Mesela, sahip olduğunuz arkadaşlarınızın hepsine sürekli iyi davranacağınıza dair garanti veremezsiniz. Garantilemek istediğinizde ise üzülen tek kişi siz olursunuz. Bu yüzden de her kim olursa olsun iyi, kötü ya da nötr davranırsa davransın olanları