Ne kadar mutlusunuz? Geçmişte en mutlu anınız hangisiydi? Bu sorulara nasıl yanıt vereceksiniz bilmiyorum ama yapılan bir araştırma sonucunda insanların en mutlu oldukları anların, kendisini çok düşünmediği hatta kendisini tamamen unuttuğu anlar olduğu tespit edilmiş. Kendisini düşünen insanların ise zaman içinde stres seviyelerinde yükseliş görülmüş. Özetle; Kendimizi düşünmeyi bıraktığımız bırakabildiğimizde mutluluk da tam yanı başımızda olacaktır. Aslında bu bilgi çok yeni değil, geçmişte birçok felsefi akım ‘’egoyu bırakın, kendinizi düşünmeyin’’ şeklinde paylaşımlarda bulundular. Mutlu olmanın, insanın kalbini diğerlerine açmasıyla bağlantılı olduğu konusunda ısrar ettiler.
Peki, Kalbin açılması için ne yapmak lazım? Her insanın doğasında var olan şefkat kasının geliştirilmesi gerekiyor. Şefkat yükseldiğinde tüm ilgi, kendinizden ziyade karşıya yöneldiği için, şefkatin sizi mutluluğa götüreceğinden emin olabiliriz. Şefkat, duygu olarak bilinse de aslında yapma eylemidir. Birisi acı
Göğüs nefesi alanlara özel bir konudan bahsetmek istiyorum. Bu konu Hiperventilasyon. Ne yazık ki, Hiperventilasyon sağlığınıza çok iyi gelmeyen bir durum.
Hiperventilasyonun ne olduğuna geçmeden önce göğüs nefesi alıp almadığından emin olamayanlar için aşağıdaki soruları hazırladım. Sorulara ‘’EVET’’ yanıtı verdiyseniz büyük bir ihtimalle göğüs nefesi alıyorsunuzdur;
1. Elinizi göğüs kafesinizin ortasına koyduğunuzda sadece bedeninizin üst tarafı mı hareket ediyor?
2. Nefes alırken omuzlarınız yükseliyor mu?
3. Omuzlarınızda gerginlik hissettiniz mi?
Hipervantilasyon, Steadman Tıp Sözlüğünde tanımlandığı şekliyle, kandaki karbon dioksit yoğunluğunun solunum hızındaki artışa bağlı olarak düşmesidir. Hipervantilasyonda nefes veriş nefes alıştan daha uzun ya da daha güçlüdür. Ancak nefes hızı hipervantilasyonun en önemli parçası değildir, önemli olan nefesle birlikte verilen gazın hacmidir. Bu şekilde kandan daha fazla CO2’nin dışarı çıkışı olur. CO2, asit rolü oynadığından, azalması kanın pH
Korkuları olan bir insanı düşünün. Korkuları kalıcı değildir. İsterse onlardan kurtulabilir. Kurtulamayacağına inandığında, kendisini diğer insanlardan ve dünyadan ayırarak kısıtlı bir hayat sürer. Potansiyelini kullanamaz. Korkaklığını, bağımlılık haline geldiği için bırakamamaktadır. Peki, çözüm nerede?
Korkuları olan bir kişi, kendisini korkularından ziyade potansiyeliyle özdeştirmeyi öğrenmelidir. Aksi takdirde takıntıları, hayatının her anında ona oyun oynamaya devam edecektir.
Bizler öğrendiklerimiz, takip ettiklerimiz değiliz. Öğrendiklerimiz, takip ettiklerimiz, bizim nasıl bir insan olacağımızı belirlemez. Sürekli onlarla birlikte olmamız gerekmiyor. Sadece kendi gerçeklerimizle değil diğerlerinin de gerçekleriyle birlikte olmayı öğrenmeliyiz.
Örneğin, hepinizin tanıdığı Einstein, rölativiteyi bulmadı. Böyle bir gerçeğin olduğunu herkesten önce gördü ve paylaştı. Rölativite ona ait değildi. Dolayısıyla;
Öğrendiklerimiz bize ait değil. Bizi biz yapan şeyler değiller.
Öfke, kıskançlık, keder bizi sembolize etmez.
Onlar bir
Bağımlılık nedir?
Bağımlılık, güzel şeylerin peşinden koşmaktır. Bağımlılık, sadece güzel şeyleri istemeye yönlendirir. Güzel şeyleri hak ettiğimizi düşündürtür.
Bir bardak kırdınız diyelim. ‘’Hay Allah nasıl böyle bir şey yaptım. Çok dikkatsizim, beceriksizim’’ dediğinizde bağımlılıkların oyununa gelmişsiniz demektir. Bağımlılıkların istediği şey neydi?
Güzel şeylere yakın olmak, kötü şeylerden uzaklaşmak
Gün içinde sürekli olarak;
Sevdiğin yemeği isteyebilirsin
Sevdiğin sesleri dinlemek isteyebilirsin
Sevdiğin şeyleri görmek isteyebilirsin
Mutluluk peşinde mi? Mutluluktan uzakta mı?
Bu yazımda bu ikiliyi yaratan sebepleri ayrı ayrı özetlemek istiyorum.
Bilindiği gibi insan doğasının illa ben diyen, sadece kendisini düşünmeye meyilli bir zihin yapısı vardır. Bu yapının depresyon ve negatifliğe yol açan bir özelliği var. Depresyon ve negatiflik söz konusu olduğunda doğal olarak kendimizle daha fazla ilgilenmeye başlarız. Kendi acımızla olması gerekenden daha fazla birlikte oluruz. Empati geliştiremez, diğerlerini anlamakta zorlanırız.
Bilge zihin yapısı ise bu yapının tam tersi diğerlerine faydalı olmayı seçer. Bilge zihin, egonun yarattığı duvarları kolayca yıkabilmek için bu seçimi yapar. Egonun duvarları yıkıldığında ortaya çıkacak olanlar sevgi ve barış olacaktır.. Sevgi ve barış neyle ilgilidir?
İnsanlarla…. İnsanlar yoksa sevgi ve barış da olmaz. Bu yüzden de kendimizden çok diğerlerini düşünmek bilgece olacaktır.
20. yüzyıldayız ve hala savaşlar devam ediyor. Bombalar atılıyor. Ölen ve sakat kalan insanlara şefkat gösteriyoruz. Bombayı atan kişiye şefkat gösteremiyoruz. Bombayı atan kişinin, acı ve ıstırap
Her neyi yiyorsak yeterli gelmiyor. Her neye sahipsek yeterli olmuyor. ‘’Şunu yapacağım, arkasından da şunu’’ şeklinde düşünerek günümüzü gün ediyoruz. Şu, bu tamamlansa dahi yeterli olmadığını hissediyoruz.
Aranızda kendisine ''Yeterli olmanın sonu ne zaman gelecek? '' sorusunu soranınız var mı bilmiyorum ama ben bu soruyu çokça sorarım. Yapma enerjisi denildiğinde, batının en hızlı yapma enerjisine sahip insanlarından birisi olabiliyorum. Bu konuyla ilgili olarak aldığım eğitimler sonrasında sonuç ne çıktı dersiniz?
Kutlama olayını es geçtiğim ortaya çıktı. Kutlama yapmadan bir sonraki yapılacak adıma giden ve yapmalara doyamayan bir yapım var. Siz de benim gibiyseniz hayatınızda kutlama için alan açmanızın zamanı gelmiş demektir. Küçücük bir adım da olsa tamamlar tamamlamaz şöyle bir geriye çekilmeli ve o adımı kutlayarak onurlandırmalısınız. O küçük adımı başardığınızı gerçekten hissetmelisiniz.
Peki, küçük kutlamaların sağlayacağı fayda ne olacak?
Kendi içinde tatmin edici
Tatminsizlik, her insanın hayatında deneyimlediği duygulardan biridir. Bu duygu, karşımıza çıkan her neyse yeterli ya da olmasını istediğimiz gibi olmadığında ortaya çıkar.
Dünyanın rengârenkliğini düşünürsek, her an karşımıza hoşnut olmadığımız bir durum ya da nesnenin çıkma olasılığı çok fazladır. Bu yüzden tatminsizlik bir sorun değildir. Tatminsizliği, normal bir duygu olarak kabul etmek gerekir.
Peki, bu duygunun üstesinden nasıl gelebiliriz?
Karşımıza her ne çıkarsa çıksın onun ‘’ OKEY’’ olduğunu düşünürsek…
İsterseniz şimdi, her şeyin ‘’OKEY’’ olduğunu düşündüğümüzde neler olacağına bakalım.
Her şey OKEY olduğunda, karşımızdakini değiştirme ihtiyacı içinde olmayız. Diğerlerini değiştirmeye çalışmanın mümkün olmadığını şimdiye kadar keşfetmiş olmalısınız. Diğerlerini değiştirmek mümkün değilse o zaman karşımıza ne çıkarsa çıksın, OKEY olduğunu düşünmek akıllıca olacaktır. Zihninizi, bu konuda ikna edebilmek için bir örnek vermek istiyorum.
Bu yazımda her anınızı meditasyondaymış gibi yaşama halini kazanmak için nasıl meditasyon yapabileceğinize dair basit uygulamaları paylaşmaya devam edeceğim. İçerik ilginizi çektiyse önce ‘’ Kendi kendinin terapisti ol’’ başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim.
Meditasyon, başarısızlığa sürükleyen gerçeklerden ve gerçek niyetinizden uzaklaştıran duygu ve düşüncelerin neler olduğunu fark etme becerisini kazandırır. Öfke, sabır, korku, şefkat gibi duyguların gerçek doğasını fark etmenize yardımcı olur. Örneğin, bir çoğumuz sabrın gerçek anlamını bilmiyoruz. Sabrı, sıkıntılı ya da dayanılamaz bir şey olduğunda, ona katlanmak için kullandığımız bir uygulama olarak düşünüyoruz. Fakat bu tamamen yanlış.
Yüzyıllardır insan doğasında var olan bağımlılıklar sabrı, hiç sevmezler. Bağımlılıklar, kendi çıkarlarına uygun olmayan bir nesneyle karşılaştıklarında, öfkeden yardım alırlar. Öfke sayesinde daha neler olduğunu anlayamadan nesneden uzaklaşırsınız. Gerçek şu ki, öfke, sadece uzaklaştırmakla kalmaz, zihinsel ve